Büyük insanlar ansiklopedisi

Gizli bir şey söyleyecekmiş gibi etrafı kolaçan ederek kulağıma eğilip önümüzde yürüyen birisini gözüyle  “ büyük adamdır” diyerek işaret ettiği kişinin arkasından uzun uzun baktığımı hatırlıyorum. Çelimsiz, bacakları içe dönük dembil destek yürüyen birisinin büyüklüğü neresindeydi Allah aşkına… Hadi be sen de dercesine burun kıvırıp güldüm, gözlerimi kısarak almaz almaz yüzüne baktım. “Büyük adammış”… Lafa bak… Adamın gittiği yöne doğru yöneldim, söylene söylene yürüyorum. Öfkeliyim, kızgınım.

Kafamı kaldırmamla bizim şefle göz göze geldim. Sırtında her zamanki siyah parkası… Eskimiş, bir yerinden çeksen iplik iplik eline gelecek. Göz ucuyla ayakkabılarına baktım, ahı gitmiş vahi kalmış. Bizim şef iyi koşar, hızlı koşar, polis kovalamalarında nefesinin kesildiğine şahit olan yoktur, kitle eylemlerinde bir kez bile yakalanmamıştır. “Ulan dedim, koşarken ayakkabılarını eline mi alıyor yoksa bu ayakkabılarla düz yolda bile yürünmez”. Beni görünce o meşhur gülümsemesiyle gülümsedi.

İyi adamdır bizim şef, öyle şeflik kuruntusu filan yoktur. Herkesle arkadaş gibidir, bizi dinler, sorunlarımıza eğilir, eksikliklerimizi tamamlar. Hatta bir çok kez onun iyi niyetini istismar ederdik, bilirdi bunu ama yine de arkadaşlarımızdan kimseyi kırmaz, sadece “sizi gidi küçük burjuvalar sizi” derdi de öfkesini belli etmezdi. Ne yalan söyleyeyim fırtına gibi de ataktır, gözünü budaktan esirgemez.

“Hayrola dedi, dalgınsın”.

“Şef dedim, gözünün içine bakarak”…

“Ne var” der gibi başını salladı…

“Şef” dedim, “sen devrimci harekette çok bilinen bir isimsin. Herkes seni biliyor, tanıyor, sana saygı duyuyor. Sen çok meşhur birisin. Sen bizim gibi küçük burjuva değilsin”.

Güldü, yanılıyorsun dedi, biz hepimiz küçük burjuvayız. Devrimci eylem içinde arınmaya çalışıyoruz, siz de ben de”.

Bu şefin benimle ince ince dalgasını geçtiğinden hiç şüphem yoktu. Bana birisinin küçük burjuva demesi anama sövmesi kadar zoruma giderken adama bak, o da kendisine küçük burjuva diyor.

Adamın arkasından yürümeyi bıraktım. Şefle yan yana yürümeye başladık. İçine doğmuş gibi tekrar “hayrola” der gibi başını salladı. Dedim ya şef iyi adamdır, şu adamın sanki bana çok önemli bir şey söyler gibi söylediği “ büyük adamdır” densizliğinin ne kadar zoruma gittiğini anlatmakla anlatmamak arasındaki kararsızlığımı yenmek için onun beni cesaretlendirmesine ihtiyacım var.

Bütün cesaretimi toplayıp “ sana hiç büyük insansın” diyen oldu mu?

Kestirmeden, lafı dolaştırmadan konuştu. Gayet sakin “yoo, dedi”.

“Hâlbuki sen…”

“Hâlbuki ben de senin gibi bir insanım”. “Ayrıca kendi kendine büyüklük payesi veren insan zavallı bir hastadır, ruhsal problemi vardır. Biz devrimciyiz, bizim büyüklüğümüz afra tafrada, gösteriş fiyakada, ya da asık suratlı korkuda değil, anlayışla, metanet ve sabırla insanların kalbinde yarattığımız sevgidedir.

“Saçmalıyorsun şef”… Diyemedim tabi.

Dilimin altında bir şeyler olduğunu fark etmişti. Anlatsana dedi. Benim de aradığım tam da bu değil miydi?.

Hiç vakit kaybetmeden hırbo birinin kendisi gibi hırbo birini gözüyle işaret ederek bu adam için bana “ büyük insan” dediğini anlattım, baştan sona anlattım. Öfkemin, kızgınlığımın sesimin tonuna yansıdığının farkında bile değildim.  Mesela sen dedim, mesela biz… Gecemizi gündüzümüze katıyoruz, esamimiz bile okunmuyor da.

Adamın sanki ünü bizim gibi kasabaları şehirleri tutmuş, mahallelerin aranılıp sorulanıymış, gecekonduların bizsiz olmazıymışı gibi “büyük adammış”… Bu payeyi sana ya da senin gibilere verse “ sen büyük adamsın” dese bir diyeceğim olmaz elbette ama şunun büyük adam dediği kişiye bak hele… Neymiş bu adam yahu, duyanlar da Asya fatihi, Gordion düğümünü bir kılıç darbesiyle tuz buz eden büyük İskender sanacak. Ya da Leonardo Da Vinci, Mikelanjelo gibi bir sanat dâhisi… Önüne arkasına bakmadan yambul yumbul yürüyen birisine büyüklük payesi vermek de bizim insanımıza has olsa gerek… Onlar için savaştığımızın, canlarını, mallarını namuslarını faşist saldırılardan korumak için canımızı dişimize takip, kurşunlara siper olduğumuzun farkında bile değiller…  Ne dersin şef?…

Ya dedi, bak hiç öyle düşünmemiştim. Beni destekleyeceğini beklerken “ ya öyle mi” demesin mi?. Bozuldum tabi ama, bozuntuya da vermedim.

“Gerçi” dedi, “gerek kendi aramızda birbirimize ajitasyon çekerken, gerekse mitinglerde filan sesimizi mikrofonun diyaframını parçalarcasına  “halkımız” diye yırtınmamız adettendi ama doğrusu halkımızın bizi iplemediğini bilirdik.

Nereden mi bilirdik”

“Soru mu şimdi bu da yahu”.. Beklentimiz şu değil miydi?. “Bakın biz sizin için gecemizi gündüzümüze katıyoruz, siz de arkamıza takılıp siz bizim devrimci öncülerimizsiniz” deyin… Demediler, bu gidişle diyecekleri de yok.

“Ama” dedim…

Aması şu ki o miting ortamları hoştur, bizi coşturur, devrim ve sosyalizm hayali kurmamıza yataklık ederlerdi. Bizim de bu nedenle buralarda olmak hoşumuza gider…

“Yahu bu şefi bu kadar sevmesem diyeceklerimi bilirim ben. Şu lafı şefin dışında birisi etse valla basacağım siktiri”…

Koluma girdi. Bak dedi birlikte yaşadığımız, tanıklık ettiğimiz birçok olay var. Mesela, gece çatışmalarında hani polislerle faşistler üzerimize birlikte saldırıyor ya… Farkında mısın, hiçbir arkadaşımız yakalanmıyor. Nedenini düşündün mü hiç?. Bizler mucizevi varlıklar değiliz ama gerçekten onca ablukaya alınmamıza rağmen yakalanmamamız bir mucize. İşte bu mucizenin yaratıcıları o “büyük insanlar”. Mesela, tam çatışmaların göbeğinde gecenin üçünde dördünde uyumayıp penceresinden polisin nerede pusu kurduğunu gözetleyip bize penceresinden nereye kaçacağımızı bildiren o yaşlı nine… Taş duvara sürtüne sürtüne elinde peynir ekmek taşıyan o küçük kız… Hatırladın değil mi?. Kim bilir bunların adlarını, sanlarını. Ya da kaç kişi böylesine riskli bir sorumluluk üstlenir. Biz mahalleye geldiğimizde bir kişiyle tanıştık, sadece bir. Ürkekti, çekingendi o. Geleli altı ay oldu olmadı. Bir de şimdi bak… Devrimciler mahallenin sevgilisi oldular, erkeği, kadını kızı, büyüğü küçüğü bu hareketin adsız neferleri oldular.  Hâlbuki bir yakalansalar, ya da birimiz çözülüp adlarını versek maruz kalacakları işkenceleri, hapse girince çıkamayacaklarını, evlerinin yuvalarının dağılacağını bizim kadar iyi biliyorlar, ama bu insanlar her gün çoğalıyorlar ve gerçekten mucizeler yaratıyorlar. İşte bizim büyük insanlarımız… Büyüklükleri de buradadır.  Afra tafra etmeyi sevmezler, sessiz ve vakur biçimde üstlerine düşeni yaparlar. Doğru ve doğal, temiz ve pak insanlarımız…

Yüzümü yere eğdim, o ise habire benimle değil de gözlerimle konuşuyor gibi habire gözümün içine bakıyordu. Sesini yükselttiğinin farkında değildi.  Akıcı konuşması, yerini üst üste sert tonlarla vurguladığı sözcüklerin kesik kesik dilinden dökülmeye başlamasıyla kesildi…

Sert bir yüz ifadesiyle gözümün içine bakarak “bulunmaz Hint kumaşı kompleksinden uzak” dedi…

Bize güvenmeleri gerekiyor değil mi… İşin en zor yanı da bu bence… Binlerce yıldır korkunun, sindirilmişliğin cenderesinde yaşayan halkın güvenini kazanmak zordur,  ciddi çaba gerektiren, uzun, meşakkatli ve kesintisiz bir süreç… Bir kez onların güvenini kazandın mı gerisi gelir. İşte o zaman başardık demektir. Şayet bu gün bize mesafeli duruyorlarsa bu kabahati onlarda değil kendimizde aramamız gerekir.

Sana “ büyük insan” diye tarif edilenin kim olduğunu bilmiyorum. Ama söyleyen kişi böylesine içten söylemişse vardır bir bildiği, gerçekten büyük insandır.

Bizim şef elimin kalem tuttuğunu bilirdi. “Şef dedim, teşekkür ederim. Bir gün bizim insanlarımızı yazacağım. Bir ansiklopedileri olacak. “Meşhur adamlar ansiklopedisi”

Güldü bizim şef. İyi edersin ama ansiklopedinin adını beğenmedim.

“Peki, şef dedim senin önerin ne?”

“Büyük insanlar ansiklopedisi”.

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.