Şehrin Hırçınları
“Kel tepelere otağ kuranların içindeki ormanı kim görebildi ki… Söylesene dedi, senin üryan bıçkınlığının, asra bedel sandığın âleme kafa tutan gözü karalığının ömrü asra mı bedeldi, bir kelebek ömrü kadar mıydı?”. Derin bir iç çekip nargilesinden bir duman aldı, önündeki sandalyeyi tekmeleyerek öte itip, elinin ayasıyla masaya vurduğu sesten kahvedekiler irkildi. Başını dört yana çevirdi, çevreyi süzdü, oyun oynayanlara, tavana, duvarlara, sandalyelere, masalara baktı. Sessizce tekrar sandalyesine oturdu. Başıyla onaylayarak, itirazsız dinliyordu Hüseyin. Hüseyin konuşanın bir parçası gibiydi, onun eli ayağı, gecesi gündüzü gibiydi. Mızrağı olmasa da usturalı şövalyesi, sadık can dostuydu. Kabadayılar âleminde adının Hüseyin olduğunu bilen pek olmazdı…. Devamı