Ay Yüzlü Çocuklar

Çocukluk işte… Sanki hiç büyümeyecektik, sanki hayatın meşakkati kâbus gibi omuzlarımıza çökmeyecekti de bu ekmek elden su gölden harcı âlem günler hiç bitmeyecekti. Anamızın süpürgesi kıçımızda, babamızın tokadı yüzümüzde patlasa da biz o gece yarılarına kadar süren itiş kakış oyunlarımızdan hiç vazgeçmeyecektik. Yazın tarla bağ, mal maşat işlerinden pek fırsat bulamasak da kışın ayazında, yarı belimize kadar gömüldüğümüz karın içinde, burnumuzu çeke çeke, debelene debelene birbirimizi elimizle koymuş gibi buluverirdik. Çorak damlı evlerin pencerelerinden yer yer sokağı aydınlatan kasvetli, yarı ölgün ışıkta gölgelerimize basıp geçerdik. En çok da köyün üstüne gecenin çökmesiyle evimize dönerken üstüne basarak geçmek zorunda olduğumuz küllüğe… Devamı

Fırtına

Bozkırların bıçak gibi kesen soğuğu ile beynin içinde fokurdayan cehennem sıcağının ortasında büyüyen birisinin sahil kasabasının gizemli şafağına uyanmasındaki şaşkınlık nasıl tarif edilebilir ki… Uzaktan duyulan belli belirsiz köpek havlamaları ile horoz seslerini sahile vuran dalgaların sesleri bastırıverir… Köpek havlamaları ve horoz sesleri, çocukluğumuzda tahta iskemleli açık hava sinemalarında izlediğimiz filmlerin bir iki sahnesinde görünüp kaybolan figüranlardır. Asıl oğlan ve kasabalıların ağzının suyunu akıtan edalı güzel ise şafakta sahile vuran dalgaların çıkardığı sese eşlik eden ıssız kasaba sokaklarının serinliğidir. Ateş böcekleri gibi birbiri üstüne binen, birbirleriyle oynaşan, kayıp giden, yerinden kımıldamayan, bir tepeye çıkıp elinizi uzatsanız avcunuzun içine konacak kadar… Devamı

Uğultulu Rüzgârlar

Kaçaktık ikimiz de. Bulunduğumuz şehirde harekât alanımız daralmış, çareyi şehri terk etmekte bulmuştuk. Diğer arkadaşların durumu da bizden pek farklı değildi. Onların evinde de saklanamazdık, bu polise açık adres vermek demekti. Yani kendi başımızın çaresine kendimiz bakmak zorundaydık. Hatırladığım kadar o yılın Mayıs ayıydı. Gece yarısına kadar arkadaşımın tanıdığı birisi yarı ürkek, yarı çekingen gecekondusunun kömürlüğünde kalmamıza izin verdi. Serbestte olan bir arkadaşımız gideceğimiz yer her nereyse oraya götürülmemiz için bağlantı kuracak, ondan haber bekleyecektik.  Kömürlük sahibinin bir no.lu bildirisi yüzümüze okundu… “ Vatanın selameti ve ülkemizin bekası için kömürlükten hiç dışarı çıkılmayacak”…Tamam, çıkmayız… Adam ikna olmuyor… Bir kez evet… Devamı

Çakıl Taşlarının Ölümü

Şehirlerin sokaklarına, caddelerine, meydanlarına serpilmiş çakıl taşlarıydılar, ufacık tefeciklerdi de adlarının neden cüsselerinden büyük olduğuna bir anlam veremezdim. Kantarda çekilseler sekiz okka çekmezlerdi amma mesleğinin erbabı dülgerler gibi yeryüzünün enlemini boylamını arşınlayıp, bok heriflerin boka çevirdiği dünyayı çöplüğe atıp, çocukların gülüşüne çiçeklerin rengini katarak yeniden kurma cüretlerini nereden aldıklarına da, ölü şehirlerin neden onlarla canlandığına da akıl sır ermezdi. Öyle adlandırırlardı kendilerini “biz çakıl taşlarıyız” derlerdi. Bilmem mi canım dedim çakıl taşlarını, bazen fırtınalı denizlerin dalgalarının kamçıları derilerini soyuncaya kadar yıkanırlar, bazen yazın sıcak kumsallarında sere serpe güneşlenirler. Değişik renklerde değişik büyüklüklerdedirler ama ne yalan söyleyeyim hiç birinin kir pas… Devamı

Tamirci-2

Yaz ayı rehavet ayı derler ya… Bu güzelim yaz aylarının yıldızlı gecelerinde ıssız sokakların çekiciliğine kendini kaptırıp, hafif esintilerde gömlekleri havalanmayanlar, duru gökyüzünün derviş hoş görüsüne gülümseyen yüzleriyle bir selam çakmayanların hasetlerinden çatlamasından mıdır acaba bu güzelim yaz aylarına rehavet ayı demeleri. Gün ağarıncaya kadar amaçsız, sebepsiz bilinmedik sokaklara girip çıkmayanların, ıssız parkların banklarında bir sigara molası verip, dünyanın ahvaline dalıp dalıp giderken ta ötelerinden, ciğerlerinden sökülüp gelen arı bir saflıkla iç geçirmeyenlerin yaşadıkları o havalı hayatlarına da tüküreyim, saya saya bitirmedikleri mallarının mülklerinin de ta amına koyayım. “ Tabi ya derim, köleler köleliklerini kutsadıkça sizin gibi zübükler de baş… Devamı

Tamirci

Yaz ayı rehavet ayı derler ya… Bu güzelim yaz aylarının yıldızlı gecelerinde ıssız sokakların çekiciliğine kendini kaptırıp, hafif esintilerde gömlekleri havalanmayanlar, duru gökyüzünün derviş hoş görüşüne gülümseyen yüzleriyle bir selam çakmayanların hasetlerinden çatlamasından mıdır acaba bu güzelim yaz aylarına rehavet ayı demeleri.  Gün ağarıncaya kadar amaçsız, sebepsiz bilinmedik sokaklara girip çıkmayanların, ıssız parkların banklarında bir sigara molası verip, dünyanın ahvaline dalıp dalıp giderken ta ötelerinden, ciğerlerinden sökülüp gelen arı bir saflıkla iç geçirmeyenlerin yaşadıkları o havalı hayatlarına da tüküreyim, saya saya bitirmedikleri mallarına mülklerinin de ta amına koyayım. “ Tabi ya derim, köleler köleliklerini kutsadıkça sizin gibi zübükler de baş… Devamı

Gelincik Fırtınası

Yetişkinlerin değilse, her ikisinin de ileriki yıllarında zaten bir daha yaşayamayacakları, dudaklarında bir gülümseme bırakacak anılar biriktirdiği, hayatın kaygılarından, tasalarından azade bir çocukluk yıllarını geride bırakalı çok uzun zaman olmuştu. Yine de birkaç yıl sürmüş olan çocukluk anılarından alamazlardı kendilerini. Yaşadıkları çocukluk şunun şurasında üç yıl, bilemedin beş yıldı. Beş altı yaşlarında var ya da yoklardı. Ailenin geçim kaynağı üç oğlakla beş keçinin peşinden koşmak Zeynebin işiydi. Kıvır kıvır saçları, dudağından eksik etmediği gülümsemesi, çayır yeşiline meydan okuyan gözleriyle evinde bir kedi uysallığında olan kız, otlatılması için ailenin kendisine emanet ettiği koyunların, keçilerin sarp dağların eteğindeki mezraya salıverilmesiyle yırtıcı bir… Devamı

Ana

“Kızım, abin mi geldi, kapıya bakıver”…Ana, kızına günde kaç kez verirdi bu buyruğu, kuşluk vakti mi, ikindiüstü mü, gece yarısı mı, sabaha karşı namaza kalktığında mı? Kaç kez… Her duyulan ses, her kapı tıkırdayışı ananın sağ salim gelmesini beklediği oğlunun ayak sesiydi… Yıllar sürmüştü ananın oğlunu bu bekleyişi. Yazıyla kışıyla, baharıyla güzüyle kaç yıl beklemişti oğlunun gelmesini… Geçen yıllar evin avluya bakan pencerenin ahşap pervazlarını eskitmişti de, ananın ne gözlerini yormuş, ne de bekleyiş umudunu örselemişti.    Kızı, ses çıkarmadan, anasına itiraz etmeden, abisinin gelmeyeceğini, gelemeyeceğini bile bile kapıyı açar, kapar. “ Yok ana der, abim değilmiş”… Anasının, evin avluya bakan… Devamı

Yolcu

Ilık bir ilkyaz gecesiydi. Açık, mavimsi gökyüzünde yıldızlar ıpıl ıpıl oynaşırken gri, kalın bulutlar önünü kesmese ay, neredeyse evrende yeri bilinmeyen, haritada gösterilemeyecek kadar küçücük, dünyanın en ücra bir köşesindeki kınalı tepenin ruhunu öpecek kadar yaklaşmıştı yeryüzüne… Kınalı tepenin kınası tanrı vergisiydi. Ta uzaklardan görünürdü tepesinden eteklerine uzanan, her birinin boyu yıldızlara değecek kadar uzun ağaçların salkım saçak dallarındaki, yapraklarındaki kınanın rengi. Bir aileydi kınalı tepe. Taşı toprağı, ağacı dalı, kurdu kuşu börtü böceği ile… Komşulardı ay, güneş ve yıldızlarla. Güneş sıcağını, ay ışığını salıverir,  bohçalar dolusu yıldızlar uğur böcekleri gibi konardı kınalı tepeye… Ardı arkası kesilmezdi şölenlerin şenliklerin… Kınalı… Devamı

Kambur

Yıllar önce, yere paralel uzanmış bedenini taşıyamayan bacaklarına söylene söylene, apartmanın merdiven başlarında dura dinlene, devasız derdine derman aramaya gelmişti ilk buraya.  Yıllar geçmişti aradan, şimdi yine aynı yerdeydi, aynı doktorun şifalı ellerinden şifa bulmak için gelmişti. Şu doktorlar ne yetenekli insanlardı… Tanrının eğri büğrü, iş olsun diye yarattığı kulunu tornadan çıkmış gibi kusursuz biçimde yeniden yaratmışlardı. Dam duvarına yapıştırılmış hayvan tersi gibi eğri büğrü yüzünden heykeli dikilecek kadar yakışıklı bir erkek yüzü, Pazar artığı patlıcanın tesadüfen kaşlarından aşağı ağzına doğru uzanan burnundan estetik şaheseri bir burun, salyangoz ağzı gibi belli belirsiz açılıp kapanan ağzından divan şairlerinin bile tasavvur edemediği kıpır… Devamı