Devrimci Sınıf Hareketinin Güncel Sorunları-01

Türkiye devrimci hareketinin bugün içinde bulunduğu durum kuşkusuz dünya devrimci sınıf hareketinin içinde bulunduğu durumun bir özeti, bir yansımasıdır. Genel görünüm, yaşam alanları elinden alınmış, çaresiz, dahası sindirilmiş ve ürkütülmüş devasa bir kütlenin, muazzam yığınların burjuvaziye teslim olmuşluğudur. Sınıf hareketinin sorunlarına samimiyetle çözüm arayışında olanların karşı çıkacakları bir tespitten söz etmiyoruz, tersine sorunu doğru ortaya koymadan doğru çözüme ulaşılamayacağından söz ediyoruz. Sorunu atlayarak, ayakları yere basmayan, tek dertleri bu boşluktan yararlanarak sınıf hareketi arenasında sirk cambazlığı yaparak kendilerini “fark ettirmek” olan “ucuz şöhretlere” elbette sözümüz olmayacak. Seslendiğimiz hedef kitle, sınıf mücadelesinin sorunlarını ciddiye alan, dert edinen ve çözüm uğraşısında olan kişilerdir, gruplar ve örgütlerdir.

Bu günün anlaşılabilmesi kuşkusuz dünün çözümlenmesinden geçecektir. Elbette bugünün sınıf hareketinin sorunlarının, dünün sınıf hareketi sorunlarının bir kopyası, değişmezi olduğunu ileri sürüp hazır reçetelere de sığınmak gibi bir kolaycılığa kaçmayacağız. Ancak, dünün sınıf hareketinde ortaya çıkan sorunların birbirini etkileyen, birinin sebebi diğerinin sonucu olan üç ana cephede ortaya çıktığını ve bu günün sınıf hareketi sorunlarının da bu üç ana cephede cereyan ettiğini ve irdeleme ve çözüm önerilerimizin de bu üç ana cephede düğümleneceğini belirtmeliyiz. Tıkanmanın ve çaresiz kalmanın bu üç ana unsurun yeterince kavranamayışında, ideoloji ve örgütlenme ile devrimci sınıf partisinin program sorunlarındaki zafiyetin aşılamamasından olduğunu belirtmeliyiz. Soruna buradan yaklaşılmalı ve eksiklikler ve zafiyetler bu üç noktada ele alınmalıdır.

 

Devrimci sınıfın saflarında “ideolojik bulanıklık” yaratma girişim ve eylemi, işçi sınıfının mücadelesinin daha çok ekonomik içerikli olduğu, iş gününün kısaltılması, çalışma koşullarının iyileştirilmesi gibi günlük taleplerle sınırlı “kendiliğinden sınıf olmanın” siyasal eylemsizliğini aşarak “kendisi için sınıf” olma bilincine eriştiği ve mücadele programını “politik iktidarın ele” geçirilmesi olarak belirlediği ve mücadelenin gereklerine cevap verme yetkinliğinde örgütlenmeye başladığı aşamada ortaya çıkacaktır. İleride konu etraflıca incelenecektir. Ancak dönemin özelliğinin vurgulanması bakımından, Marks ve Engels sınıf partisinin ideoloji ve programının “sınıfsız toplumu gerçekleştirme yetkinliğine sahip” olmasının zorunluluğu konusunda daha 1850 yıllarında, yani sınıf çelişkilerinin Kapitalizmin henüz tekelci aşamaya ulaşmadığı, sınıf çelişkilerinin emperyalist/kapitalizm dönemine göre nispeten daha uzlaşmazlık kazanmadığı bu dönemde uyarılarını yapmışlar, konunun hassasiyeti bakımından kendileri bizzat programın hazırlayıcıları olmuşlardır. Yine aynı dönemde sınıfsız topluma geçişin burjuvaziyle uyum içinde hareket ederek, verili mücadele yöntemleriyle gerçekleşemeyeceğini, reformizmin kapitalizmin egemenliğini pekiştireceğini, “örgütlü bir güç olarak” işçi sınıfı örgütünün/partisinin kapitalizmin bütün kurum ve kuruluşlarının parçalanmasının bir zorunluluk olduğunu ve ancak eski sınıfların direncinin bu yolla kırılacağını ve başka türlü sınıfsız topluma geçişin koşullarının düşünülemeyeceğini ısrarla vurgulamışlardır. Gotha ve Erfurt programında konu detaylarıyla incelenmiş, uyarılar ısrarla arka arkaya gelmiştir. Almanya’da Lasalcılarla, İngiltere’de Fabianlarla girişilen ideolojik ve teorik tartışmanın ana çizgileri sınıfsız topluma geçişte ideoloji-örgüt ve program çerçevesindedir. Marks ve Engelsin, 1848 Fransız-Avusturya savaşının soncunu yaşadıktan sonra bu uyarılarında daha bir ısrarcı olduğu bilinmektedir. Bilindiği gibi 1848 yılında Fransız ve Avusturya Burjuvaları bir toprak anlaşmazlığı nedeniyle birbirlerine savaş ilan etmişlerdir. Savaşın ortasında Fransız ve Avusturya İşçilerinin isyan girişimi sonucu, her iki ülke burjuvaları kendi aralarındaki savaşa bu nedenle son vererek, kendi ülkelerindeki isyancı işçilerin mücadelesini kanla bastırmışlardır. Bu olay burjuvazinin iktidara tutunmak için her karşı devrimci zoru hiçbir ahlaki kural tanımadan kullanacağını daha o zaman göstermeye yetmiştir. Yani Burjuvazinin iktidarını gerici zorun bütün araç ve gereçlerini kullanarak sürdürme kararlılığını görebilmek için ne Komün deneyimini, ne de Paylaşım savaşlarının yıkıcı sonucunu beklemek gerekecektir. Tarih sahnesine çıktığı andan itibaren burjuvazi iktidarının devamı için bütün yeryüzünü ateşe vermeye, kana bulamaya hazır olduğunu binlerce kez insanlığa yaşattığı acı deneyimlerle göstermiştir.  Burjuvaziyle uzlaşma eğilimi içindeki reformist partilere karşı Marks ve Engelsin tavizsizliğini burada aramak yanlış olmayacaktır. Konuyu elbette Marks ve Engelsin uyarılarını pratiğe taşıyan Leninin bu konulardaki hassasiyetiyle ve çözümlemeleriyle sürdüreceğiz. Ancak Kapitalizmin daha bu aşamasında konuyu Marks ve Engelsin açıklıkla ortaya sermesini anlamlı bulmamızın nedeni, bu dönemde işçi sınıfı burjuvaziye karşı henüz iktidarı elde etme, ele geçirme gelişmişlik ve yeterlik düzeyine sahip olmadığı gibi, burjuvazinin iktidardan uzaklaştırılması için de henüz “devrim için şartlar” uygun değildir. Tersine burjuvazi bu dönemde feodal sınıfların kalıntılarını temizlerken devrimci dönemini de tüketmiş değildir. Burada altını çizmeye çalıştığımız şey Burjuvazinin iktidarını, gerici zora karşı örgütlenip ileri sürülebilecek, burjuva devlet mekanizmasını alaşağı edebilecek yetenekte bir “yaratıcı zor” un kaçınılmazlığıdır. Bu dönemde elbette işçi sınıfı iktidara talip olma yeterliliğinden elbette uzaktır ve bunu burjuvazi de bilmektedir. Ancak, özellikle sanayi devrimiyle birlikte artık burjuvazinin karşısında örgütlü bir güçtür ve burjuvazinin sömürüsüne karşı mücadele içindedir. Burjuvazinin bu dönemde işçi sınıfı üzerinde uyguladığı zor, iktidarını korumaya yönelik bir zor değildir, işçi sınıfının ekonomik demokratik taleplerini bastırmaya yönelik bir zordur. Marks ve Engelsin iktidarın ele geçirilmesinde devrimci zorun, ele geçirilen iktidarın korunmasında ve sınıfsız topluma geçilmesinde de devrimci zorun somutlaşmış biçimi olan “Proleterya Diktatörlüğünün” kaçınılmazlığında ısrar etmelerinin nedeni budur. Marks ve Engelsin Paris Komününe kadar Proleterya Diktatörlüğünü “Örgütlenmiş bir sınıf olarak Proleterya” tanımlaması nasıl yorumlanırsa yorumlansın, Sosyalizmin sorunlarına ilişkin tartışmaların yer aldığı yazı, mektup ve metinlerin bütünselliğinden çıkan sonuç “Örgütlenmiş sınıf olarak Proleterya” tanımlanmasının içeriği, daha sonra Paris Komünüyle deneyimiyle birlikte bu kavramın açıkça ifade edilir olması bir tesadüf ya da sonradan yapılmış bir “ekleme” olmayıp, Komün deneyiminden alınan derslerin de katkısıyla bu kavram artık açıkça ifade edilecektir. İrdelenecek konu sınıf mücadelesi ise, elbette sınıf mücadelesinin ileriye taşınmasının yol göstericilerinin, mücadelenin farklı dönemlerinde ve özgül koşullardaki farklı değerlendirmeleri rehberimiz olacaktır. Konuya Marks ve Engels ile başlamamızın ve yazının devamında görüşlerine başvuracak olmamızın nedeni, sınıfın iktidar mücadelesinde zafiyete düşürülmesi, daha bu dönemde planlı ve programlı bir saldırıya dönüşmüş, bunlara gerekli cevaplar bu dönemin mücadele önderleri tarafından verilmiş ve sınıf bu zafiyetlere karşı uyarılmış olmasıdır. Ancak, Marks ve Engels’ten bu yana geçen yüz elli yıllık bir zaman içinde mücadelenin yol ve yöntemlerinin saptırılması için burjuvazi -tarihten aldığı dersleri de iyi okuyarak- çabasını eksiltmek şöyle dursun, saldırılarını artırarak devam etmiştir. Marks ve Engels döneminde sosyalizme saldırılar genellikle burjuvazinin cephesinden gelirken, bu gün saldırdılar daha çok ve yoğun olarak sosyalist hareketin içinden ve “sol” görünümlü burjuvazinin paralı askerlerinden gelmektedir. O günkü saldırı ve pasifikasyonlarla bu günkü saldırı ve pasifikasyonların yöneldiği amaçta ise zerrece farklılık aramak, iyi niyet aramak saf dilliktir. Burjuvazi aldığı derslerle sosyalizmin ideolojisine, sınıfın partisine ve partinin sosyalizmi gerçekleştirmeye yönelik programına sistemli ve sinsi saldırılarını daha geniş araç ve gereçlerle ve daha geniş kitlelere ulaşarak sürdürmektedir. Bu mücadelenin şimdilik görünen en somut yanıdır. Bu gün sol içindeki ayrılıktan söz ederken de önce gerçekten sol içine yuvalanmış karşı devrim odaklarının “ sol “ olup olmadığının ölçütü bu üç kriterdir: İdeoloji, örgüt/parti ve program. Ayrışmada bu üç can alıcı sorunun turnusol görevi göreceğine inanıyoruz. Öyleyse nereden başlamalı: Bir kenara itilen ve unutturulmaya çalışılan Marksizm, Partinin inşası ve Program…

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Yorumlar kapatıldı.