Çekingen, ürkek gözlerle beni izliyor, bir şeylerden korkuyor da sanki “elin yabancısına ne diyeyim” tedirginliğinde ailenin oturduğu salona geliyor, gözüme bakıyor, kıvranıyor, tekrar odasına gidiyor… Bu gidiş gelişleri akşamdan geceye tekrarlanıyor. Tedirginliğini sezinliyorum… Tanımıyorum ve bana söylendiğine göre ailenin erkek tarafının yeğeni, abisinin kızıymış… Yani arkadaşımın yeğeni…
İş gereği Ankara’dan bu kente gelip gittikçe arkadaşımın evinde kalıyorum. Birkaç geliş gidişten sonra “resmiyet” kırılıyor ve çekingenliği de üzerinden yavaş yavaş kalkıyor… Arkadaşımın eşi yeğenlerinin bir alacağının hukuki yollardan tahsiline yardımcı olup olamayacağımı soruyor, hay hay diyorum. Alacağın dayanağı senet belge ve saire… Sorun bir şekilde çözülüyor.
Dışardayım ve telefonum çalıyor. “ Avukat bey evin dışında görüşebilir miyiz”…Görüşme yeri kararlaştırılıyor ve görüşme saatinde bir çay bahçesinde buluşuyoruz. Hoş beş, filan… Konu neydi” diyorum, tedirginliği artıyor, konuştuğumuz süre boyunca, işlediği suçtan pişmanlık duyanların çaresizliği içinde kafasını kaldırıp hiç yüzüme bakamıyor. Filanca şehirde yaşıyorlarmış, kocasının kötü davranışları nedeniyle yaşadıkları şehri terk edip amcasının yanına sığınmış, ancak kocası da peşinden gelmiş. Bir kahveyi mesken tutup, yaşları yedi ve on olan iki çocuğunu kahvede yanında alıkoyup, büyük oğlana garsonluk yaptırıyor, küçük oğlana da ““paket” taşıttırıyormuş. Büyük oğlanın garsonluk yapmasını anlamıştım da yedi yaşındaki bir çocuğun taşıdığı “paket”in ne olduğunu anlamadım. Anlattı, konu anlaşıldı. Çocuğun yaşının küçük olması nedeniyle polisin dikkatini çekmeyeceği fırsatından yararlanarak uyuşturucu taşıttırıyor. “Çocuklarımın yanına yaklaşamıyorum, ikisi de öğrenci, okullarından aldı, çocuklarımı pis işlerinde kullanıyor”… Bir baba… Okul çağında iki çocuk… Çocukları pis işlerinde kullanıp çıkar sağlayan bir baba… Ve ben Avukatım, kanun adamı,,, Şikayet, dilekçe, mahkeme… “Kalk diyorum, bana kahveyi göster”… “Belalıdır” diyor, “ size bir kötülük yapar”… Dinlemiyorum. Kahveyi uzaktan gösterdi, belli ki kocasına görünmek istemiyor… Bir arkadaşımın ruhsatlı silahını alıyorum, arkadaşım “dikkatli ol” diyor. Büyük oğlunun cep telefonu varmış, “ ara” diyorum. Arıyor büyük oğlunu “kardeşinle seni bir amcanız almaya gelecek, onunla gelin” diyor. Kahvenin kapısından girdiğimde çocuklar çıkmaya hazır bekliyorlar. Kapıdan çıkıyorum, bıçkın görünümlü biri önümü kesiyor, kim olduğumu soruyor. Biraz gelir misin diyorum, kahvenin arkasındaki boşluğa çekiyorum. Çocukları almaya geldiğimi, okullarına devam edeceğini söylüyorum. Belinden çıkardığı bıçağı bana sallamaya başlıyor… Belli ki sarhoş, ilk hamlesini savuşturup silahı ensesine dayıyorum… Bir kafa darbesiyle yıkıldı, burnundan gelen kanı eliyle siliyor, gözüme bakıyor, konuşmuyor. Çocuklara işaret ediyorum, gidecekleri yönü gösteriyorum, “koşun” diyorum. Kadını aradım, amcasının evinin çapraz karşısında bizi bekliyor, sarılıp öpüyor çocuklarını, kucaklıyor, bağrına basıyor, bir kez daha, bir kez daha… Teşekkür etti, mahcuptu.
Akşam eve geldiğimde hane halkı iki yetişkin genç kızlarıyla ittifak etmişler, ağız birliği içinde, evin iki çocuğu daha kaldıramayacağına ilişkin alaycı ve sert sözlerle nota veriyorlar… Çocuklar sessiz, anne suskun. Canım sıkıldı, yoktan bir iş çıkarıp kendimi evin dışına attım. İşsiz, parasız, çaresiz… Anne ve iki çocuk… Nereye giderler, ne yaparlar, nasıl geçinirler… Sahilde çay içmenin yıllardır hayalini kurmuştum, bu şehre her geldiğimde en önemli ve ertelenmez işim sahilde “buharı üstünde” çay içmek olur. Sahile kendimi attım, herkesin bira içtiği sahilde çay içen beni garsonlar çabuk tanıdı, tavşan kanı çayı getirip önüme koydular…Çay, boğazımdan geçmiyor, yokluğun, yoksulluğun dik alasını bilirim, çocukluğum don gömlekle geçti ama biz şehir çocuğu değiliz ki, yırtığız, kavgacıyız, tokların lokmalarını kapmasını biliriz.. .İyi de bizim gibi kavganın gürültünün içinden gelmemiş bu parmak kadar iki çocukla sığınacak bir dam altı bile olmayan bir kadın ne yapacak… O sokak senin, bu sokak benim, gece yarısına kadar bilmediğim bütün sokakları adımladım desem yeridir. Şehirde malum arkadaşımın dışında tanıdığım kişiler, avukatlığın yaptığım aile şirketinin yetkilileri. Sabah erkenden şirkete gittim. “Para lazım” dedim, aldırmaz bir tavırla “ şimdi para yok, yarın” dediler. Sesimi yükselttim, “Yoksa bulacaksınız” dedim, “bir saat sonra gelirim”. Geçen günler içinde yakın iki arkadaş olduğumuz şirketin büyük abisi “ avukatım kötü bir şey mi var” deyip parayı uzattı… Hatırı sayılır bir miktar… Kadını aradım, filan yere gelir misin?… Kem küm ediyorum, parayı nasıl vereceğimi bilemiyorum. Ansızın ve bir çırpıda “al bu parayı” dedim, “bir ev tut, içine ufak tefek eşya al, çocuklarınla yerleş, çocukların okulunu ihmal etme”… İhtiyacı olduğunda aramasını söylemeyi de ihmal etmedim. O yılın ilkyazına kadar aramadı, aşağı yukarı altı yedi ay… Tesadüf yine aynı şehirdeyim, bir kadın aradı, arkadaşıymış, benimle hemen görüşmesi gerekiyormuş… Ev arkadaşıymışlar, birlikte kalıyorlarmış, bir mağazada iş bulmuşlar, çalışıyorlarmış, çocukları okula gidip geliyormuş. “” Avukatın yaptığı iyiliği de dilinden düşürmüyormuş”…
Bilinmez bir nedenle amca yeğenine kin tutmuş, kadını arayan kocasına yeğeninin evini göstermiş, kadının iş çıkış saati kocası evin önünde pusu kuruyor, kadını bıçak diliminden geçirip kaçıyor. Kadın hastanede ameliyat üstüne ameliyat olmuş, şimdi “ hayati tehlikeyi atlatmış, çok şükür iyiymiş”… Hastaneye gittim, doktorlarıyla görüştüm, olayın son derece ciddi olduğunu, ancak yapılan tıbbi müdahaleler sonucu yaşam tehlikesini atlattığını, bir süre daha hastanede kalması gerektiğini söylediler.
Hastane çıkışı işine son verilmiş. Amca ikna edip yine yanına alıp, kısa bir süre sonra şehrin turistik bir kasabasında pansiyon işleteceklermiş…
Sözü edilen kente yakın bir ilçedeyim… Alo… Titrek ve tedirgin bir ses. O. “Avukat bey lütfen buraya kadar gelin, çok zor durumdayım”… İşim olduğunu, gelemeyeceğimi söylüyorum, yalvarıyor adeta… Lütfen gelin, çok kötü şeyler olacak… Kalkıp gidiyorum… Bir evde amca yeğen yaşıyorlar, görünüm son derece doğal ve normal… İlçe merkezine inmemiz gerekiyor, ev ihtiyaçları alınacak. Arkadaşım olan amca, evinde misafir kaldığım günlerde evinin akla gelir gelmez bütün masraflarını benim üstüme yıkmaya alışık ve şehre geldiğimde de beni törenle karşılamasının nedenini biliyorum da sesimi çıkarmıyorum, ar meselesi yapıyorum.
İlçe merkezine inerken amca yeğen kol kola gidiyorlar… Bu işte bir gariplik var… Sonunda her ne kadar amcası olursan ol, genç bir kadının boynundan kollarını sarkıtıp göğüslerinde gezdirmek de ne oluyor… Kadın utançtan kıpkırmızı, yüzüme bakamıyor, kaçmaya çalışıyor ama kendisini sıkıca kucaklayan kollardan kurtulamıyor… Dikkatimden kaçmadı… “ Kızı boğacak mısın, yoksa kaçmasından mı korkuyorsun, indir elini, adam gibi yürü”… Arkadaşım bozuluyor, renk vermiyor… Bırakıyor kadını… Evde de çarşıda da kadını benimle yalnız bırakmıyor… Bir ara tuvalete gitti, kaşla göz arası “çabuk anlat” dedim, bu kadar önemli sorun ne?…
“Gece yatağıma geliyor, korkuyorum, birlikte olmak istiyor, sabaha kadar uyumuyorum korkudan, lütfen beni kurtar, yoksa bunu öldüreceğim, çocuklar gözümün önüne geliyor, elim kolum düşüyor”… Alelacele cebimdeki bütün parayı veriyorum, çocuklarını da al şehre gel. Telefonda şirketin adresini bildireceğim, iki üç gün daha şehirdeyim…
Bir yolunu bulup kaçıyor, bir pastaneden erken saate aradı. Bir epeyce para verdim, “al çocuklarını git bu şehirden, her nereye gidersen git, ama hemen git.” Gittiği şehri bana bildireceğini söyledi, “ sakın ha dedim, ne bana ne başkasına… Gittiğin şehri hiç kimseye söyleme, ihtiyaç duyduğunda ara”…
On altı yıl hiç haber alamadım, görüşmedik. Bir gün aradı… “Avukat bey gittiğin yeri kimseye söyleme dedin, sözünü tutum.”… Bulunduğu şehri söyledi, ne yapıyordu, çocuklar nasıldı… Bir saati aşkın sohbet, konuşma… Büyük oğlunu yurt dışında paralı özel bir üniversitede okutmuş, inşaat mühendisi çıkmış, çalışıyormuş iyi para kazanıyormuş. Küçük oğlu liseden sonra okumamış, o da çalışıyormuş, üçü birlikte yaşıyorlarmış, evleri olmuş rahatları yerindeymiş.
Merak ettim nasıl başardığını…
“Benim tek dostum, halimden anlayan, elimden tutan tek insan oldun, senden hiçbir şeyi saklayamam, namuslu kadın pozuna girmek istemiyorum… Orospuluk yaptım, fahişelik yaptım, para karşılığı erkeklerle yattım, çocuklarıma bir geleceği başka türlü nasıl sağlardım”… Benim dışımda çocukları dahil hiç kimse bu durumunu bilmiyormuş.
Ne diyeceğimi bilemedim, bir suçlu gibi kelimeler boğazımda düğümlendi…
“Beyin orospularının subaşlarını tuttuğu bir ülkede seni para karşılığı erkeklerle yatmak zorunda bırakanlar utansın, “çocuklarım için her şeyi yaparım” diyen bir annenin yaptığını yaptın, annelerin en hasısın sen”…