Bu dönemin sermaye birikim rejiminin esasının artık değer sömürüsü olması nedeniyle kapitalist sömürü işçi sınıfı dışında kalan halk kitlelerinden henüz uzak olup halk kitleleri sömürü çemberinin dışındadır. Sömürü mekanizmasının artık değerle sınırlı olması rekabetçi dönem kapitalizminin evirilerek tekelci kapitalizme geçiş özellikleri göstermeye başlamasıyla birlikte üretilen malların fiyatların yükselmesi pazara yansıyacak ve bu aşamadan itibaren işçi sınıfı dışında kalan halk kesimleri de kapitalist sömürüye maruz kalmaya, sömürüyle yüz yüze gelmeye başlayacaktır.
Rekabetçi kapitalizm döneminde devletin karakteristik özelliği, belli bir toprak parçasıyla çevrili ülke bazında ulusal burjuvazinin çıkarlarını korumaya yönelik olup, işleyişi de bu çıkarlara tekabül eden yasa, yönetmelik gibi düzenleyici işlemlerle burjuvazinin güçlenip palazlanmasını sağlamak olup, ülke dışında ise kendi ulusal burjuvazisinin sömürü alanı sınırlarını korumaktan ibarettir. Bu dönemde burjuva devletleri arasında cereyan eden savaşın niteliği de, ulusal burjuvazinin sömürü alanı ülke pazarının saldırılardan korunmasıdır. Geniş halk kitleleri ilkel milliyetçilik duyguları okşanarak “vatan savunması” adıyla cephelere gönderilmekte, burjuvazi halk kitlelerinin kendisi için ölmesinin de ustaca yolunu bulmaktadır. Burjuvazinin “yurtseverliğinin” ölçüsünün anlaşılması açısından dikkat çekici bir hususu belirtmeden geçmeyeceğiz: 1840’larda başlayan Fransa ve Avusturya arasındaki savaşta, Fransız ve Avusturya işçi sınıflarının kendi ülkeleri burjuvazisine karşı başkaldırıları, savaşan iki ülke burjuvazisinin kenetlenmesine yol açmış, her iki ülke burjuvazisi de aralarındaki savaşa son vererek ve işbirliği içinde burjuva iktidarlara başkaldıran işçi sınıfı hareketini ezmişlerdir. 1850’li yıllar kapitalizmin hüküm sürdüğü ülkelerde sınıf mücadelesinde işçi sınıfının “kendiliğinden sınıf” niceliğinden “kendisi için sınıf” niteliğine sıçradığı yıllardır. Yani işçi sınıfının mücadele programı artık yalnızca çalışma şartlarının iyileştirilmesi, düşük ücretlerin artırılması gibi ekonomik taleplerle sınırlı olmayıp, iktidarı da hedeflemektedir. Burjuvazinin yurt severliği sömürü alanlarıyla sınırlıdır. Tarihin bütün dönemlerinde yurt sever olan yöneten egemen sınıflar değil, yönetilen sınıflar olmuştur.
Bir diğer yanılgı da rekabetçi dönem kapitalizminin demokrasiyle eş değer olduğuna ilişkin yaratılan inançtır. İngiliz ve Fransız burjuva devrimleri evrensel insan hakları ve demokrasinin miladı sayılmıştır. Doğrusu şudur: Her iki burjuva devrimi de feodal iktidarların kalıntılarının temizlenmesi ve geniş halk kesimlerinin kitlesel desteğinin sağlanması amacıyla feodalitenin kişi üzerindeki mutlak otoritesini kaldırmış, yurttaşlarına soyut özgürlükler vaat etmiştir. Çıplak kölelik yerini örtülü köleliğe bırakmıştır. Yönetici kesim yurttaşlarının can ve mal güvenliğini garantilemiş, çıplak köleliği kaldırmış, sınırlı da olsa genel oy hakkını getirmiş, seçilme değil ama burjuvazinin yerel ve genel temsilcilerinin seçilmesine ilişkin düzenlemeler getirilmiştir. Ancak burjuva devrimlerinin bu karakteristik özelliğine bakarak bu atılımlarının demokrasi olarak değerlendirilmesi kabul edilemez. Şayet, ilk çağ filozoflarının site devletleri özgür yurttaşlarının fantastik “demokrasilerini” dışarda bırakarak, maddi temel üzerine oturan demokrasiden söz edilecekse, sınıf mücadelelerinin kazanımlarının burjuvazi tarafından kabulünden ve işçi sınıfının kamusal yönetime örgütlü katılımından, burjuva iktidar mekanizmalarının işçi sınıfı partisi eliyle siyasal, bağımsız sınıf sendikal örgütlenmesi tarafından emeğin ve diğer kaynakların sömürüsünün sınırlandırılması amaçlı olarak işleyişinin denetlenmesinin somut varlığından söz edilmek zorunludur. İşçi sınıfına hiçbir hak burjuva iktidarlarca verilmemiştir, uzun ve kanlı mücadeleler sonucu kazanılmış haklar bir lütuf da değildir. Gerek Avrupa’da gerekse Amerika’da sürdürülen sınıf mücadeleleri iktidarın ele geçirilmesi talepli olmasa bile, yani salt ekonomik demokratik talepli olsalar bile kanla bastırılmıştır. Kaldı ki işçi sınıfının iktidar talepli mücadelelerinin bastırılmasında kapitalist burjuvazi kendi aralarındaki çelişkileri geçici bir süre erteleyerek uluslararası blok olarak davranmış, bu mücadeleler kanla bastırılmıştır. Paris Komünü tarihte bilinen en çarpıcı örnektir. Tarihin tanıklık ettiği en kanlı savaşlar sınıf savaşları olmuştur.
İşçi sınıfı uzun ve yorucu mücadeleler sonucudur ki burjuvaziye ekonomik demokratik taleplerini kabul ettirmiş, sendikal ve siyasal örgütlenme, toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkını elde etmiş, ücretlerin iyileştirilmesi, ağır çalışma koşullarının düzeltilmesi gibi haklara kavuşurken burjuva devlet yapısında yerel yönetimler bazında da olsa kısmi iktidarı elde etmiş, yönetimi denetleme mekanizmalarına katılmıştır.
Burjuva demokrasisi, burjuva siyasal iktidarı içerisinde işçi sınıfının iktidar mekanizmasında yönetime katılma, yönetimi denetleme, sendikal ve siyasal örgütlenme kazanımlarını elde etme ve hayata geçirmenin, yönetme deneyimi kazanarak gelecekte kendi iktidarı için mevzi kazanmasıdır. Bu hakların hiç birisi işçi sınıfına burjuvazi tarafından verilmemiş, bahşedilmemiştir. Sınıfın uzun mücadeleler sonucu elde etmiş olduğu haklardır. Bu hakların sosyal pratikte kullanılmadığı burjuva yönetimler demokrasi olarak adlandırılamaz. Yani demokrasi seçim ve sandık ikilemine indirgenemez. Merkez kapitalist ülkeler, kapitalizmin az çok refah dönemlerinde işçi sınıfının bu haklarını kabul etmek zorunda kalsalar da bu süreç sanıldığından daha az sürecektir. Bunalım ve kriz dönemlerinde burjuva devletin, gerici ve baskıcı yöntemlerle işçi sınıfının kazanılmış haklarına saldırısı ve giderek tamamen ortadan kaldıramasa da bu hakları kullanılamaz hale getirmesi temel politikası olmuştur. Bu anlamda demokrasi yöneten burjuvazinin yönetilen işçi sınıfı ve halkın diğer kesimleriyle vardığı bir sınıf uzlaşmasıdır. Kapitalizmin özellikle küresel aşamasını yaşadığı günümüzde burjuva yönetimlerin faşizan politikaları nedeniyle merkez kapitalist ülkelerde de burjuva demokrasilerinden söz etmek olanaksızlaşmıştır.
Bu tespitler merkez kapitalist ülkelerle sınırlı olup, geri bıraktırılmış ülkeler bu tespitin dışındadır. Geri bıraktırılmış herhangi bir ülkede burjuva demokrasisinden söz etmek olanaksızdır. İleri bölümlerde bu ülkelerdeki sınıf mücadeleleri ayrıca irdelenecektir.