Şehrin Hırçınları

“Kel tepelere otağ kuranların içindeki ormanı kim görebildi ki… Söylesene dedi, senin üryan bıçkınlığının, asra bedel sandığın âleme kafa tutan gözü karalığının ömrü asra mı bedeldi, bir kelebek ömrü kadar mıydı?”. Derin bir iç çekip nargilesinden bir duman aldı,  önündeki sandalyeyi tekmeleyerek öte itip, elinin ayasıyla masaya vurduğu sesten kahvedekiler irkildi. Başını dört yana çevirdi, çevreyi süzdü, oyun oynayanlara, tavana, duvarlara, sandalyelere, masalara baktı.   Sessizce tekrar sandalyesine oturdu. Başıyla onaylayarak, itirazsız dinliyordu Hüseyin.  Hüseyin konuşanın bir parçası gibiydi, onun eli ayağı, gecesi gündüzü gibiydi. Mızrağı olmasa da usturalı şövalyesi, sadık can dostuydu. Kabadayılar âleminde adının Hüseyin olduğunu bilen pek olmazdı…. Devamı

Yağmurdan Sonra

Eskiden çok yağardı böylesi yağmurlar. Görmüş geçirmiş yaşlılar ansızın bastıran sağanağa “kız nazı, birazdan geçer” derlerdi. Önce çiselemeyle başlar, aldırmazsınız, her ne iş yapıyorsanız işinizi bırakıp bir duldaya ya da bir duvar dibine sığınmak aklınızın ucundan bile geçmez,   birazdan kesilir dersiniz. Sonra poyrazın kamçıları yüzünüze acı bir tokat gibi inmeye başlar başlamaz, ateş kıvılcımları saçan şimşekler çakmaya,  yeri göğü inleten gök gürlemelerinin ardından gökyüzünden yeryüzüne ulanmış bir sicim gibi düşen damlalar gözünüzü bile açmaya fırsat vermeden sizi sudan çıkmış balığa döndürür.  Yaşlıların “ kız nazı” dediği bu muydu acaba… Çocukluğumdan aklımda kalan sağanak yağmurlar bir anda bindirir, kısa sürede hafif… Devamı

Flüt ve Melodi

Gök kubbe bütün evrenin, bütün yer kürenin ortak çatısı değil miydi, onun altında doğmuş, onun altında büyümemiş miydik?  Biz onun çocuklarıydık, kimimiz sarı saçlı, çekik gözlü, kimimiz esmer kara gözlüydük.  Ne demekti onun ırkı, bunun dini, şunun inancı… Biz çocuklarının tümünü bağrına basan, bize yaşamı eşit, özgür armağan eden anamız değil miydi?… Anamızın çocuklarını bunca gözetmesine, bunca korumasına, bunca cömertliğine karşın gök kubbenin çocuklarının gecelerini karabasana, gündüzlerini kâbusa çeviren, el ele tutuşup birlikte şarkılar söyleyip, mataradaki suyumuzu, çıkınımızdaki ekmeğimizi paylaşan biz evlatlarını birbirine düşüren, yağırı çıkmış omuzlarımıza kurduğu tahtı revanda saltanatlarını sürdürmek için onurumuzu demir pençeli çizmeleri altında gök çimeni… Devamı

Profesör A

“Biz, insanların tenine dokunmayı marifet sandık, ruhuna dokunamadığınız insan, kendine dokunmak için harcadığınız çabanın farkında bile değildir. İnsan, kendine dokunuşunu teninde değil, ruhunda hisseder. Bu günkü şaşkınlığımızın nedenini burada aramak gerekmez mi?” Gerçek adının ne olduğunu yakın çevresindekilerin dışında kimse bilmezdi. Bizim dilimizde de adı buydu, Profesör A aşağı, Profesör A yukarı… O günün koşullarında her mahallede dünyanın ekseninin kendi etrafında döndüğüne inanan sayılarını bile hatırlamadığım örgütler vardı… Kendi aramızdaki “en büyük örgüt bizim örgüt” çekişmesini ve bu yüzden kırdığımız kalpleri bir kenara bırakırsak İtiraf etmeliyim ki her biri gözünü budaktan esirgemez ateş parçalarıydı, inançlarının kutsallığına şapka çıkarılırdı. Profesör A,… Devamı

Tuhaf İnsanlar

Anadolu’nun kırsal kesiminde bilmem kaç yıl sosyolojik araştırmalar yapmıştı. Deneyimlerini, gözlemlerini makalelere dökmüş, televizyonlarda programlara çıkarılmış,  yazılı ve görsel medyada ateş püskürüyordu… Ne tuhaftı şu kocaman kocaman adamların el kadar çocukların ense köklerine vurdukları tokattan aldıkları anlatılmaz haz… Ağlardı çocuklar; ürkekçe, ense köklerine bir tokat daha yemenin korkusuyla… Büyüklerinin yanında oyun oynamak ayıpmış,  birbirlerine öyle çocukça şakalar yapmaları örf ve adetlerimizle bağdaşmazmış. Babalarının, Dedelerinin yaşındaki koca koca adamların önünde kaydırak oynamak, öyle terbiyesizce bağırıp çağırmak ne büyük terbiyesizlikmiş… Köyün birinde şahit oldum. Meymenetsiz herifin birisi ahırda atların terbiyesine soyunmuş seyis gibi çocukların terbiyeciliğine soyunmuş… Kimisi iğde kütüğüne belini vermiş, kimisi… Devamı

Gece Vardiyası

Vardiyanın ağır toplarındandı. Sessiz, sakin, duru ve güven veren bir kişiliği olduğunu fabrika yöneticileri bile teslim ederlerdi.  O boş gevezeliklerin değil grevlerin, boykotların, direnişlerin adamıydı… Vardiya arkadaşlarının en huysuzunu bile sakinlikle dinler, sözleriyle, davranışlarıyla umut ağaçlarını yeşertir, gönülleri serinletirdi.  Direnişlerde o sakin adamın içine kükreyen bir panter girer, işten atılma, aç, açık kalma tedirginliklerini giyinerek meydanlara gelen her bir işçi onun kükreyen narasıyla endişelerinden arınır, korku gömleklerini çıkarıp atarak, grevlerin meydan okuyan narin, saydam tüllerine bürünürlerdi. Polisin kameralarla, videolarla çektiği görüntülerin her birisi “uzmanlarca” incelenir,  gerektiği zamanlarda kullanılmak üzere arşivlerde yer alırlardı. Bu “yanılmaz” uzmanlar, rutin günlük yaşamını sürdüren sıradan… Devamı

Nihilist

Sıradan bir günün akşamüstü telaşı… İşin bu ya… Hani para kazanmak zorundasın ya,  para da bu adamda ve sen bu adamın işini yapıyorsun ya… Bok herifin birisi… Görgüsüz, kaba, hantal ve aptal… Kendini, parasının ayrıcalıklı kıldığına inanan bu avul uvul zırtapozun,  aptallığını zekâ pırıltısı olarak sunan, kendince bu “çok önemli şahsiyetin” kendini methiyesini dinliyorum. Ya da dinlediğimi sanıyor… Bir restorandayız… Şık ve alımlı bir genç kadın servis yapıyor… Güler yüzüyle  “buyurun efendim” diyor… “Şöyle yağlısından Adana, bir buçuk haaa, acılı şalgamı da unutma” derken kasılıyor. Garsona işaret ediyorum, “beyefendiye bir duble de viski diyorum, iyisinden”. Velinimetim duymuyor “ne dedin” diyor…. Devamı

Rüzgârlı Tepeler

İşte böyle bir şeydi hayat… Doğarken çıplak ve yalnız doğardın, ölürken iki metre kefen beze sarılır yalnız defnedilirdin. Yalnızca musalla taşında “merhumu nasıl bilirdiniz” sorusuna cenaze cemaati usulen de olsa “iyi bilirdik, mekânı cennet olsun” derlerdi. Gerçekten iyi miydik ya da gerçekten iyi mi bilinirdik… Mesela üç kuruşluk dünya malı için bütün hınç, öfke ve kinimizle tilkinin duvarı aşıp kümese daldığı gibi bütün hatırı, gönülü yıkıp kırmızı görmüş azgın boğalar gibi birilerinin boğazına mı sarılırdık… Hele ki gözümüze kestirdiğimiz av bizden zayıf, arkası önü olmayan çaresiz biriyse… Hay şu ömür boyu bitmez tükenmez sahtekârlık mirasını bize bırakanlardan Allah razı olsun…… Devamı

Kadın

Son güzün başlamasıyla kış bastırıverirdi. Kar yolları kapar, su buz kesilirdi. Güneş Mayısta yüzünü gösterip şöyle dışarı çıkılır hale gelmeden suların buzları çözülmezdi. Yaz mevsimi mi… Onun da olup olacağı üç ay, gerisi yine kış. Çocukları, öğretmenlerinin verdiği ödevi ezberlerken dört mevsimi sayarlardı da her halde bu dört mevsim başka yerlerde yaşanırdı. Buraların mevsimi ikiydi; dokuz ayı kış, üçü ayı yaz. Buralarda bahar yoktu ki toprak kendini rengârenk çiçeklerle donatsın. Güz yoktu ki sararmış yapraklar dallarını terk etsin. Hani hiç olmaz da değildi de yalap şalap şöyle bir görünüverirler, bir de bakmışsın gece yarısı yağan kar dalları işgal etmiş, yaprakları… Devamı

Çay, kahve falan

Ağustos sıcağında yorgunluktan ter burnundan damlarken abisinin ”yine arabanın tekerleğini mi kırdın” serzenişine çıldırmışçasına bir öfkeyle “arabasının da, atının da tekerleğinin de” diye çıkıştığında, kırılan tekerleğin parmaklıklarını sökerek çiğdem kazığı yapma derdinde olan beş altı oyun çocuğu velettik. Biz veletler çiğdem kazığı yapma derdindeydik,  koyunun can derdinde olması kimin umurundaydı. Sakar Musa arabayı debil destek, kasislere ine çıka, atları nefessiz koyacak kadar tırısa kaldırırken son kasiste arabadan gelen çatırtı arabayı bir tarafa, sakar Musa’yı diğer tarafa savuruvermişti. Çelebi adamdı Necati emmim, “canın sağ olsun, şükür sen de bir zarar ziyan yok ya” demekle yetinmiş, biz veletlere de “kulağınızın dibine tokadı… Devamı