Deli

Şehrin her mahallesinde onun ayak izleri vardır. Çoluk çocuk tanımayan kimse de yoktur. Pejmürde bir kılıkla gezer. Gömleğinin yeni eskimiş pırtılı çıkmıştır, yaz kış giydiği ayakkabılar ayakkabılıktan çıkmış öylesine eski püskü hale gelmiştir ki, yırtıklarından çorapsız ayaklarının parmakları görünür, ayakkabılarıyla yürümez, adeta sürükler onları. Kıvırcık saçları, hafif kambur beliyle imamesi kopmuş tespihini sallamayı da ihmal etmeden sola yatık yürürken, kusursuz bir kenar mahalle apaşı profili çizer… Şehir sakinlerinin az çok toplu olarak oturup dinlendikleri, sohbet ya da yarenlik ettikleri, oyalandıkları kahvehane, pastane gibi yerlere destursuz dalar erkeklere çalımını atar, “siz yiyin için, ben açım lan aç, iki gündür açım” derken… Devamı

Gülümseten sözler

Çocukluğumuzla, aradan geçen bunca yıl sonrasının zaman skalası ne kadar uzundu, ya da ne kadar kısaydı… Galiba sorunun cevabı iki dönem arasındaki boşluğun nasıl doldurulduğuna bağlıydı. Onun için zaman aralıkları o kadar kısaydı ki, metreye vursanız bir kulaç… Sol elini uzatsa çocukluğunu, sağ elini uzatsa elli yıl sonrasını yakalayabilirdi. Bunun için miydi sık sık çocukluğuna dair yolculuklara çıkması… Birlikte büyümüştük… O atılgan, kararlı ve gözü kara, esmer ve kara kuru, çelimsiz biriydi. Ben ağırbaşlı ve çekingen, beyaz tenli ve ona göre pısırıkça biriydim. O, bağ aralarında koşarken ayrık otlarından, ısırganlardan paçayı kurtarmanın, ben değip dalaşmadan öteden dolaşmanın ustalarıydık. Ayvalar çiçeğe… Devamı

Ay Yüzlü Çocuklar

Çocukluk işte… Sanki hiç büyümeyecektik, sanki hayatın meşakkati kâbus gibi omuzlarımıza çökmeyecekti de bu ekmek elden su gölden harcı âlem günler hiç bitmeyecekti. Anamızın süpürgesi kıçımızda, babamızın tokadı yüzümüzde patlasa da biz o gece yarılarına kadar süren itiş kakış oyunlarımızdan hiç vazgeçmeyecektik. Yazın tarla bağ, mal maşat işlerinden pek fırsat bulamasak da kışın ayazında, yarı belimize kadar gömüldüğümüz karın içinde, burnumuzu çeke çeke, debelene debelene birbirimizi elimizle koymuş gibi buluverirdik. Çorak damlı evlerin pencerelerinden yer yer sokağı aydınlatan kasvetli, yarı ölgün ışıkta gölgelerimize basıp geçerdik. En çok da köyün üstüne gecenin çökmesiyle evimize dönerken üstüne basarak geçmek zorunda olduğumuz küllüğe… Devamı

Fırtına

Bozkırların bıçak gibi kesen soğuğu ile beynin içinde fokurdayan cehennem sıcağının ortasında büyüyen birisinin sahil kasabasının gizemli şafağına uyanmasındaki şaşkınlık nasıl tarif edilebilir ki… Uzaktan duyulan belli belirsiz köpek havlamaları ile horoz seslerini sahile vuran dalgaların sesleri bastırıverir… Köpek havlamaları ve horoz sesleri, çocukluğumuzda tahta iskemleli açık hava sinemalarında izlediğimiz filmlerin bir iki sahnesinde görünüp kaybolan figüranlardır. Asıl oğlan ve kasabalıların ağzının suyunu akıtan edalı güzel ise şafakta sahile vuran dalgaların çıkardığı sese eşlik eden ıssız kasaba sokaklarının serinliğidir. Ateş böcekleri gibi birbiri üstüne binen, birbirleriyle oynaşan, kayıp giden, yerinden kımıldamayan, bir tepeye çıkıp elinizi uzatsanız avcunuzun içine konacak kadar… Devamı

Uğultulu Rüzgârlar

Kaçaktık ikimiz de. Bulunduğumuz şehirde harekât alanımız daralmış, çareyi şehri terk etmekte bulmuştuk. Diğer arkadaşların durumu da bizden pek farklı değildi. Onların evinde de saklanamazdık, bu polise açık adres vermek demekti. Yani kendi başımızın çaresine kendimiz bakmak zorundaydık. Hatırladığım kadar o yılın Mayıs ayıydı. Gece yarısına kadar arkadaşımın tanıdığı birisi yarı ürkek, yarı çekingen gecekondusunun kömürlüğünde kalmamıza izin verdi. Serbestte olan bir arkadaşımız gideceğimiz yer her nereyse oraya götürülmemiz için bağlantı kuracak, ondan haber bekleyecektik.  Kömürlük sahibinin bir no.lu bildirisi yüzümüze okundu… “ Vatanın selameti ve ülkemizin bekası için kömürlükten hiç dışarı çıkılmayacak”…Tamam, çıkmayız… Adam ikna olmuyor… Bir kez evet… Devamı

Bir Kırlangıç Masalı

“Kuşlar ikiye ayrılır” demişti; kırlangıçlar ve diğerleri… Çocukluk arkadaşımdı, çelik çomak oynadığımız, ay karanlığında komşu bahçelerinden erik çaldığımız veletlik günlerinden tanırdım onu… O günden bu güne, çocukluktan saçının saklının ağardığı bugüne kadar hiç mi değişmezdi insan. Dün neydi ise bugün de oydu. Kuşlara hastalık derecesinde tutkun olduğunu bilmez olur muyum? Babasının surat asmasına, anasının köteğine rağmen avlu dolusu güvercinleriyle düşüp kalkmasını mı dersiniz, kışın buz tutan toprak üstünde yiyecek arayan sığırcıklara, kilerden gizli gizli arakladığı has buğdayla ziyafet çekmelerini mi dersiniz, suratına okkalı bir tokat yiyeceğini bile bile ala karga avcılarına ana avrat sövmelerini mi dersiniz… Kuşlara tutkunluğuna ilişkin sayılanların… Devamı

Çakıl Taşlarının Ölümü

Şehirlerin sokaklarına, caddelerine, meydanlarına serpilmiş çakıl taşlarıydılar, ufacık tefeciklerdi de adlarının neden cüsselerinden büyük olduğuna bir anlam veremezdim. Kantarda çekilseler sekiz okka çekmezlerdi amma mesleğinin erbabı dülgerler gibi yeryüzünün enlemini boylamını arşınlayıp, bok heriflerin boka çevirdiği dünyayı çöplüğe atıp, çocukların gülüşüne çiçeklerin rengini katarak yeniden kurma cüretlerini nereden aldıklarına da, ölü şehirlerin neden onlarla canlandığına da akıl sır ermezdi. Öyle adlandırırlardı kendilerini “biz çakıl taşlarıyız” derlerdi. Bilmem mi canım dedim çakıl taşlarını, bazen fırtınalı denizlerin dalgalarının kamçıları derilerini soyuncaya kadar yıkanırlar, bazen yazın sıcak kumsallarında sere serpe güneşlenirler. Değişik renklerde değişik büyüklüklerdedirler ama ne yalan söyleyeyim hiç birinin kir pas… Devamı

Tamirci-2

Yaz ayı rehavet ayı derler ya… Bu güzelim yaz aylarının yıldızlı gecelerinde ıssız sokakların çekiciliğine kendini kaptırıp, hafif esintilerde gömlekleri havalanmayanlar, duru gökyüzünün derviş hoş görüsüne gülümseyen yüzleriyle bir selam çakmayanların hasetlerinden çatlamasından mıdır acaba bu güzelim yaz aylarına rehavet ayı demeleri. Gün ağarıncaya kadar amaçsız, sebepsiz bilinmedik sokaklara girip çıkmayanların, ıssız parkların banklarında bir sigara molası verip, dünyanın ahvaline dalıp dalıp giderken ta ötelerinden, ciğerlerinden sökülüp gelen arı bir saflıkla iç geçirmeyenlerin yaşadıkları o havalı hayatlarına da tüküreyim, saya saya bitirmedikleri mallarının mülklerinin de ta amına koyayım. “ Tabi ya derim, köleler köleliklerini kutsadıkça sizin gibi zübükler de baş… Devamı

Tamirci

Yaz ayı rehavet ayı derler ya… Bu güzelim yaz aylarının yıldızlı gecelerinde ıssız sokakların çekiciliğine kendini kaptırıp, hafif esintilerde gömlekleri havalanmayanlar, duru gökyüzünün derviş hoş görüşüne gülümseyen yüzleriyle bir selam çakmayanların hasetlerinden çatlamasından mıdır acaba bu güzelim yaz aylarına rehavet ayı demeleri.  Gün ağarıncaya kadar amaçsız, sebepsiz bilinmedik sokaklara girip çıkmayanların, ıssız parkların banklarında bir sigara molası verip, dünyanın ahvaline dalıp dalıp giderken ta ötelerinden, ciğerlerinden sökülüp gelen arı bir saflıkla iç geçirmeyenlerin yaşadıkları o havalı hayatlarına da tüküreyim, saya saya bitirmedikleri mallarına mülklerinin de ta amına koyayım. “ Tabi ya derim, köleler köleliklerini kutsadıkça sizin gibi zübükler de baş… Devamı

Gelincik Fırtınası

Yetişkinlerin değilse, her ikisinin de ileriki yıllarında zaten bir daha yaşayamayacakları, dudaklarında bir gülümseme bırakacak anılar biriktirdiği, hayatın kaygılarından, tasalarından azade bir çocukluk yıllarını geride bırakalı çok uzun zaman olmuştu. Yine de birkaç yıl sürmüş olan çocukluk anılarından alamazlardı kendilerini. Yaşadıkları çocukluk şunun şurasında üç yıl, bilemedin beş yıldı. Beş altı yaşlarında var ya da yoklardı. Ailenin geçim kaynağı üç oğlakla beş keçinin peşinden koşmak Zeynebin işiydi. Kıvır kıvır saçları, dudağından eksik etmediği gülümsemesi, çayır yeşiline meydan okuyan gözleriyle evinde bir kedi uysallığında olan kız, otlatılması için ailenin kendisine emanet ettiği koyunların, keçilerin sarp dağların eteğindeki mezraya salıverilmesiyle yırtıcı bir… Devamı