Şehre yeni taşınmıştım, nafakayı sağlamam için “gel, hallederiz” demişti de öyle gelmiştim zaten… Pek karışanının görüşeninin olmadığı bir kahvede garsonluk yapıyordu… Ben biraz, nasıl söylemeli maruzatım var, onun çalıştığı kahveye tesadüfen gideceğim, birbirimizi tanımayacağız…
Sabahtan akşama tabanlarım patlıyor, geç vakitlerde mahalleye dönüşümde yorgunluktan fırsat bulursam uğradığım kahvede bir çay içimlik sohbetler esnasında garsonla bakışlarımızla selamlaşıyoruz, birbirimize yanaşmıyoruz, ben müşteri o garson… Isındığım birkaç kişiyle sohbet ediyoruz… Çoğu mevsimlik işçi… Ben yaşta biri kahvenin garsonu, iktisattan terkmiş “benim iktisatçılığım bu işe yaradı diyor, istersen seni yanıma çırak alayım, sonra terfi eder garson olursun”… Bir sessizlik çöküyor ortalığa, içimden “ bu ne samimiyet lan” diyorum, toparlıyor kendini… Söylediğinden mahcup, özür diliyor “ kusura bakma ağzımdan çıktı, şaka yapayım dedim, onu da ağzıma gözüme bulaştırdım”… Yan masadan biri fırsatı kaçırmıyor, “oğlum diyor zamanında anarşistlik yapmasaydın da şöyle masa başında bir efendi olsaydın ya”… Adam harbiden arızalı, yavşak bir yılışması var… Neylersin meydan dar işte… Kimsenin yüz verdiği, yüzüne bakıp adam yerine koyduğu yok…
“Garson ne yapayım” der gibi gözüme bakıyor, aldırma dercesine başımla işaret ediyorum… Yönünü çevirip elindeki çayları masalara dağıtıyor… İçimizde yaşça bizden küçük olan bir delikanlı yamuk herifin masasını işaret ediyor “Hasan abim buna tosuncuk diyor ya ne yalan söyleyeyim, neresi tosun bunun ya, Hasan abime inat ben de öküze benzetiyorum bunu, iyi mi?.. Bu soyunu s..ktiğim gammazcıdır, herkesi gammazlar”… Kaç gündür el altından seni soruşturuyor, nereden gelmişsin, ne iş yaparmışsın filan. Sen aramıza katılalı daha kaç gün oldu, biz hepimiz seni sevdik, bizden biri oldun, ibnenin karnı ağrıdı galiba… Anladığım sana taktı… Suçsuz günahsız kaç kişiyi gammazlayıp başını yaktı. Millet ihbar edilirim diye çekiniyor, kimse sesini çıkarmadıkça başımıza kral kesildi. Mahalleye öyle bir korku saldı ki, herkes başıma bir iş gelir diye onu görünce yolunu değiştiriyor… Hani derler ya vursan ölüyor, vurmasan payını elinden alıyor… Millet iş güç, aş ekmek derdinde, bu köpeğin derdi de galiba bir parça kemik için yurt yuva yıkmak…
Aldırma diyorum delikanlıya, benim araştırılacak, soruşturulacak hiçbir şeyim yok, her şeyimle ortadayım. Tavlada iyi zar tutar, okeyde kaş göz arası taş çalarım, bütün maharetim bundan ibarettir, gitsin beni de ihbar etsin bu yavşak…
Gözü bizim masada. Delikanlının “iltifatını” duydu, kendinden emin bir pişkinlikle “duydunuz değil mi, kimlere sövüp saydığını, hakaretler yağdırdığını”. Ortalıkta çıt yok, ses çıkmıyor kimseden. Hızını alamadı, delikanlının üstüne geliyor, araya girdim… Sertçe itiyor beni… Bir yandan omzundan yakalayıp çekerken, bir yandan da “bizim garsondan” gözümü ayırmıyorum, içimden aman ha diyorum, işine bak… Gereksiz bir hareket…
Adamımız sertleşiyor, arka arkaya omzumdan itiyor beni, sen karışma diyor, çekil geri… Elimle sakin olmasını işaret ediyorum, ne istediğini soruyorum… Duymadın mı diyor, kimlere küfür ettiğini, hakaretler yağdırdığını… Bir an sabrımın taştığını hissediyorum, zaten şimdiye kadar hiçbir yerde yerleşik bir hayatım olmadı, o şehirden bu şehre, o mahalleden bu mahalleye… Kaplumbağa gibi evimi sırtımda taşıyorum. Bu haddini bilmez insan müsveddesine haddini bildirip kirişi kıracağım… Makaraya alıyorum, anlamayacağından eminim, adamın suratının rabbi yesiri silinmiş, meymenetsizin biri…
Hayır diyorum, kimseye ne küfür etti, ne de hakaret… O sadece seni “onurlandırdı”, başkaca kimsenin adını bile anmadı”…Yardım ister gibi etrafına bakınıyor, “onur” ne demek, birisi açıklasın der gibi yardım istiyor. Yaşamayınca nereden bilsin, onur sözcüğünü hiç duymadığından eminim. Bir insanın nasıl böylesine aşağılık olabileceği tuhafıma gidiyor. Sesimi alçaltıyorum, bak diyorum yemin ederim seni onurlandırdı, seni sevdiğini şuradan anla, kahve çok kalabalık, müsait olsa seni hemen burada öpecek, baksana şunun masumiyetine… Sessizleşiyor… Gördün mü diyorum, hoşuna bile gitti bak… Garson gülüyor, kulağı bizde olan kahvenin sahibi eski bıçkının cömertliği tutuyor, bonkörlüğünü ilan edercesine garsona sesleniyor, “Hasaaannn, herkese benden çay ”…Adamımızla aynı masada oturan iki kişiden hiç ses çıkmıyor, kahveden bir alkış tufanı kopuyor, ”Yaşa, Varol”…İki kişilik avenesini alıp kös kös kahveden çıkıyor… Delikanlı yanıma yaklaşıyor, abi diyor ben adama “s..ktiğimin muhbiri “ diyorum, sen adama “seni onurlandırdı” diyorsun, alem adamsın valla… Garson külhani raconuyla söze karışıyor, ya kardeşim diyor karınca duası yazar gibi yazdın ince ince, ne anlayabildi, ne okuyabildi dinime imanıma… Garsonun, samimiyetin dozunu kaçıracağından endişeliyim, kaş göz işaretimle uzaklaşıyor, delikanlıya dönüyorum. Delikanlı diyorum, bu dünyaya yanlışlıkla insan sıfatında gelenleri becermek onları onurlandırmaktır… Sen de herifi becererek onurlandırdın, bu onun için az şey mi? Görmüyor musun gavat “onur” kelimesinin anlamını bile bilmiyor, becerilmek hoşuna bile gitti… Kahvenin sahibi bıçkın “varol be hoca” diyor, şimdiye kadar nerelerdeydin yahu… Hoca değildim ki, hocalığım da nereden çıktı… Sesimi çıkarmıyorum, varsın öyle bilsinler… Elektrikçiyim ya, belki de elektrik hocası demek istemiştir.
Ortalık tenhalaşıyor, kahvenin ucunda kenarında oturanlar sandalyelerini çekip bizim masaya geliyorlar… Hepsi de birkaç gündür sima olarak tanıdığım insanlar. Kahve sahibi bıçkın sigarasından derin derin çekiyor, ciddileşiyor birden. Hoca diyor anlamışsındır, biz gayrimeşru takılırız, hani takılırız demişsem geçmişte yani, gençliğimizde… O zaman at yok, avrat yok… Nerde akşam orda sabah… Bir ayağımız dışarıda bir ayağımız içeride, ne zaman girdik, ne zaman çıktık belli olmazdı… Hani bizler de iyi bokun soyu sayılmayız ama eğer hapishaneye yolun düşmüşse bilirsin, şimdilerde nasıldır bilemem amma hapishanenin kendi kuralları vardı, birincisi muhbirleri barındırmazlar, ikincisi tecavüzcüleri yaşatmazlardı… Nerden geldiğini de kimse bilmezdi, ya da herkes bilirdi de hiç kimse bilmezdi, anla gerisini… Şu herif anamıza söver gibi gelir burnumuzun dibine dikilir… Burnumdan soluyorum, işi aldırmazlığa vuruyorum. Buranın insanları fakir fukaradır, herkes işinin aşının peşinde, namuslu insanlardır. Kimi ara işlerinde, kimi inşaatlarda gündelikçidirler, akşama kadar karın tokluğuna çalışırlar, iş çıkışı uğrarlar, biraz sohbet ederler, biraz birbirlerine takılırlar, gamlarını kasvetlerini giderirler. Şu şikirsiz adam buralardan değil, tanımayız kim olduğunu, Peydah olalı birkaç ay oldu ama tanıyanlar, adamda karı tüccarlığından uyuşturucu tacirliğine bütün melanetin olduğunu söylediler. Lakabı da baronmuş… Mahallenin sözü dinlenir büyükleri bunu adam yerine koyup bu işleri mahallemizde bulaştırma diye tembih ettiler… Ne gezer… Her geçen gün daha bir bela kesildi… Kuran hakkı için karıya kıza, çoluk çocuğa musallat olmaya başladı… Bir ara gençler sıkıştırdı, ortalıktan kayboldu. Bir de baktık bu sefer arkasına taktığı kendi gibi zibidi çeteleriyle terör estirmeye başladı… Silah, bıçak ne istersen var, kaç kez taciz ateşi açtılar, şikâyetçi olduk ama üstlerine giden olmadı… İş başa düştü, ağzı burnu haşat edildi, bir daha mahalleye gelirse işte o zaman göreceğin var dendi…Nasıl bulaşık bir pislik olduğunu bilemezsin, bu sefer İlgisiz, alakasız insanları akla hayale gelmedik uydurmalarla muhbirlemeye başladı, birkaç kişi alınıp götürüldü, ihbarlar asılsız çıkınca bırakıldılar ama neye yarar ki, zaten kıt kanaat geçinen insanlarız, bir çoğu işinden aşından oldu.. Kendine öte git diyeni ihbar ediyor, herkes “belan başına olsun” deyip susuyor… Gözüyle delikanlıyı işaret ediyor, oğluymuş. Gece gündüz tembihliyorum, genç delikanlı işte, kanına dokunuyor. Hasan abisini sever, sözünden çıkmaz. Allahtan Hasan bizim oğlanı engelliyor, yoksa al başına belayı… Sonra… Sonrası malum… Katlanacak takatimiz mi kaldı, elde avuçta ne varsa gitti, kala kala işte bu kahve kaldı, bu da ancak horantanın boğazını körlüyor, valla bu pisliğin herhalde arkası güçlü, bizi buradan da eder diye kedi gibi pusup sesimizi çıkarmıyoruz… Hasan benim arkadaşım olur, uzun zaman önce cezaevinde tanıştık, o siyasi idi, biz malum… Hasandan çok şey öğrendim, işsizdi, beraber çalışmayı ben teklif ettim, sağ olsun öyle “ben üniversiteliyim, garsonluk mu yaparım hiç” demeden kolları sıvadı… Dedim ya yoksul insanlarız, çocuklar ilk mektep, bilemedin orta mektebi bitirir bitirmez ya bir mobilyacının ya da tamircinin yanında çıraklığa verilir. Bir zanaat sahibi olsunlar da ekmeklerini bulsunlar diye… Birçoğu kaçar, sağda solda ipsizliğe alışır… Hasan bunları başına toplayıp dersler verdi, sonra açık liselere yönlendirdi, analarından çok analık, babalarından çok babalık yaptı, mahallemizde meslek kursları açılması için çok uğraştı, başardı da… Kahvenin şu eklentisini birlikte yaptık, dar –uzun bir eklentidir. Kütüphane yapacağını söyledi, birkaç arkadaşıyla Devrimci Kültür Derneğini kurdu. Hem bizim mahalleden tanıdığımız arkadaşlarımız, hem de hiç tanımadığımız başka mahallelerden kadınlı erkekli arkadaşlarımız kütüphaneye gelirler, okurlar, sohbet ederler, bizim gençlere de iyi örnek oluyorlar… Mahallemizdeki ipsiz sapsız gençler saygılı birer delikanlı oldular. Hani bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur derler ya, aynen öyle…
Hasan yeter ki istesin, mutlaka vardır bir bildiği… Mahallemizin en okumuş profesörü taş çatlasın bir incili çavuş, bir de keloğlan okumuştur, o da okuduysa… Kütüphaneye kitap yağdı, roman, şiir, öykü… Matematik, fizik kitapları, çeşit çeşit… İnanır mısın bizim mahalle başka mahallelere de örnek oldu… Öğleyin iki saatliğine kahve oyuna da gürültüye de kapalıdır, kimi roman, hikâye okur, kimi şiir. Okul öğrencileri, sınava hazırlananlar da kapar defterini kitabını, evlerinden buraya ders çalışmaya gelirler. Bu iki saat boyunca çaylar bedavadır. Şimdi kadınların evde el işi üretimlerinin pazarlanması için kooperatif kurmaya çalışıyor, hepimiz yardımcısıyız, bakma garsonluk yaptığına, her ne kadar yaşça benden küçük ise de o hepimizin akıl büyüğü… Öyle olunca da mahalle değişti, herkes birbirine sahip çıkar oldu. Ne yalan söylemeli eskiden vardı böyle şeyler, çekişmeye, küslüğe dargınlığa sebep olurdu, şimdi öyle yok aleviymiş, yok Sünni’ymiş, Kürt’müş, Türk’müş, Laz’mış ya da Çerkez’miş esamisi kalmadı… Sandalyeden kalktım, çay almak için ocağa yöneldim, Hasanın yüzü gülüyordu.
Göz kırptım, “ince ince, karınca duası gibi” dedim…
Karınca Duası
Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.