Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/04

Klasik faşizmin sınıfsal temelini tekelci burjuvazi oluştururken, ideolojik temelini gericilik ve şovenizmin , kitlesel temelini ise sınıf bilinçsiz yığınların oluşturduğu , yönteminin şiddet demogoji ve yalan, hedef amacın ise tek tek kapitalist devlet kökenli tekelci sermayenin , (Almanya ve İtalya örneği ) diğer emperyalist-kapitalist devletlerle ortaya çıkan Pazar anlaşmazlığında  ve diğerlerinin aleyhine dünya pazarlarına sahip olmak ,ulusal ve sınıfsal sömürüyü yoğunlaştırmak olduğu bilinmektedir. Klasik  faşizmin uygulama ve ihtiyaç alanları, ortaya çıktığı ülkede  sermayenin  yoğunlaşma derecesiyle sahip olunan pazar payının ters orantılı olmasına göre şekillenmiştir.

Örneğin birinci paylaşım savaşının başlatıcısı ve yenik tarafı olan Almanya , Savaş sonrası Alman sermayesinin yoğunlaşmasıyla orantılı olmayan  pazarlarını genişletmenin yolu olarak yeniden ikinci paylaşım savaşının başlamasına neden olacaktır.Savaşın sonuçlarının istatistiksel   verileri bu yazının dışındadır. Altını çizmeye çalıştığımız nokta , Klasik faşizm döneminin belirleyici özelliğinin  tek tek kapitalist ülkelerde, bu ülkeler kökenli tekelci şirketlerin Pazar sorunun bu ülkeler devletlerince çözülmeye çalışıldığıdır.Akla şu soru gelecektir, diğer kapitalist ülke tekellerinin Pazar sorunu yok mudur,ya da pazara doymuş mudur? O dönemin kapitalist ülkeleri ile sahip olduğu pazarlar kıyaslandığında; İngiltere bir imparatorluktu ve kıtasal sömürgelere sahiptir. Fransa , Hollanda, Belçika yine denizaşırı pazarları ellerinde tutmaktadır. ABD nin elinde koca bir Latin Amerika kıtası vardır. Zira Japonya Uzak Asyada önemli pazarlara sahiptir. Diğer kapitalist ülkelerin dünya pazarlarına egemen olmaya başladığında Almanya ve İtalyanın ulusal birliğini geç tamamlaması ve kapitalistleşmeye diğer ülkelere oranla geç ulaşması, diğer kapitalist ülkelerle pazarlardan gücüyle orantılı pay sahibi olmasını engellemiştir. Yani Almanya ve İtalya tekelci sermayeleri diğer kapitalist ülkeler tekelleriyle boy ölçüşebilecek düzeye geldiğinde dünya pazarlarının , bunların dışındaki emperyalistlerce paylaşımı tamamlanmıştır.Alman ve İtalyan –kısmen Japonya- tekellerinin pazarların yeniden paylaşımını gerçekleştirmelerinin yolu dışarıda savaşlar, içerde faşizmdi. Bu bir tercih olmayıp,sermaye açısından bir zorunluluktu. Bu nedenle , diğere kapitalist ülkelerde, yer yer burjuva demokrasisinin sınırlarını zorlayıcı baskı ve sindirmelere tanık olunmaktaysa da , bu ülkeler sermayeye yeterli pazara sahip olmalarından dolayı Almanya ve İtalya benzeri klasik faşizme ihtiyaç duymamışlardır.

Konu başlığından da anlaşılacağı gibi, sermayenin küreselleşmesi ile birlikte , sistemin işleyişinde ne ölçüde farklılıklara yol açtığının kalın çizgilerle belirlemek zor da olsa, kapitalizmin işleyişinde anlamlı değişimlerin meydana geldiği kabul gören bir tespittir.Aşağıda açıklamaya çalışacağımız bu tespitin  götürdüğü sonuç şudur: Kapitalizm, tek tek devletlerin ve salt bu devletler eliyle kendi menşeili tekellerinin sorunu olmaktan çıkmış, yerküre ölçeğinde gerek  emperyalist kampın gerekse tekellerin  kapsamlı işbirliklerine ve bu işbirliğinin somut görünümü olan örgütler eliyle sistemi ve yerküreyi yöneten aygıta dönüşmüştür.Bu olgu hem kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfının ve diğer halk katmanlarının maruz kaldığı  sömürünün yoğunlaşmasına, gerekse bağımlı ülkelerle gelişmiş kapitalist ülkeler arasındaki uçurumun açılmasına yol açmıştır. Satır başlarıyla;

1) Kapitalist sisteme “ sosyal devlet “ olgusunu dayatan , burjuva demokrasisinin nimeti olmayıp, sosyalist sistemdeki çalışan kesimin yaşam standartlarının sosyalizmle birlikte yükselmesidir. Batılı kapitalist ülkeler işçi sınıfının sosyalizme eğilimi , batı burjuvazisini tavizkar olmaya, sınıf mücadelesinin ateşini “ sosyal devletle” aşmaya zorlamıştır. Batılı ülkelerde grev ve toplu sözleşme hakkı, ücretlerin önceki döneme göre nispeten daha yüksek tutulması , sosyal güvenlik kurumlarının oluşturulması ikinci paylaşım savaşı sonrasıdır, yani sosyalizmin bir sistem olarak kapitalizmin karşısına çıkmasıyla gerçekleşmiştir.21. yüzyıla girerken sosyalist sistemin dağıtılmasıyla, kapitalist sistem kendini yeniden organize etmiş, bir taraftan Sovyet ülkelerine “ilgisini(!) artırıp, az buçuk eski Sovyet geleneğine bağlı yönetimleri bilinen yöntemlerle bertaraf edip, sisteme sadık yönetimler oluştururken, diğer taraftan ve bunun sonucu olarak ve küresel kapitalizmin ihtiyacına cevap verir şekilde Ulus devletleri parçalamış ve  bu ülkeleri hızla pazara açmıştır. Gerek eski Sovyet ülkelerinde gerekse bağımlı ülkelerde bu operasyonu yürütürken , diğer taraftan kapitalist ülkelerde işçi sınıfının sahip olduğu ekonomik ve demokratik haklar hızla budanmaya başlamıştır.

2- Bağımlı ülkelerin klasik sömürü biçiminin görünümü olan, bağımlı ülkeler egemen sınıflarıyla emperyalistlerin süregelen ilişkilerinde göreli ekonomik ve siyasal bağımlılık sona ermiş, geri bıraktırılmış ülkelerin göreli ekonomik  bağımlılıkları IMF, Dünya Bankası,DTÖ v.b gibi sistemin ekonomik patronları tarafından, siyasal bağımlılıkları ise BM Güvenlik Konseyi ABD ve AB gibi kurumlarca yok edilmiştir. Bugün siyasal ve ekonomik  açıdan iki yüz geri bıraktırılmış ülke  yirmi  kapitalist ülkenin egemenliğindedir. BM Güvenlik konseyi aracılığı ile askeri egemenlik tesis edilirken, DTÖ ile ticari ve IMF ile de evrenin finansal egemenliği sağlanmaktadır. Bu nedenle BM,  ABD ve AB yi “ emperyalist kurumlar “ olarak tanımlamamız bir dil sürçmesi olmayıp, bilinçli bir tanımlamadır. ABD ya da AB Uluslar arası hukukta tanımını bulan klasik devlet olmanın ötesinde sistemin siyasal patronlarıdır. BM ise emperyalist kapitalizmin yasal görünümlü  hegomonya aracıdır. Bu daram geri bıraktırılmış ülkelerin yeniden sömürgeleştirilmesinin  de nedeni ve emperyalist egemenliğin de görünen yüzüdür. Geri bıraktırılmış ülke burjuvazisi ekonomik ve siyasal açıdan artık  emperyalist kapitalistlerin bu ülkelerdeki sömürüyü disipline eden “ müttefikleri “ olmayıp, yere burjuvazinin, emperyalizmin taşeronu olduğunun göstergesidir. Bu patron taşeron ilişkilerinin görünen yüzü de finansal bağımlılık,doğal kaynakların teslim edilmesi, stratejik sektörlerin özelleştirilmesidir.Bunun sonucu olarak geri bıraktırılmış ülke burjuvazisinin sömürüden aldığı pay ulus ötesi tekellerin lehine işlemekte, sömürü payı azalmaktadır. Geri bıraktırılmış ülke burjuvazilerinin BM, IMF, DTÖ veya Dünya Bankası kararlarındaki etki derecesi de emperyalist –kapitalistlerle kıyaslanamamaktadır.Yani geri bıraktırılmış ülke burjuvaları artık “egemen efendiler” olmayıp, emperyalist – kapitalistlere hayır deme iktidarını yitirmiş, söyleneni yapmak zorunda olan ,deyim yerindeyse “ taşeron” lardır.  Bağımlı ülkeler egemen sınıflarının, batılı kapitalist ülkelerin “ yürütme görevini “ üstlendikleri ulus ötesi sermaye ile işbirliklerini – tekelci sermaye adına sömürünün yoğunlaştırılması ve disipline edilmesi adına ve amacına-yoğunlaştırmaları, ne bu ülke burjuvalarını emsalleriyle eşitleyecektir , ne de bağımlı ülkeleri “ kapitalistleştirecektir”. Tersine bağımlı ülkelerle,kapitalist ülkeler arasındaki uçurum hızla ve onarılmaz biçimde açılmaya devam edecektir.

3- Klasik kapitaliz ayırıcı özelliği, aralarında Pazar paylaşımının yarattığı uzlaşma çelişki ve her kapitalist ülkenin Pazar sorununu kendi burjuvazisi lehine ve diğer kapitalist ülke ve burjuvaları aleyhine

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Yorumlar kapatıldı.