Demokrasi ve Din/02

Demokrasinin ve demokratik kazanımların genişletilmesi ile korunması arasındaki farkın birbirine karıştırılması, her iki eylemin araçlarının ve hedeflerinin farklı olması öncelikle her iki politik, kültürel ve siyasi eylemin farklılıklarının kavranmasını gerekli kılar. Son günlerdeki basın üzerinde estirilen teröre karşı “bu demokrasi değildir” çıkışı kavramların birbirine karıştırılmasıdır. Benzer yazılarımızda ısrarla vurguladığımız gibi demokrasiden söz etmenin koşulu öncelikle kapitalist toplumda çıkarları birbirine zıt sınıf ve katmanların haklarının yasalarca güvenceye alınması ve kullanılması konusunda her iki sınıfın yönetme ve denetleme konusunda toplumsal uzlaşmaya varmalarıdır. Özellikle başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun diğer çalışan kesimlerinin sınıfsal bütünlüklerinin korunması, serbestçe örgütlenmeleri, ekonomik ve politik ifade biçimlerini, yönetici sınıfa karşı bir denetleme unsuru olarak geliştirip korumalarına olanak sağlayacak koşulların varlığını şart kılar. Demokratik kazanımlardan söz edilebilmesi için demokrasinin varlığı olmazsa olmaz koşul değildir. Örneğin basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü demokratik bir hak olarak savunulmalı korunmalıdır. Ancak bunun için tanımı yapılan demokrasinin koşulsuz işlemesi şart değildir. Demokrasilerde elbette demokratik hak ve özgürlüklerin korunması, geliştirilmesi daha uygun ortamlar yaratır, demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlarının korunmasıyla birlikte genişletilmesi açısından toplumsal ortam daha uygundur. Sınıflar, sınıf bilinciyle hareket eder, sınıfsal kültürlerine uygun davranış ve eylemleriyle sınıfsal alanlarını korur ve geliştirirler. Demokrasinin işlerlik gösterdiği toplumlarda da yönetici sınıflar sık sık emekçi sınıfların kazanımlarını yok sayma girişiminde bulunmuşlar, devlet zorunu bu amaçla kullanmışlardır. Ancak yönetici sınıfların bu saldırıları emekçi sınıfların sınıf bilinci kapsamında örgütlülüklerinin ifadesi olan ekonomik ve politik örgütlerinin direnişiyle geri püskürtülmüştür. Tarih bu konuda inişli çıkışlı olaylar zinciridir. Belirleyici unsur sınıf bilincidir ve bilincin maddeleşerek örgütlülüğe dönüşmesidir. Bilincin ve örgütlülüğün gelişmiş olduğu ülkelerde yönetici sınıfların saldırılarının boyutu, çapı ne olursa olsun bu saldırılara karşı sınıfsal refleks ve direnişle karşı konmuştur, mücadele işçi sınıfının yenilgisi ile sonuçlansa bile mücadele cephesi terk edilip teslimiyet bayrağı çekilmemiştir. Demokrasi, yönetici sınıfların emekçi sınıflara bir bahşişi, ihsanı ya da iyi niyeti olmayıp uzun süreye yayılan, yenilgi ve kazanımların birbirini takip ettiği uzun, zor ve çetrefil mücadelesinin sonucu elde edilen ekonomik, politik, siyasi ve kültürel haklar bütünüdür. Eş zamanlı olarak Türkiye’de dinci örgütün darbe girişimi ve sonuçları gerekçe gösterilerek, Fransa’da ise çalışma yasalarının protestolarına ilişkin örgütlü eylemlere karşı ilan edilen OHAL in uygulanmalarında Fransız burjuvazisi emekçi kesimlerin kazanılmış haklarının ortadan kaldırılmasına ilişkin “gece ayakta” eylemiyle sert bir direniş gösterirken, OHAL uygulaması temel demokratik hak ve özgürlüklere dokunamazken, Türkiye’deki uygulamayla kıyaslanmamasında temel faktör Fransız emekçi sınıflarının sınıfsal bilinç ve refleksleriyle hareket etmeleridir. Fransız emekçi sınıfların soruna yaklaşım biçimi sınıfsal kazanımların korunması iken ülkemizdeki toplumsal yaklaşım “ dinsel beklentilerin gerçekleştirilmesine” odaklanmış, AKP iktidarının dinsel söylemlerinin arkasına takılmış durumdadır, sınıfsal bir sorgulama ya da bu bağlamda sınıfsal bir tepki söz konusu değildir. Öyleyse birinci sorun şudur: Toplumsal yaşamda sınıfların davranış farklılıklarını gün yüzüne çıkaran sınıfsal bilinçtir. Dinsel argümanların dayatıldığı ve toplumsal yaşam biçimine getirildiği toplumlar sınıfsal farklılıkların farkında bile değildir, ya da toplumsal etkisi olmayan cılız bir ses durumundadır. İşte bu noktada yönetici sınıfların tam da istediği budur. Toplumun sınıfsal farklılıkların bilincinde olmaması yönetici sınıflar için dikensiz gül bahçesidir ve bu anlamda da toplumun dinsel yaşamın argümanlarıyla düzenlenmesine ilişkin yönelimlerinde anlaşılmaz bir şey yoktur. Burjuvazi, temel iktidar dayanağı din olan feodalizmi iktidardan alaşağı ederken öncelikle iktidarın din ayağını toplumsal yaşamdan silip dini ait olduğu yere, kiliseye, havraya, camiye çekilmeye zorlarken ilericiydi. Dinin toplumsal yaşamdan çekilmesiyle aklın eleştirisinin toplumsallaştırılması, felsefenin bilimin gelişmesinin de ana etkenidir. Sosyalizmin bir bilim olarak ortaya çıkışının kökeni de burada yatmaktadır. Sosyal bilimlerin o güne kadar ağırlıklı olarak esas aldıkları dinsel motifler aklın eleştirellik kazanmasıyla burjuva aydınlanma dönemini, burjuva aydınlanma dönemi ise sosyalizmin bir bilim olarak doğmasına yol açmıştır ki, Türkiye solunun genellikle burun kıvırdığı ve ancak her ne hikmetse elden kaçırıldığı bugün farkına vardıkları laisizm, aydınlanma ve akıl çağının en başta sayılması gereken ilerici toplumsal kazanımıdır.

Bugün AKP iktidarının on beş yıldır yöneldiği toplumsal yaşamı dinselleştirme girişiminin altında yatan, dini argümanlarla eğitimi düzenleme, topluma dinsel verileri pompalama eğilimlerinin altında yatan sebep budur. Yani toplumsal, sınıfsal çelişkinin üstünü örtmek, sınıf olarak çıkarları taban tabana zıt emekçi kesimlerin bile kitlesel desteğini alarak yönetimini itirazsız kılmak, cılız seslerin itirazlarına da “ milletimiz böyle istiyor” kurnazlığının ardına gizlenmektir.

Öyleyse bugün toplumun aydın kesimlerince dillendirilen “demokrasi elden gidiyor” sızlanmasını doğru bulmuyoruz. Demokrasi anlayışlarında demokrasiyi bilmem kaç yılda bir yapılan seçimlere, sandığa indirgeyenlerin bu sızlanmasını anlamak mümkün, ancak demokrasi kavramını sınıfların birbirine karşı dokunulmaz haklar elde edilen bir toplumsal yaşam biçimi olarak algılama iddiasında olanların bu feveranlarını anlamak mümkün değildir. AKP nin iktidar olmasına var güçleriyle destek olan, kendilerini liberal olarak tanımlayan kesimin bugün iktidar tarafından tepelenmesi beklenmesi gereken bir saldırıydı. Demokrasinin sınıfsal bileşenlerinden ve olmazsa olmazlarından bi-haber aymazların, dinsel İnanca dayalı iktidarlardan demokrasi beklemeleri de sanırım bize has bir orijinallik olsa gerek.

Demokrasi, bugünün mevcut koşullarında ancak bir demokratik halk iktidarı ile ulaşılacak bir erimdir. Korunması, savunulup sahip çıkılması bugün için kazanılmış bir demokrasi değildir, mücadele ile kazanılacak bir demokrasidir. Kazanılmış ve yaşam biçimi olarak içselleştirilmiş bir demokrasi yoktur, ancak kazanılacak bir demokrasi vardır. Bu günkü AKP iktidarının saldırıları da demokrasiye bir saldırı olmayıp, demokratik kırıntıların kazanımlarına bir saldırıdır. Elbette nasıl ki demokrasi için mücadele meşru bir hak ve ötelenemez bir görev ise demokratik kazanımlara karşı saldırı da savunulması, korunması gereken bir haktır. OHAL uygulamalarına gerekçe gösterilen ve KHK ile yürürlüğe konulan uygulamaların OHAL in amacı olarak gösterilen uygulamalarla da ilişkisi yoktur. Bilindiği gibi OHAL ilanında ve uygulamalarında amacın “bölücülüğün” ve emperyalist/Kapitalizmin uşağı cemaatin darbe girişiminin temizlenmesi olduğu söylenmiştir. Bilinir ki yeryüzünde etnik ya da inanç olarak saf ve homojen hiçbir devlet, toplum yoktur. Aşağı yukarı bütün devletler, toplumlar farklı inanç ve etnik kimliklerden oluşur. Toplumsal bütünlüğü sağlamayı amaçlayan bir iktidar hilesini söylemleriyle ve toplumun ilkel dürtülerini örtüştürerek başka bir şeyi amaçlamıyor ise öncelikle inanç ve etnik köken ilkelliğini ortadan kaldırarak yasal düzenlemelerin adımını atar, ortak yaşam değerlerini kurumlaştırır ve geliştirir. Ortak yaşam kültürünün en belirgin özelliği ise toplumsal kesimlerin kendi sınıfsal kimlikleriyle davranmasını sağlayacak adımların atılmasıdır. Bunun adı işçi sınıfının ve çalışan emekçi kesimlerin ekonomik ve politik örgütlülüğünün önünün açılması, engelleyici faktörlerin ortadan kaldırılması, gelir dağılımının düzeltilmesi, ifade özgürlüğünün serbesti kazanmasıdır. Yani sınıf örgütlenmesinin önünün açılmasıdır. Toplumun sınıfsal güçlerinin serbestçe örgütlenip sınıfsal çıkarlarının etrafında birleşmesi, sınıfların birbirlerinin hak ve özgürlüklerinin tanınması, toplumsal uzlaşmanın bu koşullarda sağlanması, toplumsal bütünlüğün de garantisidir ve bunun başkaca da yolu yoktur. Tarihin yadsınmayan öğretisi de bugüne kadar bu olmuştur. Salt iktidarının korunması amacıyla kendi inanç ve etnik kimliğinin dışındakileri hedef gösteren, yok sayan, sindiren iktidarların “toplumsal bütünlük” iddialarının inandırıcılığı da yoktur. Peki ama bugün demokrasinin temel unsurları olan sınıflar uzlaşması mümkün müdür, maddi koşulları var mıdır?. Konuyu irdelemeye devam edeceğiz…

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.