Demokrasi ve Din/04

Bir olgu olarak gözlemlenen ve toplumsal pratik tarafından doğrulanması zamana bağlı olan tespitlerdeki isabetin toplumsal gerçekliğe dönüşmesi bazen uzun yıllar alabilir, bazen sözünüzü bitirmeden çat kapı karşınıza dikilir. Demokrasiyi din bağlamında ele alan irdelemenin ve tartışma ortamı yaratma amaçlı bu irdelemede özellikle ABD seçimlerinde kendini ele veren gelişmeler bu başlık altında ele alınan irdelemelerin isabetini de teslim etmiş oldu. Konunun irdelenmeye değer ve günümüzde başatlık kazanan temel dürtüsü dinin, egemen sınıflar iktidarlarınca bir kitlesel destek amaçlı olarak kullanması, küresel kapitalizmin 21. Yüzyılda sistem olarak ekonomik, politik, siyasal ve kültürel açmazına alternatif iktidar aracı olarak yöneldiği faşizmin, özellikle ve ağırlıklı olarak Müslüman coğrafyada İslamcı kesimi faşizmin kitlesel desteği olarak etrafında toparlayıp örgütlemesidir. Bu söyleyiş biçimi Müslüman olmayan toplumlarda burjuvazinin  dine karşı bağımsız, hayırhah tavır sergilediği anlamına gelmez. Küresel kapitalizm dünyanın her yerinde farklı dinlere mensup kitleleri o dinin inancında faşizmin kitlesel desteği olarak sisteme yedekleyip, yönlendirmektedir.  Yoksa, tek tek kişilerin dinsel inançlarını irdelemek sosyologların görevi olup bizi ilgilendirmemektedir.

21. Yüzyılda boyutlanan, toplumsal yaşamda somut bir varlık olarak yer alan küresel kapitalizmin 19. Ve 20. Yüzyıl kapitalizmlerinden farkı, bu yüzyıllarda yaşadığı bunalımlardan ve içine düştüğü krizlerden kendini yenileyerek çıkış başarısını göstermesidir. Gerçi bu yüzyıllarda da otokratik, despotik, faşist uygulamalara tanıklık edilmiştir, ancak gerek ileri teknolojinin üretimde kullanılması gerekse geri bıraktırılmış bağımlı ülke işçi sınıflarının ucuz işgücü ve bu ülkelerin ucuz ham madde kaynaklarına ulaşım, yeni pazarların elde edilmesiyle bunalımdan kurtulma ve krizlerden çıkma başarısının ardından artık faşist yönetimlere ihtiyacının kalmadığı ve sistemin tekrar “yönetebilir”  yerleşik zemine oturtulabilmesidir.

21. yüzyıl küresel kapitalizminin 19. Ve 20. Yüzyıl emperyalist/kapitalizminden farkı, yerküre ölçeğinde ulaşabileceği bütün Pazar alanlarına ulaşmış, zorlayacağı başkaca Pazar alanları kalmamıştır. Bir başka deyişle, ucuz işgücü ve hammadde kaynağını elinde toplamış, merkez kapitalist ülkeler işçi sınıfının kazanılmış ücretlerinin daha yüksek olması, hammadde kaynaklarının daha maliyetli olması karşısında üretim merkezleri hammadde kaynaklarının yakın, işgücünün ucuz olduğu bağımlı, geri bıraktırılmış ülkelere kaydırılmıştır. Bu elbette yeni bir olgu değildir, ancak buralardaki üretimin eritileceği keşfedilmesi gerekli Pazar alanları kalmamıştır.  Yerkürenin alanı sabittir ve bu sabitliğin hiçbir ekonomik ya da askeri güçle genişletilmesi olası değildir. Zira yerkürenin sınırları sabittir ve onun ötesine çıkma olasılığı mümkün değildir ve küresel kapitalizm gelmiş olduğu aşama itibariyle yerküre pazarlarına sığmamaktadır. Kapitalizmin ölümcül hastalığının temel nedeni de budur, ulaşmış olduğu şişkinliği giderecek Pazar alanlarından yoksun oluşudur. 21.yüzyıla has bu durum, geçmiş kapitalist dönemlerden farklı ekonomik ve politik/siyasi iki olguyu da beraberinde getirmiştir.

Birincisi, kapitalizm ulusal sermaye içinde ve sermayenin vücut bulduğu ülke içinde ortaya çıkmış ve içinden çıktığı ülkenin ekonomik ve politik egemeni olmuştur. Yani kapitalizmin ortaya çıkışı ulusaldır ve ulusal sınırlar içinde gelişip güçlenmiştir. Bu gelişip güçlenme ile tekelci / emperyalist aşamaya ulaşmış, ülke dışı sömürgeler elde etmiş ve bu ülkelerin ekonomik, yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürerek varlığını devam ettirmiştir. Ancak kapitalizmin geliştiği bütün ülke burjuvaları yeni pazarlar ve yeni sömürge alanları peşindedir ve bu rekabet farklı emperyalist ülke ve gruplar arasındaki çekişme ve paylaşım savaşlarının da nedenidir. Kapitalizmin tarihi aynı zamanda güçlü sektörlerin kendilerine göre daha zayıf sektörleri yutarak ilgili üretim alanında tekleşmesi/tekelleşmesidir. Ulusal kökenli kapitalist tekellerin içinde doğup geliştiği ülke pazarlarını aşarak uluslar ötesi sömürgelerin paylaşımında ortaya çıkan çelişkilerin iki paylaşım savaşına yol açması ve bu savaşların yarığından fışkıran Sovyet devriminin ve giderek Doğu Avrupa’nın kapitalist sistem dışına çıkması sonucu kapitalizmin pazarlarının üçte birini kaybetmesiyle sonuçlanmasının ardından, tekelci sermaye gruplarının, uluslararası örgütlenme kurumlarını yarattığı görülmektedir. Askeri güç olarak NATO, Ekonomik güç olarak İMF,  Dünya Bankası, Dünya Ticaret örgütü, ekonomik yönünü ihmal etmemek şartıyla AB, hemen akla gelenlerdir ve 2. Paylaşım savaşı sonrasının realiteleridir. 21.yüzyıla gelindiğinde, ulusal sınırlara sığmayan ve bu sınırların kaldırılmasında ısrar eden, ulusal köken ile bir bağı da kalmayan en güçlü tekelci grupların oluşturduğu, özgün kimliklerinden vazgeçip birbirleri içinde eridiği,  finans ve mali sermayenin iç içe geçtiği küresel ölçekte egemenleşmiş bir kapitalizm söz konusudur. Bu birleşip bütünleşmeden doğan, yer küreye egemen olmanın literatür ifadesi olan küresel sermaye, kendi dışında kalan ve gücünü hala ulusal devletlerden alan sermaye gruplarını taşeronlaştırmış olmasına karşın, özellikle ulus devletler nezdinde hesaplaşmaları süreci tamamlanmış değildir. Bunu, küresel sermaye gruplarının ısrarla ulusal devletlerin artık simgeleşmekten başka neredeyse anlamı kalmayan ulusal sınırların kaldırılması ısrarları karşısında ulusal kökenli ve devlet örgütlenmesinde ağırlığı olan taşeron sermaye sözcülerinin resmi devlet açıklamalarında “ulusal sınırların korunması”na ilişkin ısrarlarından anlamak mümkündür.  Bugünkü koşullarda kapitalistler arasında savaş beklentisine girenlerin göremedikleri olgu budur. İşleyişe hâkim ve belirleyici olan küresel kapitalizm olmakla birlikte sürecin, önündeki engelleri aşarak tamamlandığı anlamına gelmiyor.

İkincisi, küresel kapitalizmin toplumsal yaşama yansımasıdır. Gözle görünen, toplumsal pratiği şekillendiren, paradigmaları değiştiren, kendi doğasına aykırı olağan dışı kitlesel kaynaşmaların yaşandığı, kısaca dananın kuyruğunun koptuğu yer de burasıdır. Kapitalizmin lokomotifi küresel aşamaya girmesiyle raydan çıkmıştır, vagonlarının normal seyrini izlemesi beklenemez. Küreselleşme olgusu mevcut alışılmış, yerleşik toplumsal, kitlesel, kişisel düzenlerin de raydan çıkmasının, bu dev kütlenin nereye çarpacağının, yarattığı hasarın toplumsal ve bireysel yaşama maliyetinin ne olacağının bilinmezini yaratmıştır. Kapitalizmin normal işleyiş zamanlarına özgü burjuvazinin yönetim aygıtları da bu raydan çıkmayla birlikte etkinliğini ve söz geçerliğini yitirmiştir. Bu alt üst oluşun olumsuzlukları başta emek sektörü/işçi sınıfı olmak üzere en çok orta ve küçük burjuva kesimlerin yaşamlarında ortaya çıkmıştır. Bu kesimlerin yerleşik burjuva düzenlerine siyasal temsilcilerine güvenleri kalmamıştır, ancak neyi nasıl yapacaklarının da bilincinden yoksundurlar. Bu kesimler sistem dışı ve sisteme karşı siyasi/politik yıkıcılığa ve yeni bir dünyanın kuruculuğuna yönelebilirler. Sistemin egemenleri kendi aralarındaki çatışma ve çekişmeleri öteleyip bu kesimleri sistem içinde tutmanın yollarını keşfedip, bulup sistemi ayakta tutmak zorundadırlar. Etkin ve etkili araçları kitlelerin dinsel araçlarının devreye sokulması, yeni politik siyasi figürlerin sahneye çıkarılması ve bu kesimlerin diliyle bu kitlelere seslenmesi, “ sistemin dışladığı kitlelerin temsilcisi” rolünün oynanmasıdır. Temel amaç iktidarın elde tutulmasıdır. Sistemin “eski yöneticileri” işçi sınıfının, orta ve küçük burjuvazinin erimesine, yok olmasına neden olmuştur, ama bu yeni siyasi figürler onları eritip yok eden sisteme karşı bir söylemle bu kitlelerin kalbini fethedecektir. Bir yandan bu yönde ilkel dürtüler canlandırılırken diğer taraftan toplumun bilinçli kesimleri burjuvazinin dolaylı, dolaysız zoru ve tehdidiyle etkisizleştirilecektir. ABD seçimlerinde Trumpun seçilmesinin nedeni budur. Trumpu destekleyen kitleler ABD nin işçileri, orta ve küçük burjuvaları, sistem içinde yer almayan, çıkarları sistemle örtüşmeyen kesimleridir. Trumpun-ki bizce kitlelerin bilinçsizliğini oya çevirmekten başka amacı olmayan-Müslümanlara ve Yahudilere karşı dinsel söylemlerine karşı Müslüman dünyanın yöneticileri ayağa kalkması gerekirken Trumpu desteklemeleri anlamlıdır. Trump, raydan çıkan burjuva iktidar katarını raya sokmak için bizzat küresel kapitalizmin görünmeyen ellerince hazırlanmıştır ve Müslüman dünyasının iktidar koltuklarında oturanlar da bu güçlerin atanmış temsilcileridir. Trump içerde bir yandan koyu bir Hristiyan ve otokrat olurken, farklı ülkelerdeki küresel kapitalizmin iktidar şirketinin ortakları da aynı yolu tutmuşlardır. ABD seçim sonuçlarının açıklanmasıyla kendiler ide aynı dinsel argümanlarla iktidara gelmiş olan AKP yandaşlarının AKP nin ABD de seçim kazanmış bilinçaltındakileri dışarı vurmaları, ellerini ovuşturmaları anlamlıdır. Trumpun açıkça Müslümanları hedef alması karşısında safi Müslüman AKP yandaşlarının, biricik Müslüman Suudi soytarılarının, körfez krallıklarının, Rusya’nın otokratı Putin’in el ovuşturarak Trumpa övgüler düzmesinin anlaşılmayacak bir yanı yoktur. Macaristan’ın Urbanı, Hollanda’nın özgürlük Partisi, Fransa’nın Maria Le Peni küresel faşist iktidarların inşası için sıradadır ve zapt edilmezse sistemin kalbinde patlayacak kitlesel potansiyelin sistem içinde tutulması, artık burjuva yönetim biçimleriyle mümkün değildir. Küresel burjuvazi faşizme yönelerek “ alternatif iktidar” biçimlerini yaratmaktadır. Hoşnutsuzlukları hat safhaya varan, eskisi gibi yönetilmek istemeyen ancak neyi nasıl yapacağını bilmeyen kitlelerin önünde iki yol vardır. Ya faşizmin kitlesel tabanını oluşturacaklar ve bedelini ödeyecekler, ya da burjuvazinin yönetememe krizinin iç yüzü iyice anlatılarak tepkiler bir emek blokunun içinde örgütlenecektir. İpuçları vardır, Latin Amerika ülkeleri hoşnutsuz kitlelerin tepkilerini burjuvaziye teslim etmemiştir, geniş kitlelere küresel kapitalizmin ve faşizmin iç yüzünü anlatma olanakları bulmuşlardır. Yunanistan Syriza, ispanya Podemos örneği umut vericidir. Türkiye devrimci hareketi kalıplarını kırıp bu kitlelerle organik ve örgütsel bağlar kurmak zorundadır. Türkiye devrimci hareketi eksikliklerimizle birlikte bunu başaracak deney ve pratiğe sahiptir.  Sistem, yer küre ölçeğinde küresel faşizmi inşa etmektedir. Direniş, bir tercih olmanın ötesinde küresel, küresel faşizme karşı küresel boyutta gelişecektir. Yerküre ölçeğinde diğer ilerici devrimci hareketlerle organik bağlar oluşturulup, karşılıklı deney ve tecrübelerden yararlanmanın ve uluslararası dayanışmanın yolları aranmalıdır.

Sonuç olarak, dinin burjuva iktidarların bulundukları ülke inançlarını, dinlerini, dinsel eğilimi güçlü kitleleri iktidar ayağı ve desteği olarak kullanmaları ve küresel faşizme kitlesel destek olarak teçhiz edip örgütlemelerinin bireysel inançlara saygı ile ilişkisi yoktur. Din, emperyalist/Kapitalist burjuvazinin siyasal iktidarların kitleleri, onlara yalanların dik alası söylenerek, aldatılarak ve sınıf bilincinden yoksun olmaları kullanılarak,  iktidarlarına siyasal yedekleme aracı olarak kullanılmaktadır. Faşizmin panzehri kitlelerin sınıf bilinciyle donatılması ve örgütlenmesidir. Tarihin politiği de pratiği de budur. 

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Yorumlar kapatıldı.