“Demokrasi ve Din/2” başlıklı yazımızı “Peki ama bugün burjuva demokrasinin temel unsurları olan sınıfların ekonomik, politik, kültürel ve diğer alanlarda uzlaşması mümkün müdür, maddi koşulları var mıdır?” sorusuyla kapatmış, irdelemeyi bu sayıya bırakmıştık. Son güncel gelişmeler, ABD seçiminin göstergeleri, AKP nin CHP ye suç duyurusu,Cumhuriyet gazetesi yazarlarının ve HDP eş genel başkanlarının ve milletvekillerinin tutuklanması, irdelenen konuya yaklaşımın sınıfsal ve ideolojik boyutunun açık ve net olarak tanımlanmasının doğru bir mücadele biçiminin benimsenmesindeki zorunluluğu kaçınılmaz kılmıştır.
Dilimiz döndüğünce irdelenen konularda alıntılar, aktarmalar yapmaktan kaçındık, ancak konunun arz ettiği önem bakımından aşağıdaki alıntıyı yapmak kaçınılmaz olmuştur.
Marksın “ Ezilenler, isabetli muhakeme yeteneğinden yoksundurlar” analizi, günümüz kapitalizminin bütün vahşetiyle saldırganlaştığı bir dönemde, merkez kapitalist ülkeler burjuva aydınlarının bile kapitalizmin gidişatından dehşete düştüklerini ayan beyan ifade ettikleri bir dönemde Clinton-Trump ikileminde ABD seçimlerini hala “Türkiye için hangisi iyi mi, kötümü” üzerinden kitlelere yutturmaya çalışan ve bu toz duman içinde kitlesel algı yaratma başarısı bile gösteren, tipik geri bıraktırılmış ezik ülkenin aydınlarına has çapsızlara ve çapsızlıklara verilen bir yanıttır. Konunun “ Demokrasi ve Din” bağlamında incelenmesinin, Marksın “ezilenler, isabetli muhakeme yeteneğinden yoksundurlar” analizi ile ilişkilendirilmesinin de tam zamanıdır.
Genel kabul gören ve tarihsel/toplumsal pratikle doğrulanan olgu şudur: Faşizm, kapitalizmin bunalımlarının derinleşip krizlerden çıkamadığı, burjuvazinin meşru yöntemlerle yönetme beceri ve kabiliyetini kaybettiği dönemlerin yönetme biçimidir. İkinci paylaşım savaşını takip eden yıllarda tanık olunan klasik faşist yönetimler kapitalizmin krizleriyle eş zamanlıdır. Kapitalizmin büyük bunalımının patlak verdiği ve birinci paylaşım savaşının hemen ertesine tekabül eden 1929 yılı, Alman ve İtalyan Faşizmin iktidar basamaklarını tırmandığı yıldır. Bunalımların ve krizlerin dönemsel özellik taşıdığı, süreklilik göstermediği tarihsel kesitlerde ortaya çıkan faşizm, kapitalizmin bunalımlarını atlatılıp krizden çıkmasıyla yeniden burjuva demokrasisinin sınırlarına çekilmiştir. Hatta öyle ki, Klasik faşist yönetimlerin yenilgisini takip eden, kapitalizmin savaş ekonomisiyle canlanma gösterdiği ve “ kapitalizmin altın çağı” olarak anılan 1960-1975 yılları Merkez kapitalist ülkelerin “refah ülkesi” ve burjuva demokrasilerinin de de altın çağı olarak kabul edilmektedir. Bir başka ifadeyle Merkez kapitalist ülkeler işçi sınıfının en örgütlü olduğu ve burjuva yönetimleri denetleme mekanizmalarını elinde tuttuğu yıllardır. Aşağı yukarı bütün dünyada eş zamanlı patlak veren, yankı gösteren 1968 ilerici gençlik hareketinin gelişip yaygınlaşmasında işçi sınıfının burjuva devletlerin denetim mekanizmalarında etkinliğinin başat faktör olduğu tartışmasız doğrudur. Bu olguyu yaratan Kapitalizmin ekonomik olarak görece refahının yarattığı sınıf örgütlenmesinin direncidir. Ancak, uzun sürmeyen bu dönem kapitalizmin 1980 li yıllardaki bunalımının derinleşmesiyle burjuvazinin işçi sınıfınınkazanılmış haklarına saldırılarının, kısıtlama ya da ortadan kaldırma girişimlerinin de yeniden başladığı yıllardır. Kapitalizm, altın çağının sona ermesiyle birlikte kapitalizmin periyodik aralıklarla içine düştüğü bunalımlar dönemi süreklilik kazanacak ve krizlerin periyodik aralıkları da kısalacaktır. Sürekli bunalım döneminin başlamasıyla birlikte batı burjuvazisi dine karşı mesafeli davranışını terk edecek ve Hristiyanlığını hatırlayacaktır. Faşizmin vahşetini yaşayan batılı ülkelerde ırkçılık yeniden boy atacak, Almanya’da Neo Naziler, İtalya’da çeşitli faşist etkinlikler görmezden gelinecek kitlelerin dinsel ve şoven eğilimlere yönelmeleri el altından devlet kanalıyla körüklenecektir. Kısaca, burjuva demokrasisi kapitalizmin gelişmesiyle birlikte sınıf olarak tarih sahnesine çıkan işçi sınıfının ideolojik, politik, kültürel kazanımlarının ete kemiğe bürünerek maddi bir haline geldiği dönem ile kapitalizmin görece refah dönemlerinin çakıştığı tarihsel kesitin ürünüdür. Bu tanımlamanın kapsadığı alanın kapitalizmin sağlıklı gelişim gösterdiği merkez kapitalist ülkelerle sınırlı olduğunu belirtmeliyiz. Bir avuç Avrupa ve ABD merkez kapitalist ülkeler dışında kalan dünyanın geniş coğrafyalarına dağılmış, kapitalizmin sağlıklı gelişme göstermediği geri bıraktırılmış, emperyalist/kapitalizme bağımlı ülkelerde pratik işlerliği devlet mekanizmasının denetlenmesinde görülen burjuva demokrasileri kapitalizmin hiçbir döneminde var olmamıştır. Örneğin, kapitalizmin altın çağı olarak anılan ve burjuva demokrasilerinin en parlak dönemlerini yaşadığı 1960-1975 yıllarının Asya’da Vietnam, Kamboçya, Laos, Kara Afrika’sından Mozambik, Angola gibi ülkelerde emperyalizmin açık ya da dolaylı işgaline karşı direniş ve ulusal kurtuluş mücadelesi yılları, Latin Amerika’da askeri faşist diktatörlüklerin hüküm sürdüğü yıllar olduğu tarihte dünün notlarıdır.
21. yüzyılı başlarında SSCB nin ve Doğu Avrupa sosyalist ülkelerinin yıkılma sürecinin habercisi Polonya’da bir işçi sendikası olan “ Dayanışma” adlı karşı devrimci sendika “Hristiyanlığa inanç” merkezinde, kitlelerin dinsel inancı Emperyalist kapitalizm tarafından bir silah gibi kullanılmış, Vatikan’ın papası bizzat ve açıkça taraf olmuştur. Sınıf bilinciyle donatılmayan Dayanışma sendikasının salt işçi sendikası olması emperyalist kapitalizmin aleti olmasını engel olmamıştır. Nitekim SSCB dağıldıktan sonra da bu topluluğu oluşturan halklar dinsel aidiyetlerini hatırlamış, daha doğrusu hatırlatılmıştır. Özellikle SSCB nin Özbekistan, Tacikistan, Azerbaycan, Çeçenistan ve daha bir sürü irili ufaklı İslam topluluğu Müslüman halkları emperyalizmin koçbaşı gibi vuruşturduğu etkili silahlar olarak kullanılmıştır. Yine bu yıllarda Bugünkü El Kaide, El Nusra, İŞİD gibi kan dondurucu kitlesel katliamların katilleri İslamcı inanç kullanılarak çıkış noktası Afganistan’da ilerici yönetimlere karşı örgütlenmiş, desteklenmiş ve “Yeşil kuşak” projesi adı altında emperyalist burjuvazinin dini nasıl kullandığı tarihe not edilmiştir.
Kapitalizm daha dün denilebilecek 2008 yılına kadar her ne kadar bunalımlarından kurtulamasa da, bunalımlarından daha ağır sonuçlara yol açan ekonomik ve siyasal krizlerinden nefes alabilecek kadar bir zaman diliminde de olsa başını kaldırabilme kudretine sahip iken, 2008 yılından itibaren içine düştüğü krizden kurtulamamaktadır. Önceki yıllarda Kapitalizmin ekonomik krizi yankılanmasını ağırlıklı olarak geri bıraktırılmış ülkelerin daha çok ekonomik sömürüsü ve daha çok siyasal şiddetiyle bertaraf etmeye çalışsa da bu yıllardan itibaren yankılanma kendisini emperyalist kapitalizmin merkezlerinde de hissettirmektedir. Klasik kapitalizm bunalım ve kriz dönemlerini daha çok sermaye birikimi, daha çok yoğunlaşma ve sömürü ile tekelleşme fırsatına çevirirken, artık yer kürede genişleyebileceği alanlar kalmamıştır. Kapitalizmin krizi, orta ve küçük burjuvazinin iflas etmesi, mevcutküçük ve orta işletmelerin kapanması, işsizliğin artması olarak kendini gösterir, mevcut toplumsal yaşam alt üst olur, toplumda güvensizlik ve kargaşa başlar.Burjuvazi sebebi olduğu çürümüşlüğünü, sınıf bilinçsiz kitlelere sanal gerekçeler göstererek bertaraf etmeye çalışır. Bunun için en etkili silah toplumların en ilkel dürtüleri olan dinsel inancı ve etnik milliyetçiliği harekete geçirmektir. İçeride ve dışarıda sanal düşmanlar yaratır. Hiç yaşanmamış olan toplum tarihinin geriye dönük dönemlerine özlemler yaratır. Putin’in Çarlık Rusyasına , AKP nin Osmanlıya öykünmesinin nedenleri burada aranmalıdır. Bir yandan kitlesel hoşnutsuzluklar, toplumun diri kesimlerinin tepkileri siyasal zor yöntemleriyle bertaraf edilmeye çalışılırken diğer taraftan ilkel dürtü olarak tanımladığımız ve psikolojik olarak geriye eğilimin körüklendiği dinsel ve etnik bağnazlık faşizmin ihtiyacı olan yeni toplumsal örgütlenmenin güçleri olarak sahneye sürülür. Askeri ve siyasi güç bunlardan devşirilir. Açıkça Kontr gerilla görevi verilen paramiliter Sadat örgütlenmesine meşruiyet kazandırılmaya çalışılması ve bizzat devlet eliyle örgütlenmesinin sebebi budur.
Gelinen noktada bu tür paramiliter örgütlenmelerin devlet eliyle oluşturulduğu ülkeler yalnızca geri bıraktırılmış ülkeler değildir. Kapitalizmin ve Burjuva demokrasilerinin merkezi Avrupa ve ABD de aynı süreç hızla tırmanmaktadır. Geleceğine güveni yok edilen kitlelerin bu tür oluşumlar etrafında yer almalarını sağlayan başlıca etmen bu kitlelerin siyasal ve sosyal bilinçlenmeden uzak olmalarıdır. Ana ögesi Din ve etnik milliyetçilik olan gericilik, artık bilinen meşru yöntemleriyle yönetme yetisini kaybetmiş küresel kapitalizmin sistem ve yerküre ölçeğinde faşist yönetimleri inşa etmekten başka çaresinin kalmadığının açık göstergesidir. ABD de Trumpu seçen kitle psikolojisi ile AKP ye yığınsal destek veren kitle psikolojisi aynıdır. Yarınına güvensiz, fareli köyün kavalcılarından medet uman ve kendi sonlarını hazırlayan sınıf bilincinden uzak yığınlar…
Bunun için ısrarla korunacak bir demokrasinin değil, demokratik bir halk devrimiyle, küresel kapitalizmin hayat hakkı tanımadığı toplumsal kesimlerin bütününün ittifakını öngören yığınsal, kitlesel katılımla gerçekleştirilerek elde edilecek bir demokrasiden söz edilebilir. Eksiğimiz olan şey, kitlelerin kış uykusunda olduklarına ilişkin yakınmalardan kurtulup, neyi ne zaman yapabileceği beceri ve tecrübesine sahip, güven veren, ideolojik netliğe ve kapsayıcı örgütsel yeterliliğe sahip sınıf örgütünün yaratılmasıdır. Yerküreyi bekleyen faşizm ya da insanlığın geleceği… İstersek ve gereken emeği verirsek başarabiliriz…