Devrimci Sınıf Hareketinin Güncel Sorunları-03

Her sınıf tarihte kendi misyonuyla yer alır, tarihi sürece müdahale eder, süreci şekillendirir. Tarihten birazcık haberdar olan hiç kimse bir sınıfın kendi özgünlüğünü, sınıfsal yapısını, çıkarlarını, iktidarı sürdürüş biçimini diğer bir sınıf lehine terk etmesini bekleyemez. Toplumsal sürecin o aşamasında tarih sahnesine çıkan sınıf bütün toplumsal yaşamı kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda şekillendirir, örgütler ve iktidar yapısını bunun üzerine kurar. İktidarını niçin “ diğer bir sınıf lehine terk etmedi, ya da diğer sınıfın iktidar olma mücadelesine hoşgörülü olmadı” diye yakınmak devrimcilerin düşünce yapısı olamaz. Devrimciler, tarihi sınıf mücadelelerinin tarihi olarak algılar ve kavrarlar. Bu nedenle bizim açımızdan her sınıfın kendisi için iktidar olması ve iktidarını diğer sınıf ve tabakalara karşı korumak için zırha bürünmesi esastır. Derlendirmeler bu esas üzerinden yapılır, tavır bu esasa göre belirlenir. Marksistler için “ilericilik-gericilik” kavramları mutlak kavramlar olmayıp, tarihin bir döneminde ilerici vasfı taşıyan bir düşüncenin, bir hareketin o dönemin koşulları içinde ilericilik vasfı taşıdığı, daha sonraki dönemde gelişen üretici güçlerin tarih sahnesine çıkmasıyla bu sınıfın değerlerinin gericileştiği, ilericiliği artık üretici güçlerin gelişmişliği oranında yeni sınıfın temsil ettiği sosyolojik, kültürel ve tarihsel bir gerçekliktir. Burjuvazi feodaliteyi alt ederken sadece iktidar anlamında değil, temsil ettiği sınıfın değer yargıları anlamında da ilericidir. Feodalitenin değer yargılarını yıkarken, kendi değer yargılarıyla toplumu buluştururken de ilericidir. Ancak ne zaman ki işçi sınıfı “kendiliğinden sınıf” olmaktan çıkıp “kendisi için sınıf” olma bilinciyle hareket etmeye başladığı, kendi değer yargılarını oluşturmaya başladığı zaman burjuvazi bu ileri sınıf karşısında gericidir, onun temsil ettiği değer yargıları da artık gericileşmeye başlamıştır. Bu gün nasıl ki Burjuvazinin feodaliteyi yıkarken taşıdığı ilericilik karakteri tartışılamazsa, iktidar olma evresinde Burjuva iktidarının öncülerinin, Dantonların, Robespiyerlerin iktidar çatışması içinde hayatlarını kaybetmeleri ve hatta Burjuva iktidarının örgütlenmesi içinde yan aldığı halde sonraları “köylü sosyalizmi” olarak adlandırılan düşüncenin öncüsü Babeufun derisinin yüzülmesi de adı geçen dönemde burjuva iktidarının ilericilik vasfından bir şey kaybettirmez. Burjuva iktidarının öncülerinin niçin sosyalist olmadıkları gibi bir abukluğu kimse ileri sürmüyor, onlardan Avrupa’da niçin sosyalizmi inşa etmediklerinin hesabı sorulmuyor ama tarih sahnesine çıktığı dönemdeki ilerici karakterine dair gölge düşürücü bir tavır ve davranışı da kimse ileri süremiyor. Sonuç olarak ilericilik-gericilik kavramları sınıfsal karakteri olan kavramlardır ve sınıfların tarihi süreçteki belirleyiciliklerine göre değişen kavramlardır ve elbette tarih geriye yürümemiştir ve yürümeyecektir. Ancak sıra Türkiyedeki sınıf mücadelesine gelince, “derin analizciler” sınıf mücadelesinin içine işçi sınıfının dışında etnikçilikten-dinciliğe kadar her bir şeyi koymayı ihmal etmezler de, sıra işçi sınıfının sınıf olarak başarılarına ve başarısızlıklarına, örgütlenme ve ideolojik gereklerine gelince dut yemiş bülbüle dönerler. Bunun adı da “sınıfsal tahlil” olur. İrdelemeye çalıştığımız “ Kemalizm” konusunda da kendilerini “solcu” “liberal” v.b olarak adlandıran malum çevrelerin tavırları da bu yaklaşımdan farklı olmamıştır. Öncelikle devrimciler kendi ülkelerinde devrim yapma göreviyle yükümlüdürler ve kendi tarihlerinin sınıfsal tahlililin doğru yapmak ve ders çıkarmak zorundadırlar. Hazır reçeteler, “öğretilmiş” ezberler devrimcilerin eylem kılavuzu olamaz.

 

Türkiye Devrimci hareketinde “ Kemalizm” hep tartışma konusu yapılmış, dönemine göre kimi zaman olumlanmış, kimi zaman reddedilmiştir. Ancak bu olumlama ya da reddetme, sınıfsal analizlere dayalı, sınıf mücadelesinin çoklu etkenlerini hesaba katan, hareketin yerini ve zamanını doğru tespit ederek ilerisi için sonuçlar çıkaran değerlendirmeler olmaktan çok, eklemle değerlendirmeler olmaktan öteye geçememiştir. Özellikle iktidarların krize varan açmazlarına karşı Kemalizm çözüm olarak görülmüş, olumlanmış, kimileyin de iktidarların yanına konulmuş ve karşı devrimci bir kimlik verilerek reddedilmiştir. Öyleyse “rivayetleri aynı, muhtelifleri farklı” değerlendirmelerin yanılgı noktası nedir, Kemalizm nedir?

Bilindiği gibi Osmanlı Devleti, birinci paylaşım savaşından yenik çıkmış ve toprakları savaşın galibi Emperyalistler tarafından işgal edilerek paylaşılmıştır. Çağın asıl belirleyici özelliği de bir yandan emperyalizmin sömürgesi altındaki ülkelerin “Ulusal” uyanışlarıdır ve emperyalizmin tahakkümünden siyasal bağımsızlıklarını elde ederek Ulusal/siyasal bağımsızlıklarını kazanmalarıdır. 19. yüzyılda Osmanlı devletinin Avrupa’daki bütün topraklarını kaybettiği ve bu ulusların siyasal bağımsızlıklarını elde ettikleri bilinmektedir. Gelişmiş emperyalist ülkeler geri imparatorlukları gerek bu imparatorlukların içindeki farklı ulusal kimliklerin bağımsızlıklarını destekleyerek, gerek doğrudan savaşarak bu imparatorlukları parçalamakta ve bu ülkeleri kendi egemenlikleri içine almaktadırlar. Burjuva ulusal devrimlerin sömürge ülkelerdeki görünümü “uluslaşma” bilinci ve ulusal bağımsızlıktır. Kemalist hareketin çıkış noktası da budur. Kemalizm’in, çağın bu yakıcı etkisinden etkilenmemesi düşünülemezdi. Yani emperyalizmin sömürgeleştirmesine karşı “Ulusal bağımsızlık” Kemalizm’in de çıkış noktasıdır. Bir yandan Emperyalist işgale karşı direniş başarıya ulaşacak, diğer yandan çağdaş burjuva değerlerin toplumsal yaşam biçimi olarak örgütlenmesi gerçeklik kazanacaktır. Burada takılıp kalınan ve aşılamayan sorun şudur: Emperyalist işgale hangi sınıf öncülük edecektir?. Kemalizm hangi sınıfın ideolojisidir?. Kemalizm ilerici bir kazanım mıdır, yoksa gericiliğin farklı biçimlerdeki tezahürü müdür.? Öncelikle, mevcut koşullar bir emperyalist işgal koşuludur ve direnişin örgütlendiği ülke/Türkiye, çağdaş sınıfların şekillendiği, çağdaş üretim biçiminin boy verdiği ve üretim ilişkilerinin kendi doğal işleyişi içinde seyrettiği bir ülke değildir. Üretim biçimi geri ve ilkeldir. İşçi sınıfı nicelik olarak da nitelik olarak da bir direnişe öncülük edecek, iktidara aday bir sınıf olarak varlığını ortaya koyacak bir örgütlülüğe de henüz sahip değildir. Bu nedenle işçi sınıfının bu koşullarda antiemperyalist bir savaşa öncülük etmesi beklenemez. Bu noktada Kemalizm elbette işçi sınıfının önderlik ettiği bir ideoloji de değildir. Emperyalist işgalin ülkedeki dayanağı mevcut yönetimdir, egemen güç olarak iktidar sahibi padişah ve halifedir. O halde Kemalizm bu güçlerin de bir eylem biçimi ve ideolojisi olamaz. Kemalizm, sınıfsal içeriği kozmopolit, tanımlanmış bir sınıf ideolojisi değildir ve bu nedenle çağın modern sınıflarının –Burjuvazi ve işçi sınıfının- birinin temsilcisi olduğu söylenemez. Zaten ülkenin üretim biçimi ve üretim ilişkileri bu iki çağdaş sınıfın ortaya çıkmasına olanak da vermemiştir. Çağdaş sınıflar çağın üretim biçiminin ürünleridir, yani kapitalist üretim biçimi ve ilişkilerinin ürünüdür. Osmanlı devleti kapitalist üretim biçiminin koşullarının oluştuğu ve üretim ilişkilerinin üretim biçimiyle uyumluluk gösterdiği ve bu bütünün ortaya çıkardığı sınıf ilişki ve çelişkilerin yaşandığı bir ülke değildir. Kemalizm, aydın küçük burjuva radikalizmidir ve çağın koşullarında antiemperyalist bir karakter taşımaktadır. Etkilendiği Avrupa burjuva devrimlerinin çağdaş yaşam koşullarının toplumsal yaşam biçimi olarak örgütlenmesi de elbette hareket noktasıyla uyum içindedir. Osmanlı devleti gibi geri bir üretim ilişkisinin hakim olduğu bir ülkede antiemperyalist bir eylemdir ve feodal yaşam biçiminin tasfiye edilerek çağdaş burjuva yaşam tarzının toplumsal yaşam biçimi olarak düzenlenmesi, Kemalizm’in zorunlu sonucudur. Kemalizm’in özü de budur. Kemalizm’in “ sol”dan eleştirisinde, “niçin sosyalizmi kurmadı”dan tutun da, “niçin Kürt sorununa çözüm bulmadı” ya kadar ipe sapa gelmez beklentiler sıralanmaktadır. Hatta o günkü iktidar dengelerinden habersizliğin sonucu Mustafa Suphilerin öldürülmesi Kemalizm’in kesin bir “karşı devrimciliğinin”, Şeyh Sait isyanına karşı takınılan tavrın “şovenizm” olduğu sonucuna rahatlıkla varılabilmektedir. Tarihin her çağında ilericiliğin ölçütünün mutlak olmadığını, çağdaş sınıfların konumuna göre değiştiğini yukarda vurgulamıştık. Yine tekrar edelim, Fransız Burjuva devrimine öncülük eden Robespiyer’in, Danton’un başının giyotinle vurulması, Babaeuf’un derisinin yine burjuva devrimcileri tarafından yüzülmesi Fransız Burjuva devriminin “çağının ilericisi” olmasına gölge düşürmez. Kaldı ki Mustafa Suphilerin öldürülmesinin bizzat Mustafa Kemale yüklenmesi, iktidar dengesinde amansız antikomünistlerin( Fevzi Çakmalar, Rauf Orbaylar, Refet Beleler, Ali Fuatlar v.b), varlığını görmezden gelmektir. Şeyh Saite karşı takınılan tavrın, Şeyh Sait isyanının bizzat emperyalist güçlerin kışkırtması olduğu da nedense unutulmuş görünür ya da bilmezlikten gelinir. Kendilerine “Liberal” diyenlerden ya da “sağ” dan gelen eleştirilere yanıt bile vermeye gerek yoktur. Kemalizmin, Osmanlının dayandığı dinsel temeli toplumsal yaşam biçiminden çıkarmasının bunlarda bıraktığı kuyruk acısı ve bu gün karakterini değiştirmeden devem eden emperyalist severlikleri o günden bu yana devam etmektedir. Burada asıl üzerinde durulması gereken nokta ise; kendilerini Kemalist olarak tanımlayanların, artık çağdaş sınıfların toplumsal yaşamda yer aldıkları, toplumsal ilişki ve çelişkilerin esasını belirledikleri ve sınıfsal çelişkilerin uzlaşmazlığının mümkün olmadığı bu günkü koşullarda “Kemalizmi” çözüm olarak ortaya sürmelerinin açmazıdır. Toplumsal ilişkiler, dün olduğu gibi heterojen halk kesimlerinin belirleyici olduğu dönem bitmiştir. Kemalizmin kitle desteği heterojen halk kesimleridir, yani somut, yeri üretim biçimi ve ilişkileri tarafından tanımlanmış bir sınıf değildir. Bu nedenle “Kemalizm” Popülizmdir ve gerçekleştiği dönemde çözücü bir unsurdur. Bu gün Kapitalist üretim ilişkileri Burjuvazinin ve işçi sınıfının toplumsal yaşamdaki yerini somut ve net olarak belirlemiştir. Bu günün sorunları emek sermaye arasındaki çelişkidir. Kapitalizmin artık gidebileceği bir yer kalmamıştır. Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi Kemalizm 20. yılın başlarında toplumsal ilişkilerin belirlendiği mevcut koşullarda antiemperyalizmdir ve ilericidir. Ancak bu gün ilericiliğin ölçütü antiemperyalizmi aşmıştır. Artık antikapitalist olmadan antiemperyalist olmaktan söz edilemez. Kemalizmi, bugünkü toplumsal çelişkilerin çözümü olarak önermek, somut durumdan habersiz olmaktır. Yani 20. yüzyılda çözüm olan bir eylem ya da davranış, 21. yüzyılın da çözümü değildir. Bir başka nokta ise, Kemalizm madem antiemperyalizm ise, neden ülkenin emperyalizme bağımlı olduğudur. Yeniden vurgulayalım: Artık toplumsal ilişkiler çağdaş sınıfların arasında cereyan eden ilişki ve çelişkiler temel bağlamında şekillenmektedir. Üretim ilişkilerinden, üretim biçiminden tutun da, ekonomik, poltiik, siyasal, kültürel değerler bu iki sınıfın mücadelelerinin düzeyine göre şekillenmektedir. Kemalizm’in, elbette bu noktada bir geleceği olmayacaktı, sübjektiflik yerini objektif sınıf ilişkilerine bırakacaktı. Kemalizm’in kısa sürede emperyalizm tarafından teslim alınmasında şaşılacak bir yan yoktur. Böyle bir beklenti Kemalizmin sınıfsal içeriğinin doğru tahlil edilmemesinin, ona, onda olmayan vasıflar yüklemenin sonucudur. Kemalizm, antiemperyalisttir doğru ancak antikapitalist değildir ki, çağın kapitalist hegemonyasına karşı koyabilsin ve teslim olmasın. Bu olgu sosyalizmdir, çünkü içeriği itibariyle antiemperyalist ve antikapitalisttir. Burada, yine aynı açmazların ürünü olarak soldan gelen eleştirelin bir diğer ileri sürülüş biçimi olan 12 Mart ve 12 Eylül gibi faşist darbelerin gerçekleştiricilerinin de kendilerini “Atatürkçü” olarak tanımlamalarının kafalarda yarattığı bulanıklıktır. Bu arkadaşlara “ emperyalist kara propagandanın” varlığını hatırlatmakla yetinelim. Sonuç olarak, bu günkü sınıf ilişki ve çelişkileri bağlamında Kemalizm’in objektif koşulları yoktur. Hiç kimse için yoktur, karşıtları için de yandaşları için de. Sosyalizm artık bir zorunluluk ve kaçınılmazlıktır. Biz Kemalizm’in antiemperyalizmine ve toplumsal yaşam biçimi olarak dinsel yaşam biçimine karşı çağdaş yaşam biçimini örgütlemesine, çağdışı değerlerini tasfiye etmesine sahip çıkarız. Ancak bugünkü yakıcı sorunun çözümünün sosyalizm olduğunu, Kemalizm’in bu günün sınıf ilişkilerinin hakimiyetindeki toplumsal sorunun çözümü olmayacağını ve devrimci tavrın da bu olması gerektiğini düşünmekteyiz.

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Yorumlar kapatıldı.