Hallice bir ailede büyümüştü. Ana-babasının biricik oğlu, ninesinin dizinin dibinde masal çocuğuydu, masallar dinleyerek büyümüştü. Ninesinin masal belleğinde kötülerin kazanmasına yer yoktu. Maazallah olur ya, kötüler bir fırsat bulup dişlerini göstermeye görsünler, ninesi hokus pokusuyla bu kötülerin hakkından öyle bir gelirdi ki, onları analarından doğduğuna pişman ederdi. Masalın ilerleyen saatlerinde öylece uyuyakalır, dudağında gülümsemeleri kalırdı. Sanki bütün masallar onun gülümsemesi için kurgulanmıştı. Bu gün bile ninesinden kalan masal mirasları dün gibi aklındaydı. Yedi cücelerden Ali Babaya, Bağdat Hırsızından Binbir gece masallarından kadar bütün masal kahramanlarıyla kankaydı, sanki aynı mahallede büyümüşler, aynı yaramazlıkları birlikte yapmışlar, sokak arasında oynadıkları bez futbol topuyla pencere camlarını kırdıkları mahalle Sakinlerininparmak sallamasına birlikte nanik yapmışlardı. Bütün masallar gülümsetirdi, ninesi o rüyalarına giren, kan ter içinde yatağından fırlayıp kalktığı o, yıllar sonra bile hafızasından silemediği öyle korkunçbir masalı anlatmıştı ki… Kerberos… Aslında çocukluğunda, aklının yetmeye başladığı ilk gençlik yıllarında babasına sık sık anlattığı masalı o gün torununa da anlatmıştı, torununun gözlerindeki korkuyu görünce de anlattığına pişman olmuştu.
Babası bir bankada uzun süre çalışmış, borç harç bir ev almıştı. Ana baba, nine torun yaşayıp gidiyorlardı işte. Baba bir yandan evin borçlarını ödüyor, bir yandan çoluğun çocuğun nafakasını sağlayıp geçinip gidiyorlardı. Bir gün her nasıl olduysa gece yarısı evlerini polis başmış, bu melek gibi adamı yaka paça alıp gitmişlerdi. Karısı, oğlu, gelini, eş dost, akraba çevresi ne olduğunu, melek gibi bir adamın böyle yaka paça gece yarısı alınıp götürülüşünü anlamamıştı. Aradan haftalar aylar geçmişti de bir Allah’ın kulu nerede olduğuna, suçunun ne olduğuna dair bir haber getirmemişti. Sonraki günlerde hapiste olduğunu öğrendiler. Allahtan ilk duruşmada çıkmıştı çıkmasına da çalıştığı banka da işine son verdi… Eş dost yardımıyla bulduğu işlerde çalışıp evin kalan borçlarını ödedi, hastalandı. Doktorlar “zatürre” dediler. Sorguda günlerce buz gibi hücrelerde çırılçıplak tutulmuş, buz gibi soğuk sularda saatlerce bekletilmişti. Yarı baygın hücresine attıklarında halüsinasyonlar görmüştü. Hücrenin içinde elektrikli ısıtıcının sıcaklığı yüzüne vuruyor, ışıkları gözlerini kamaştırıyor. Kızıyordu kendine, sobayı kendine çekip ısınmak varken it gibi niye titriyordu ki… Sobaya uzandığında kafasını hücrenin duvarına çarpıyor, gözünü açtığında yarı karanlık hücrede kendinden başka hiçbir şeyin olmadığını görüyordu. Bir keresinde de kenarda üst üste yığılı birçok battaniye görmüştü de birini üstüne çekmek için uzandığında hücrenin duvarlarını tırmaladığının farkına varmıştı. Dili, avurtlarına sokulmuş kocaman bir paçavraydı sanki… Ah, şu paçavrayı bir kesip atabilse… Paçavrayı kesip atamamıştı işte, mecalsiz düşmüştü. Ağzının içinde paçavraya dönen dilinin telaffuz edemediği Kerberos sözcüğünü içinden kaç kez tekrarlamıştı. Ah, dilinin dönebileceği kadar bir gücü bulup cellatlarına “Keberos” demeyi ne çok isterdi. Ne çare, kelimeleri telaffuz eden dildi. Dili ağzında dönmüyordu. Sorgusu bitince cezaevine konmuştu ve cezaevinde ömrünün vadesi dolmuştu işte. Başsağlığına gelenlerden bazılarını tanıyorlardı, bankadan ve çevreden arkadaşlarıydı. Ölüm nedeni “işkence” dediler. Anısını yâd edip, başsağlığı dilediler.
Ne Babasının neden mahpus damına atıldığını, ne de ölümünün nedeni anlayacak yaşta değildi, oyun çocuğuydu henüz. Etraftakilerin babası üzerine fısıltıları “hapishane ve işkence” üzerineydi.
İşte o küçük bedenin rüyalarını kâbusa döndüren korkunç masalı, korkudan endişeden kocaman açılmış gözleriyle babasının ölüm nedenini sorduğu gün ninesi anlatmıştı. “Kerberos” demişti ninesi… Körpecik beyne kazınan bir masal yıllar sonra aynı korkunç çağrışımıyla kendini unutturamamıştı. Bütün çocukluğunda dinlediği masalların hiç birinin sonunu getirmeden uyuyakalmıştı da, ninesi kerberosu anlatırken gözleri kocaman kocaman olmuş, yüzü gerilmişti. Ninesi anlattıkça huzursuzlanıyor, ninesinin kurtarıcı göğsüne yaslanıp, korku içinde ninesini soru yağmuruna tutuyordu. Ninesi torununun gerildiğini görüyor, için için üzülüyor, üzüntüsü içine bastırarak “bir gün gerçek kerberoslarla karşılaşacaksın bebeğim, tanı bunları” diyordu.
Ninesi, masalın korku atmosferini değiştirmek, torununu rahatlatmak için başka bir masal başladığında yüzünü buruşturuyor, illa da üç başlı köpek masalını anlatmasını istiyordu.O gece çocuğu karabasanlar basar, çığlık çığlığa uyanırdı. Annesi koşarak oğlunun odasına geldiğinde onu kan ter içinde bulur, sakinleştirirdi… Annesi odadan çıktığında o korkulu rüyayı tekrar göreceğinden korkar, yanında kalmasını isterdi. Annesi, çocuğa korku masalları anlattığı için kaç kez çıkışmıştı kaynanasına… Kaynanası sesini çıkarmaz, içinden “çocuk işte” derdi, keşke hiç büyümese de rüyasında korktuğu kerberosların ileriki yaşamında gırtlağını sıkacağı günleri görmese, bizim yaşadıklarımızı yaşamasa”…
O gün Babası erken gelmişti eve. Kış günüydü, içeri dar dışarı kar denen günlerden… Mızmızlanmaya başladı, Ninesinin kerberos anlatmasını istiyordu. Babası, ne istediğini pek anlamadı, yorgundu başından savmak için Ninesine “gel dedi, tosunum seni özlemiş”… “Ne istiyorsun kurban olduğum”… Yarı memnun bir yüz ifadesiyle “ Kerberos” dedi. Şaşkınlıktan baka kalmıştı babası, nereden bilirdi ninesinin o masalı yıllar öncesinden babasına da anlattığını.
“Korkuyor dedi ninesi, geceleri rüyasına giriyor”… “Anlat, anlat ben varım, korkmaz benim oğlum” dedi babası…
Ninesi dizine yatırdı torununu…
Bir varmış, bir yokmuş… İnsanların, tanrıların düzenine başkaldırdığı bir ülke varmış… Tanrılar, kendilerine başkaldıran ölümlüleri çeşitli cezalarla cezalandırır, işkenceler eder, çarmıha gerer, acı çekerek öldürürmüş. Sonra da bu insanları dirilip tekrar karşımıza çıkmasınlar diye ölüler ülkesine gönderirmiş. Bir gün ölüler, kaçışın bir yolunu bulup da iktidarımızı kendi ellerine alırlar diye ödleri de patlarmış. Çok korkarlarmış ölülerden, çok. İşte bu ölüler ülkesinin başına Hades diye bir cellat dikip, başlarına bir bekçi koymuşlar… Bu bekçiyi öyle silahlarla donatmışlar ki, onu yenmeye, alt etmeye, atlatmaya kimsenin gücü yetmezmiş. Bu bekçinin adı da Kerberosmuş… Yarı kadın yarı yılan Ekhidna ile dev Typhon`un oğlu olan, Kuyruğu bir yılan olan ve sırtında sayısız yılanbaşı bulunan, yüz başlı, ısırıkları zehirli, dev zincirlerle bağlı olan bu köpeğin görevi yer altına giren ölülerin tekrar yeryüzüne çıkmalarını önlemekmiş. Kaçmaya kalkışan olursa vay haline…
Ninenin anlattığı masal, anasından defalarca aynı masalı dinlemesine karşın, torundan çok oğlunu heyecanlandırmıştı.
Oğlu” bu köpeğe karşı niçin hiç kimse hiçbir şey yapamıyor” dedi.
Cevabı torunu vermişti. “ Ninem o köpeği kuyruğundan yakaladığı gibi sırtındaki yılanbaşlarını, beş metrelik dişlerini söküp parçalara ayırmış. Sonra da gidip ölüler evini kapatıp mühürlemiş.,
Nine:
“O kadar kolay olmadı” dedi, Herakles diye bir yiğit bu köpeği yakalayıp bağırsaklarını söktü. Sonra ben dahil benim gibi bir çokları da yenilmez denen bu köpeği yakalayıp parçalara ayıran yiğit Herakles’ten cesaret aldık. Bu köpek müzikten korkardı, müziğin delirteceğini keşfeden Orpheus nameleriyle, insandan korkardı, Hermes insan sesiyle, yemeyi severdi, Aineias yaptığı tatlı pastasıyla zehirledi.
Baba anlamlı gülümsedi.
“Anacağım siz bu köpeği parçalıyor, yakalıyor, zehirliyorsunuz ama tekrar tekrar diriliyorlar.
Yavrum dedi anası “ Biz bu köpeğe ruh veren Hadesi mühürledik ama onlar Hadeslerini dünyaya taşıdılar…Eee, öyle olunca köpeklerini taşıdılar, köpekler dirildi, Kerberoslar da yeryüzüne çıktı. .
Oğlu başını sallarken torunu iyice ninesinin göğsüne büzülmüştü.
Aradan onca yıl geçmişti, torunun haleti ruhiyesinde Ninesinin bıraktığı iz, babasının karıncaincitmez nezaketi şimdi yaşamına yön veren bir anlamlar manzumesiydi… Zaman zaman ninesinin anlattığı Kerberos masalının korkusundan çığlık çığlığa uyandığını anımsıyor, annesi, babası, ninesiyle geçirdiği çocukluk günlerini özlüyordu.
Ninesinin masalındaki kerberos, Hades ülkesinin bekçi köpeğiydi. O zamanlar Hadesin ölüler dünyası bir taneydi ve bu köpek kaçmak isteyen ölülerin bekçi köpeği idi. “Ya şimdi” dedi, “bütün dünyayı ölüler ülkesine çevirdiler, dünyanın her yeri ölüler evi… İnsan etiyle besleniyorlar ve doymak bilmiyorlar.
O gece aynı korkunç rüyayı tekrar gördü, yine kan ter içinde uyandı.
“Pusula” dedi, pusulasını aramaya başladı.
Kütüphanesinin rafından ciltleri dağılmış bir kitap indirdi. Tozlanmıştı kapağı, okunmuyordu. Tozları üfleyip kitabın adını okudu:
İnsan…