Devrimci Sınıf Hareketinin Güncel Sorunları-02

İktidardaki AKP hükümeti 12 Eylül Anayasasının Anti-Demokratik hükümlerini kaldırarak-sanki 12 Eylül anayasasının demokratik hükümleri de varmış gibi- daha çağdaş bir anayasa yapacağı demagojisi ile değiştirmeyi düşündüğü hükümleri 12 Eylül 2010 yılında Referanduma sundu ve yüzde elli sekiz bir çoğunlukla kitle desteği sağladı. Sorgulanması gereken paradoks devrimciler açısından ideolojik, emekçi sınıf açısından zihinsel bulanıklığın nedenleri ve bir kez daha “ ne yapmalı?”nın gereği üzerine düşünülmesidir. AKP’nin değiştirmeyi vaat ettiği 12 Eylül Anayasasına uzanan sürecin irdelenmesi, karşı-devrimci, gerici saptırmanın boyutlarının ve derinliğinin anlaşılması açısından kaçınılmazdır.

Bilindiği gibi 12 Eylül Anayasası, faşist darbenin toplumsal yaşamı ekonomik, politik, siyasal, kültürel ve diğer yönlerden uzun vadeli düzenleme belgesidir ve anlaşılacağı üzere bir dayatmadır. Bu dayatmanın perde arkasını görmeden, anlamadan 12 Eylülün sorumluluğunu darbeyi gerçekleştiren birkaç generale ve şürekâsına yüklemek ve referandumun sonuçlarının açıklanmasıyla “mal bulmuş mağribi” ertesi sabah generaller aleyhine suç duyurusunda bulunmak için savcılıklara koşmak ve böylelikle “ertelenemez önemdeki devrimci sorumluluğunu yerine getirdiğini ilan etmek” saflık ya da salaklık değilse, bir ikiyüzlülük ve riyakârlık belgesidir. 12 Eylül Anayasasına karşı çıkmak, ülkeyi 12 Eylüle getiren nedenlere karşı çıkmaktır ve bu görev kendisi bizzat 12 Eylülün ürünü olan Egemen güçlerin ve bu güçlerin gölgesinde lafazanlık yapanların değil, kendisi bizzat 12 Eylül Faşizminin ürünü olan AKP nin, 12 Eylül darbesine, faşist darbecilere, işkence ve işkencecilere dün methiye düzüp bugün “mış” gibi yapanların değil, bütün emekçi kesimlerin, işçi sınıfının ve devrimcilerindir. 12 Eylül faşist darbesinin perde arkası, gerçek amacı nedir? Teorik açılımlarla, istatistiksel verilerle okuyucuyu boğmak niyetinde değiliz.

Bilinen gerçek şu: Anti-Emperyalist Kemalist bağımsızlıkçı çizginin Mustafa Kemalin ölümüyle birlikte terk edilmesi sonucu, bağımsızlıkçı çizgi yerini emperyalistlerle bağımlılık ilişkilerini bırakmış, ikili anlaşmalarla bağımsızlık emperyalizme bağımlılığa dönüşmüştür. Bunun siyasal arenaya taşınması İnönü döneminde “Demokrasiye geçiş” adı altında dönemin gerici güçlerinin siyasal örgütlenmesi Demokrat Partinin seçimlere sokulması sonucu ezici çoğunlukla iktidara gelmesiyle somutlaşmıştır. Emperyalistler-DP Parti ittifakı, emperyalistlerin Kemalist Anadolu ihtilali ile kaybettiklerini geri almaya, toplumsal süreci gericileştirmeye ve giderek sömürü ilişkilerinin derinleştirilmesinin ve ülkenin yeniden sömürge haline getirilmesinin adıdır. Toplumsal ilişkilerin emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirilmesi bir süreci kapsar ve DP iktidarı bu sürecin ilk kilometre taşıdır. Bu günkü “Pentagon sekreterlerinin DP yi yere göğe sığdıramamasının, onu “Menderes-Özal-Tayyip” üçlemesi yaparak “Demokrasi ilahı” olarak göstermelerinin ardında yatan gerçek amaç da budur. Emperyalizmin ülkeye burnunu soktuğu bu süreci, giderek ülkeye yerleştiği, toplumsal ilişkilerin belirleyicisi konuma geldiği süreçler izleyecektir. Elbette bu süreç içinde, yerli Egemen güçlerle emperyalistler arasındaki işbirliği, bir ittifaktır ve her ittifak görünürde de olsa iki tarafın ortak iradesini gerektirir. Ancak, yerli egemen güçlerle emperyalistlerin ittifak halinde ülkeyi sömürmesi, giderek emperyalistlerin, yerli işbirlikçilerinin bile iradesini ortadan kaldırarak, ülkede doğrudan iradesini yansıtan, “ söyleyen ve yaptıran” sekretaryalar oluşturmasıyla devam etmektedir. Ülke yönetim bazında örümcek ağlarıyla donatılır. Kitlelerin bilinçleri emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda yeniden oluşturulup biçimlendirilir. İlkel ve gerici duygular pompalanıp körüklenir. Bunun için kitle iletişim araçları, “politik uyuşturucu” araçları olarak birbirleriyle yarıştırılır. Yazılı ve görsel basın emperyalizmin çıkarlarına uygun biçimde dizayn edilir. Yani karşı devrimin bütün propaganda ve pasifikasyon araçları, olanakları kitlelerin siyasal iktidara yedeklenmesi için “kara propaganda araçları” olarak kullanılır. Emperyalizmin bu “siyasal körleştirme yöntemi” bütün geri bıraktırılmış ülkeler için, uzman ve profesyonel kurum ve kuruluşlarca Orta doğuda, Latin Amerika’da, Orta ve uzak Asyada kullandığı “ Kara propaganda” araçları olarak kullanılagelmiştir. Latin Amerikanın Anti Emperyalist yönetimlerine karşı Faşist Diktatörlüklerin, Orta Doğuda Antiemperyalist Baas yönetimlerine karşı Krallıkların- Sultanlıkların yönetime getirilmesi aynı yöntemlerin ürünüdür ve başarılı da olmuştur. Keza Asya’da Diktatörlüklerin inşası da aynı yöntemle gerçekleştirilmiştir.

 

Türkiye’de DP iktidarı ile emperyalizm ülkeye burnunu sokmuştur ancak emperyalizm için bu yeterli değildir. Giderek ülkeye yerleşmesini sağlayacak iktidarları oluşturabilecek ilk adım atılmıştır. Gerisi malumdur. Askeri darbeler birbirini izleyecektir. 27 Mayıs Siyasal bir paradokstur. Bir yandan Egemen Feodalitenin iktidardaki gücü sınırlandırılmaya çalışılırken, diğer yandan Kapitalist Burjuvazinin iktidardaki gücü artırılmaya çalışılmıştır. Her ne kadar 27 Mayıs Anayasası göreceli demokratik hakları güvence altına almış ise de, ne var ki uygulamada bu Anayasada devrimcilerin korunmaya değer bir hakkı olduğuna rastlanmamıştır. Devrimcilere karşı sistemli sindirme harekâtı hız kesmeden devam etmiştir. Yani DP iktidarı ile ülkeye burnunu sokan emperyalizm 27 Mayısla kendi öz ittifakı olan güçlerin iktidara yerleşmesine de zemin hazırlamış, günün koşullarında en Amerikancı olduğunu parti programında ve kitlesel propaganda çalışmalarında ayan beyan ortaya koyan Süleyman Demirel Hükümetleri Türkiye’nin en uzun süreli iktidarları olarak iş başında kalmıştır. Süleyman Demirel hükümetlerinin ilk icraatı da, ülke koşullarına uymadığından şikâyet ettiği 27 Mayıs Anayasasının değiştirilmesi istemi olmuştur. Mevcut 27 Mayıs Anayasası emperyalizmin gelinen aşamada elde etmek istediği olanakları teslim etmekten uzaktır. Emperyalizmin iş başına getirdiği Adalet Partisi hükümetleri de, dayandığı sınıfsal çıkarları birbirleriyle az çok uyum içinde olmayan egemen sınıflar ittifakının ve bu ittifakın Meclisteki temsil oranının istenilen Anayasayı yapacak güçte olmadığından bu işin çözümü 12 Mart Faşist Darbecilerine havale edilmiştir. 12 Mart Faşist darbesi gelişen devrimci hareketi tasfiye ile işe başlamış ve 27 Mayıs Anayasasının “engel” hükümleri olan “kısmi demokratik hakları” ortadan kaldırmış, istenilen, ekonomik, politik, siyasal ve askeri yeni ikili anlaşmalar imzalanarak ülkenin sömürgeleştirilmesi yolunda önemli bir adım daha atılmıştır. 12 Mart darbesi ile 12 Eylül darbesi arasında yalnızca dokuz yıl olmasına rağmen emperyalizm-işbirlikçi sınıflar ittifakı için dahası gerekliydi, ancak yine homojenleşemeyen ve “Oligarşik” bir yapı içinde egemenliğini sürdüren işbirlikçi sınıflar yeni düzenlemeler için Mecliste uyum sağlayamamışlardır. Emperyalizm, bir yandan bir faşist darbenin görünürdeki gerekçelerini de yaratmış, sınıfsal çıkarları aynı olan kitlelerin etnik-dinsel gerici yanlarını provoke ederek birbirine düşman hale getirmiş, diğer yandan devlet desteği ile örgütlenip teçhizatlandırılan faşist çetelerin kitlesel katliamlarını teşvik ve organize etmiştir. Yaşananlar, ağız birliği etmişçesine sağ-sol çatışması olarak lanse edilmiştir. Darbenin psikolojik desteği tamamlanmıştır. Bütün faşist darbelerin elbette öncelikli hedefi sistemle uzlaşması mümkün olmayan işçi sınıfının ve devrimcilerin politik ve fiziki varlığını yok etmektir. 12 Eylül Faşist darbesi de işe buradan başlamış, devrimciler işkencelerde öldürülmüş, bir çoğu idam edilmiş, yığınla devrimci de yıllar süren hapisler yatmıştır. İşin perde arkasında ise emperyalizmin darbecilerin önüne gerçekleştirilmesi gereken program olarak koydukları Sanayi ve Banka Sermayesi, oligarşinin diğer sınıfsal bileşenlerini (toprak ağalığı ve tarım burjuvazisi) tasfiye ederek, emperyalizme en bağımlı sınıfların iktidarının önünü açmıştır. 12 Eylülden bu güne değin, emperyalizm-işbirlikçi sınıflar ittifakının en uzun vadeli programı uygulanagelmiştir. Özelleştirmelerle ülkenin bütün varlıkları yağmalanmış, işçi sınıfının ekonomik-demokratik örgütlenmeleri dağıtılmış, yoksullaşma toplumun en geniş kesimlerini içine almış ve etnik-dinsel farklılık siyasal desteğe dönüştürülmüştür. Dinsel desteği arkasına alan AKP nin etnik farklılığa göz kırpması geniş kitlelerde desteğe dönüşmüş ve 2002 yılında yüksek bir oy oranıyla iktidar olmuştur. AKP nin sekiz yıllık iktidarı, ülkedeki Emperyalist/Kapitalizmin önündeki son engellerin de kaldırılmasının, bunun yasal düzenlemelerinin çabasının iktidarıdır. Referandumla değiştirilmesi istenilen ve yerine ikame edilmesi düşünülen Anayasa, özelleştirmelerin, Ergenekon davalarının, Yargı organlarının yeniden düzenlenmek istenmesinin zincirinde bir halkadır. Yani olanlar aynı zincirin halkalarıdır.

Özet olarak, ülkeye DP ile burnunu sokan emperyalizmin devam eden süreçlerde ihtiyaç duyduğu düzenlemeler faşist darbeler eliyle gerçekleştirilirken, bu süreçlerin toplamında artık emperyalizm istediği düzenlemelerin bir askeri darbeyle gerçekleşmesine ihtiyaç duymayacak kadar kurumsallaşmıştır. AKP iktidarı bu kurumsallaşmanın en net ifadesidir. Bu nedenle, emperyalist/ Kapitalizmin AKP iktidarının önüne koyduğu program, Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar hiçbir iktidarın cesaret edemediği ülkenin açıkça emperyalizme teslimi programıdır. Bu nedenle gerek 12 Eylül 2010 Referandumu, gerek Ergenekon davaları, gerek Yargının yeniden biçimlendirilmesi bu karşı devrimin aynı amaca yönelik uygulamalarıdır. Emperyalizmin Büyük Orta Doğu Projesinin gerçekleştirilmesinde, Balkanlar ve Kafkasya’nın yeniden biçimlendirilmesinde Türkiye’ye biçtiği rol açık ve anlaşılır bir roldür. AKP ve devamı iktidarların bu rollerini yerine getirmeleri için 12 Eylül Faşist Darbe Anayasasının bile engel olarak görüldüğü ve aşılması gerektiğine ilişkin uzunca bir süreden beri Kamuoyu oluşturulduğu bilinmektedir. Bu nedenle Referanduma sunulan Anayasa 12 Eylül faşist Anayasasını bile aratacak derecede gerici bir içeriğe sahiptir. Tek fark, Emperyalizmin tercihinin artık bir askeri faşist darbeye ihtiyaç duymayacak kadar ülkede kurumsallaşmasıdır ve bu istediklerini artık kendi yarattığı ve iktidara getirdiği kurumlarla “ sivil darbe” yoluyla gerçekleştirecek olanağa sahip olmasıdır. Emperyalizmin Türkiye’deki kurumlaşmasının ifadesi olan AKP’nin iktidar olmasıyla özellikle laisizme karşı takındığı saldırgan tutum karşısında aymaz bir şekilde “ ordunun buna izin vermeyeceği”ne ilişkin inançlarının sınıfsal temeli ne kadar dayanaksızsa, kurdurulmasından iktidara taşınmasına ve iktidardaki uygulamalarına kadar ABD-AB emperyalizminin sekretaryası görevini yürütmekten ibaret varlığı ile 12 Eylül faşizmini yargılayacağına ilişkin inancın sınıfsal temeli de bir o kadar dayanaksızdır. Sözüm ona Kemalistler, Kemalizmin Mustafa Kemal ile birlikte öldürüldüğünü, Bağımsızlıkçılık kavramının ikili anlaşmalarla yeniden bağımlılık ilişkilerinin içine sürüklendiğini, medet bekledikleri Ordunun da Nato ordusu olarak emperyalizmin ülkedeki çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırıldığının farkında değillermiş gibi, nasıl laisizme karşı emperyalist kaynaklı saldırıların ordu eliyle önleneceğine ilişkin ibadet derecesindeki itaatleri suya düşmüşse, Referandumda da AKP nin 12 Eylülü yargılayacağına ilişkin “yetmez, ama evet” çiler AKP nin bizzat ABD-AB emperyalistleri tarafından kurdurulup iktidar yapıldığını ve AKP nin bizzat kendisinin 12 Eylül faşizminin sivil üniformalı devamcıları olduğunu unutmuş görünmeleri gayretleri suya düşmüş, takke düşmüş, kel görünmüştür… Bu aymazlara göre ya 12 Eylülün arkasında emperyalizm yoktu ve icraat yerli “ bizim oğlanların” bağımsız iradelerinin ürünüydü, ya da AKP yi emperyalizm kurdurtmadı! Hangisi? ABD bizzat tezgâhladığı 12 Eylül faşizminin sorumlularını, bizzat kurdurup iktidar yaptığı AKP ye yargılatacak, öyle mi? Yaklaşımın “ saflık” olarak değerlendirilmesi saflığın ta kendisi değil midir? Öyleyse, hangi çıkar ilişkileri, kendilerinin hala “ sol” bağlantılı olduğunu söyleyen “yetmez, ama evet”çileri bu noktaya sürükleyebilmiştir?.. Ayrıca, AKP’nin 12 eylülcüleri yargılayacağına iman eden “Yetmez, ama evet”çiler, 12 Eylülcülerin yargılanmasını engelleyen Anayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılarak, 12 Eylülcülerin yargılanmasını yasal olarak ortadan kaldıracak olan zaman aşımının önüne geçilmesini öngören CHP-BDP önergesinin bizzat AKP nin oylarıyla reddedildiğini ve isteseler de 12 Eylülcülerin yargılanmalarının zaman aşımı nedeniyle mümkün olmayacağını ne çabuk unutmuşlardır?… Siyasal gündemi takip etmiyoruz gerekçesinin arkasına sığınabilirler, bilmiyorduk diyebilirler, ancak bu durumda siyasal-politik iddiası olmayan bir insandan bile beklenen bilmediği konu hakkında fikir üretmemesidir. Ya bu tavır sahipleri “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi” dirler, ya da bizi takındıkları tavrın gerçek nedeni hakkında yanıltıyorlar… Referandumda oylanan anayasa değişiminin içeriği, emperyalizmin engel olarak gördüğü, 12 Eylül Faşist cuntasının bile cesaret edemediği emperyalist işgalin ülkeyi kayıtsız koşulsuz teslim almasının önündeki ufak tefek engellerin de kaldırılmasıdır. Referandumda oylanan ve kendilerini hala sebebi hikmetini anlayamadığımız nedenlerle “sol” olarak adlandıran “yetmez, ama evet”çilerin alkışladığı anayasa referandumunun içeriği budur. Bu nedenle, Referandumda kendilerine biçtikleri “ilerici, demokrat” misyonuyla “yetmez, ama evet” diyenlerin ve bu doğrultuda çaba sarf edenlerin -saf ve salakların dışında- bilinçli karşı-devrimciler, sistemin paralı lejyonerleri olduğu açığa çıkarılmalı, demagojik lafazanlıkları ve karşı devrimci yüzleri teşhir edilmelidir. Devrimciler ve işçi sınıfı hareketi açısından, referanduma ilişkin takınılan tavrın sınıfsal içeriği doğru değerlendirilip ne yapılması gerektiği konusunda gerekli derslerin çıkarılması koşuluyla, referandum sınavının yararlı ve zengin bir deneyim olduğunu düşünmekteyiz.

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Yorumlar kapatıldı.