Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/16

Tarih, Toplumların önüne çözebileceği sorunları koyar. Toplumun devrimci güçleri, toplumsal gelişimin önünü tıkayan maddi sorunları irdeler, analiz eder, tıkanan süreci ileriye doğru çözmeye çözme yetenek ve iradesine sahip devrimci örgütlenmeyi yaratır. Devrimci örgütlenme, tıkanan süreci çözmeye yönelik kitlesel ileri atılımın olmazsa olmazıdır.

Yukarıdaki başlık altında irdelemeye çalıştığımız “küresel kapitalizm koşullarında faşizm üzerine bir deneme”nin devrimci okurun dikkatini çekmeye çalıştığımız temel ögesi, küresel kapitalizmin faşizm tehdidinin klasik faşist iktidarlar gibi tek tek ülkeleri tehdit etmekle kalmayıp bütün yer küre için açık ve yakın tehdit oluşturduğu, dolayısıyla mücadele, örgütlenme ve kitlesel ittifakların küresel boyutta düşünülmesi gerektiğidir. Neden?.

Öncelikle klasik faşizmin doğuş ve ortaya çıkış nedeni, emperyalist/kapitalist ülkeler tarafından paylaşılan pazarlara, sermaye birikimini geç tamamlamış ve kapitalist gelişimde atak yapmış ülkelerin itirazları ve pazarların/sömürü alanlarının yeniden paylaşılması talebidir. Her bir emperyalist ülkenin sömürü egemenliğinde olan pazarlarını koruma ve diğer emperyalist kapitalist ülkeler aleyhine genişletme isteği emperyalistler arsındaki çatışma ve ittifakın de nedenidir. Bu olgu emperyalistler arasındaki çelişkinin açıklayıcı yanıdır. Birinci ve ikinci paylaşım savaşlarının çıkış noktası da budur. Şayet bu tespitin doğruluğu kuşkuya yer bırakmayacak kadar açık ve doğruysa varacağı sonuç da aynı ölçüde kesin ve doğru olacaktır. Öncelikle, insanlık tarihinde yaşanmış olan 20. Yüzyıl faşizminin yenilgiye uğratılmasında bir yanılgının altını çizmek gerekecek. ABD, İngiltere, Fransa gibi Hitler faşizmine karşı cephe alan emperyalist ülkelerinin amacı bir sistem olarak faşizme karşı mücadele olmayıp, sermaye birikimleri geç oluşan ve paylaşılmış pazarların yeniden paylaşımını isteyen ve mevcut pazarlarını faşist ittifakın oluşturduğu Almanya, İtalya, Rusya, Japonya gibi emperyalist ülkelere kaptırmak istememeleridir. Bu ülkelerin Hitler faşizmine karşı savaşmalarının iç yüzü burdur, mevcut pazarların diğer emperyalist/Kapitalist ülkelere karşı korunmasıdır. Faşizmin yenilmesi amacıyla savaşana ve gerçekte faşizmi yenilgiye uğratın SSCB’dir. Nitekim Sovyet devriminin ilk yaptığı şey ilhaklara karşı cephe alması olacak ve emperyalist paylaşımlara karşı açıkça tutum alacaktır. Burjuva kalemşorlarının her türlü yazılı ve görsel medya araçlarını kullanarak Hitler faşizmini Batılı emperyalistlerin yendiğine ilişkin söylenebilecek en büyük yalandır. Doğası gereği emperyalist/kapitalistler faşizmle savaşmazlar, yönetmede sıkıştıkları zaman faşizmi imdatlarına çağırırlar. Klasik faşizmin gerek iktidar olmasında gerekse yenilgiye uğratılmasında etkin faktör dış faktördür. Faşizmin işgal ettiği ülkelerdeki antifaşist direnişler elbette görmezlikten gelinemezler ancak bu direnişlerin güçleri ve boyutları faşizmi yenilgiye uğratacak yetkinlikte de değildir.

Klasik faşizmin iktidar olduğu 20. Yüzyılda emperyalistler arası çelişkinin ana nedeni o günün koşullarında egemen sermayenin “ulusal” karakteridir. Aslında gerek birinci paylaşım savaşının gerekse ikinci paylaşım savaşının nedeni de budur. “Ülke menşeili” sermayelerin birbirleriyle pazar savaşlarıdır. 21. Yüzyıl kapitalizmi ülke menşeilerinin üzerinde, hatta ülke menşeilerini de yıkarak küreselleşmiştir. Ülke menşeili sermayeler ikincildir ve küresel sermayeye bağımlıdır. Küresel sermaye ekonomik, politik, siyasi ve kültürel alt yapılarını da oluşturarak uluslararalılaşmıştır. İMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret örgütü, NATO, AB uluslararalılaşan sermayenin küresel örgütleridir. Yeryüzü, birbirleriyle uzlaşmaz çelişkileri olan tek tek emperyalist ülkelerin pazarı olmaktan çıkmış, bütünleşen, birleşen, içinden çıktığı ulusal sınırlar dar gelen birleşik emperyalist sermayenin ortak pazarıdır ve bu ortak sömürü alanı küresel kapitalizmin ortak sömür alanlarıdır. Sermayenin küreselleşmesinin ana nedeni yoğunlaşmasıyla orantılı olarak artık bu yoğunlaşma derecesine dar gelen sermaye birikiminin ulusal sınırlara sığmamasıdır. Sermayenin yoğunlaşmasının karakteristik özelliği ise yoğunlaştıkça bunalımlarının artması, krizlerinin süreklilik kazanması ve burjuva meşruiyeti sınırları içinde burjuvazinin artık yönetemez duruma düşmesidir. Sermayenin küreselleşmesi bu yoğunlaşmayı ve yoğunlaşmanın sonucu olarak sosyal patlamaları da beraberinde getirmiştir. Kitlesel hoşnutsuzlukların artarak bütün yeryüzünde çeşitli eylem ve protesto biçimleriyle dışa vurumu karşısında burjuvazi yöne yönetme biçimleri aramaya çoktan başlamıştır bile. Dünya kamuoyuna “mülteciler” olarak adlandırılan sorunun altında yatan gerçek ise “küresel kapitalizmin” yeni yönetme biçimi arayışının görünümü olan savaşlar ve işgaller karşısında yaşam alanı arayan halkın ülkesizleştirilmesidir. Gelinen noktada yasal ve meşru yöntemlerle yönetme kabiliyetini yitirmiş kapitalist burjuvazinin yönettiği sistemde kepazelikleri arşın ve endaze ile ölçülemeyecek kadar acınası ve çürümüştür. Panama belgeleriyle ortaya saçılan kepazelikler “sözüm ona” en saygın burjuva politikacılarının rüşvet ve yolsuzluklarla içine düştüğü bataklığı yeterince açıklamaktadır. Yer kürenin her bir noktasında kitleler suyu çıkmış burjuva meşruiyetini sorgulamakta, ancak doğru yönlendirici devrimci önderlikten yoksunluk onları sistem dışı, farkında olmadıkları başka bir tehlikenin kucağına atmaktadır. Öznel yapısına göre dinci, ırkçı, klasik faşist partilerin ürkütücü kitle desteğine sahip olmalarının nedeni budur. Burjuvazinin makul, klasik yönetici elitleri olan Merkez sağ ve sosyal demokrat partiler erimektedir. Muhalif kesim yine sistem içinde sistemin ıslah edilebileceğini vaat eden Syriza, Podemos gibi sol söylemli partilerin etrafında toplanmakta, sınıf bilinçsiz kesim ise faşist partilere kitle tabanı oluşturmaktadır. Faşist partiler, geçmişte yüzleri açığa çıkarıldığı için açıkça tercih edilmeseler bile küresel kapitalizm için yedekte tutulan bir stepnedir.

Bu gelişme yönetemeyen burjuvazinin bilgisi dâhilinde “ istemem ama yan cebime koy” kurnazlığıdır. Bu nedenle küresel sermaye sözcülerinin iki de bir demokrasi, insan hakları savunucusu kesilmelerinin anlaşılmayacak bir yanı yoktur. Yalan ve riya burjuva ahlaksızlığının mayasıdır.

Dolayısıyla yönetme kabiliyetini yitirmiş küresel burjuvazi kendi meşruluğunu kendisi ortadan kaldırmakta ve yönetebilmek için yer kürenin her bir noktasında faşizme yönelmektedir. Bu olgu klasik faşizmin özelliklerinden farklılık göstermektedir. Klasik faşizm dışsal olguların ürünü iken küresel kapitalizmde dişlerini göstermeye başlayan faşizm, meşruiyeti dâhilinde yönetemeyen ve başkaca da yönetme mekanizması olmayan küresel burjuvazinin sisteme karşı hoşnutsuzluk ve tepki gösteren, giderek eskisi gibi yönetilmek istemeyen kitlelere karşı demir yumruğu olacaktır. Yani küresel kapitalizm koşullarında bir sindirme, yıldırma, korku ve pasifikasyon olarak faşizm içsel bir olgudur.

Bu koşullarda ortaya çıkan ve dişini göstermeye başlayan faşizme karşı mücadelede de artık dış bir destek beklemenin, örneğin Hitler faşizmine karşı Pazar kaybetme kaygılarıyla savaş açan ABD, İngiltere Fransa ya da başka bir emperyalist kapitalist ülkeden dış destek beklemenin koşulları ortadan kalkmıştır. Mücadele yer küre ölçeğinde küresel kapitalistlerle işçi sınıfı ve yandaşları arasında sınıf mücadelesi olarak şimdiye değin tarihin kaydetmediği uzun ve metanetli süreçlerden geçecektir.

Bu analizlerin varacağı sonuç ise küresel kapitalizmin ortak tehdidi altındaki bütün yer küre işçi sınıfı ve yandaşlarının faşizme karşı ortak örgütlenme ve mücadele alanlarının yaratılmasıdır.

Bir yanılgıyı tekrar vurgulamakta yarar var. Ülkemiz ilerici güçlerinin AKP iktidarına karşı duyduğu tepkinin AKP yöneticilerine tepkiye indirgenmesi, sanki tepki toplayan AKP yöneticilerinin yerine başkaları gelse “ böyle olmayacağı sanısı” uyandırılması koşayım derken ayağa kurşun sıkılmasıdır. AKP iktidarı sistem içinde sistemin kendine verdiği görevleri yerine getirmektedir ve AKP’nin başkaca türlü davranmasını beklemek hayal görmektir. Aynı şekilde Avrupa, Asya, Latin Amerika, Afrika, Orta Doğu ülkelerinin bütün yöneticileri bir AKP’dir. Ülkelerin özgün farklılıklarından kaynaklanan burjuva yönetim biçimlerinden hiç biri diğerinden daha demokrat ya da daha otoriter değildir. Bu nedenle kapitalizmi hedeflemeyen hiçbir söylem ya da mücadele önerilerinin faşizme karşı mücadele olarak nitelendirilmesi düşünülemez

Küresel kapitalizm koşullarında faşizme karşı mücadele kapitalist/emperyalizme karşı mücadele ile iç içe geçmiştir, bütünlük oluşturmuştur.

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.