(GÜNCEL PRATİK)
“Kürt hareketine yakılan lirik destanın trajik bir ağıta dönüşmemesini umuyoruz”
Takriben 2006 yılında irdelemeye çalıştığımız Kürt siyasal hareketine ilişkin temennimiz yukarıya alıntıladığımız temenni idi. 2006 dan bugüne değin geçen on yılın pratik özeti gözden geçirildiğinde gelinen ortamın o günden görülmesi bir “müneccimlik” merhalesi olmayıp, ilişki ve çelişkilerin sınıfsal içeriğini doğru gözlemlemenin sonucudur. Yirmibirinci yüzyıla giriş, küresel kapitalizm dünya coğrafyasının siyasal sınırlarını, geçmiş dönemlerdeki müdahalelerinden içerik ve biçim açısından farklı, yeniden düzenlemeye koyulduğu sürecin başlangıcıdır. 2000 yılında ABD Dışişleri Bakanı C. Rice’ın ifadesiyle “Orta Doğuda 22 ülkenin sınırları değişecektir”. Bu yıl aynı zamanda küresel kapitalizmin merkezlerinin AKP yi iktidara hazırladığı yıldır. Nitekim ustalıklı demagojilerle, kıvrak manipülasyonlarla ve sınırsız kara propagandayla 2002 yılında AKP iktidar yapılmıştır. Bu yıllardan başlayarak Kürt sorununa ilişkin Türkiye siyasetinin alışık olmadığı jargonlar da günlük politik yaşamın ortak bir öğesi haline gelmiş, paradigmalar değişmiştir. O güne eğdin militarist yöntemlerle ortadan kaldırılacağına inanılan Kürt sorunu için bir sözüm ona “ barış” koridoru açılmış, diplomatik kuşatma da bu süreçle aynı anda başlamıştır. O güne değin geçen sancılı süreç içinde Kürt sorununu toplumsal gerçeklik içine oturtan PKK’nin etkisizleştirilmesinin de düğmesine başlanmıştır.
Başa dönelim: 21. Yüzyılın başında küresel kapitalizmin ajandasında ilk madde Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesi yer almaktadır. Bu proje enerji kaynağı Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Kafkasya’nın küresel kapitalizmin gelişmesine uygun olarak yeniden düzenlenmesini ve sömürünün sorunsuz sürmesi için önündeki engellerin kaldırılmasını öngörmektedir. Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerin “ulusalcı BAAS partileri ve türevi rejimler” İran, Irak, Suriye, Mısır, Libya v.b bu projenin önündeki en büyük engeldir ve ortadan kaldırılması gerekir. Irak’ın işgali bu sürecin başlangıcıdır. İşgalle birlikte Saddam Rejimi devrilmiş, sürecin devamında Baas rejimlerinin despot yönetimlerinden bıkan kitlelerin tepkilerinin “Arap Baharı” adı altında sokağa dökülmesiyle amaca bir adım daha yaklaşılmış, Mısırda Hüsnü Mübarek, Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali Rejimleri devrilmiş, Libya’da Kaddafi linç edilerek öldürülmüş, Suriye’de Esat Rejimine karşı taarruzun hala devam ettiği bilinmektedir. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da “Arap Baharı “ adlı altında küresel kapitalizmin merkezlerinin “demokrasi vaadiyle” sokağa döktüğü ülke aşağı yukarı yok gibidir. Tunus, Mısır, Libya Suriye, Bahreyn Cezayir Ürdün, Yemen, Moritanya, Suudi Arabistan, umman Irak, Lübnan Fas gibi ülkeler Emperyalizmin dayattığı sözüm ona demokrasi ve demokratik yönetim istemiyle sokağa dökülen ülkelerdir. Oysa Despot yönetimlere karşı sergilenen bu protesto eylemlerinde kitlelerin sokağa dökülmelerinden beklenen sonuç ne demokrasidir ne de demokratikleşmedir, Küresel kapitalizmin hedeflediği amaç, kitlesel tepkilerin statükocu yönetimlere çevrilerek bu yönetimlerin emperyalizmin adına yolu açmalarıdır. Gerçekte, bu hareketin başarılı olduğu Tunus’ta Siyasal İslamcı Ennahda Partisi, ve Mısırda örgütlü güç olan Müslüman kardeşler kitlesel tepkilerin sonuçlarını toplamış ve iktidar olmuşlardır demiyoruz, bilinçli ve planlanan şekilde iktidara getirilmişlerdir. Bu süreç, birlikte Kürt ulusal hareketini toplumsal gerçeklik haline getiren PKK’nin bu kapsamda işlevsiz ve etkisizleştirilmeye başlandığı süreçtir. Değişmesi gereken siyasal haritalar içinde Türkiye de yer almaktadır ancak küresel kapitalizmin Antiemperyalist PKK’nin etkinliğine de tahammülü yoktur. Ne var ki Kürt Ulusal Hareketi’nin maddi gücü ve kitlesel manevi etkileyicisi PKK’de bir el işaretiyle bertaraf edilecek bir hareket değildir. Bunun yolu PKK’yi KDP’leştirmektir. Kuzey Irak/KDP, ABD’nin Irak’ın parçalanmasında ilk kopardığı lokma olup, bekçiliğini de Barzani’nin KDP’sine teslim etmiştir. Emperyalist/Kapitalizm PKK’yi kuklası olan Barzanileştirme görevini, Büyük Orta Doğu Projesinin eş başkanı olduğunu alenen kendisine sunulan bir nimete şükran borcunu öder gibi huşu içinde dua eder gibi söylerken önemine önem kattığını düşünen R.T.Erdoğan ve AKP hükümetine vermiştir. Sürecin adı konulmuştur “Demokratikleşme süreci”. Ancak sürecin içeriği sırdır. Ne toplum tarafından bilinmektedir ne de hükümet tarafından açıklanmaktadır. Süreç, daha ilk adımında rengini belli etmiştir. PKK’nin “ ehlileştirilmesi”. Kürt hareketinin Büyük Ortadoğu projesi içinde eritilmesi, antiemperyalizminin emperyalizme hizmete dönüştürülmesidir. Bir taraftan ortadan kaldıramadıkları PKK’ye şirin görünüp gizli açık “ açılım” toplantıları, gövde gösterilerinin amacı Kürtlere sunulan şirinlik muskasıdır. Sürecin meşrulaştırılmasında sözüm ona çoğulculuk adına “Akil adamlar” yalamalığında birincilik “solculuk beraatını” kimseciklere kaptırmayan, radikal dincilerle bir araya gelmekten hicap duymayan, ehlileştirilmiş faşistlerin de övgülerine mazhar olmaktan içleri geçen geçmişlerinde solculuk solumuş yedeklerdir. Ellerinde tuttukları iki ucu boklu değneğe bakmaksızın değneğin boklarında demokratikleşme arayan ehlileştirilmiş, ıslah edilmiş solcular… Gerçekte kendilerine verilen görev ise “demokratikleşme” gibi cazip bir sözcüğe yapışan bokun üstünü örtmektir. Hükümet kanadıyla Kürt siyasal hareketi içine yuvalanmış Barzaniciler arasında balayı havası hüküm sürerken, sahneye konan Ergenekon, Balyoz v.s gibi çadır tiyatrosu oyunlarını “Demokratikleştiricilerin” güncel olana bakarak el ovuşturmaları, sistemin “hükümet kanadıyla” “silahlı gücü” arasındaki uyuşmazlığı “demokratik gelişme” olarak değerlendirmeleri, değerlendiricilerin bir yanılgısı sorunu değil, sistemdeki gelişmelere ayak uydurma ve sisteme bilinçli olarak payanda olma sorunudur. Sürecin bu aşamasında BDP/HDP ile AKP arasındaki “ düşman çatlatan kıskandırıcı muhabbet” emperyalistlerin projelerine neredeyse inandırıcılık kazandıracak kadar görkemlidir. Kürt siyasal hareketi bu evrede bu oyunun bir parçası olmuştur. Seçimlerde BDP’nin güçsüz olduğu yerlerde AKP desteklenmiş, gerekçesi ise AKP’nin “ demokratlığı olarak” açıklanmıştır. Asıl mesele sınıfsal rehberliği bir kenara atmış Türkiye sol hareketinin de gözü kapalı bu gidişatın arkasına takılmasıdır. Söylemlerinde hiçbir sınıfsal öz ve içerik kaygısı taşımayan, bütün sınıfsal kavramların da Emperyalist/Kapitalizmin demagog ideologlarınca ters yüz edildiği, kitlesel pasifikasyonun ve sisteme siyasal, politik ve kültürel yedeklemenin sağlanmasında bütün iletişim araçlarının, yazılı ve görsel basının, kısaca bütün medyanın olanaklarının sınırsızca seferber edildiği, Demokratik kitle örgütlerinin “sivil toplum kuruluşları” adı altında hizmete sokulduğu, AB ve ABD kaynaklı sivil görünümlü karşı devrimci örgütlerin özellikle emperyalist/Kapitalizmin dolaylı ya da dolaysız sömürgesi olan ülkelerde “insan hakları” “demokrasi” “demokratikleşme” adına niçin sınırsız para kaynaklarını seferber ettiğinin geniş kitlelerce hiç olmazsa “merak edilmesinin engellenmesi için” sistem bütün sınırsız olanaklarını seferber etmiş durumdadır ve kitleler bu bilinç köreltilmesinin yoğun bombardımanı altındadır. “Kürt sorunu” bu ortamda “ sınıfsal temelinden” soyutlanarak ve giderek salt “etnik kökene” indirgenerek “aciliyet” notuyla gündemin başköşesine oturtulmuştur. Sokaktaki insanın bilincine yansıyacak kadar aleniyetleşen, hükümet etme görevi ABD ve AB tarafından verilen AKP iktidarının “Kürtleri bu kadar sevmesi”ne, “açılım üstüne açılım yapmasına” akıl ermemekte, ancak “şifre” de çözülememektedir. Şimdi kısaca soru şudur: ABD ve AB’nin Kürt sorununa böylesine ilgi göstermesinin, uluslararası destek sağlamasının ve iktidara getirdiği AKP’nin göz yaşartıcı “Kürt aşkının” amacı nedir?… Yanıt tek ve açıktır: BDP/HDP’nin KDP’lileştirilmesi, PKK’nin Barzanileştirilmesi ve Kürt siyasal hareketinin Büyük orta Doğu projesinin bir parçası yapılmasıdır. PKK’nin direndiği, girmek istemediği boyunduruk da budur.
Yakın geçmişin yaşananları da ibretliktir. Gezi eylemi AKP’nin korkulu rüyası olmuş, kitlesel ve potansiyel bir hareket, örgütlülüğü gerektiren “hükümete darbe yapmak” la adlandırılmış, AKP hükümetinin gördüğü bu halüsinasyona BDP’de katılmış ve Gezi eyleminde başlangıçta yer almamalarını ve kitlelerine de katılmalarının gerekçesini “ Gezinin meşru hükümete darbe girişimi” olarak adlandırmıştır. Basına yansıyan İmralı Notlarında aynı değerlendirme dikkat çekmektedir. BDP’nin HDP’ye dönüşmesiyle birlikte hiç olmazsa HDP’nin sol kanadı tarafından oynanan oyunun farkına varılmış olacak ki HDP kongresinde eş başkan S. Demirtaş “HDP içinde Tayyipsever bir damarın öteden beri var olduğunu” itiraf etme durumunda kalmıştır.
Bu günkü güncel pratiği anlamaya çalışırken AKP’nin çözüm sürecinden Kürt sorununu inkar etme noktasına gelişini, HDP ye karşı “yok sayma tavrını” Sur, Silopi, Şırnak, Cizre gibi kasaba ve kentlerde sokağa çıkma yasağının, kitlesel kıyımların ve sürgün boyutunda göçlerin bu düzlemde değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Bir taşla iki kuş vurulacaktır: Kürtler kıyımlarla yıldırılacaklar, Kürt siyasal hareketi içinde Barzanicilerin etkinliği artırılacak, PKK’nin kitlesel desteği eritilecek ve Kürt siyasal hareketi Büyük orta Doğu projesinin içine oturtulacaktır. Bu amacın gerçekleştirilmesinde ve kapsamında Barzani ve AKP arasında tam bir uyum vardır. Şayet Küresel Kapitalizmin bu projesi gerçeklik kazanır PKK’nin gücü kırılıp sürece müdahale gücü tüketilirse Büyük orta Doğu projesi içinde adına özerklik ya da özyönetim deyin oluşturulacak siyasal yapının karşılığında başkanlık sistemi için gereken destek Barzanileştirilen Kürt siyasal hareketinden sağlanacak, yasal düzenlemeler de bundan sonra yapılacaktır. Bu projenin gerçekleşmesi halinde ülkenin yasal düzlemde yönetilmesinin koşulları da ortadan kalkmış olacaktır ki, küresel kapitalizm, faşizmi görünüşte bu meşruluk kılıfı içinde yerleştirecektir. Antiemperyalizmi sınıfsal içerikten yoksun PKK’nin etkisizleştirilmesiyle hedeflenen çözüm sürecinin içeriği budur. Bu çözüm sürecinin diğer adı Türkiye’de faşizmin inşası ve kurumlaşmasıdır. Görünen o dur ki küresel kapitalizm geri bıraktırılmış ülkelerde faşizmin sınıfsal bileşenlerini ve kitlesel tabanını etnik ve dinci kesimlerin siyasal desteği ile kotarmaya çalışmaktadır.