Yaz ayı rehavet ayı derler ya… Bu güzelim yaz aylarının yıldızlı gecelerinde ıssız sokakların çekiciliğine kendini kaptırıp, hafif esintilerde gömlekleri havalanmayanlar, duru gökyüzünün derviş hoş görüsüne gülümseyen yüzleriyle bir selam çakmayanların hasetlerinden çatlamasından mıdır acaba bu güzelim yaz aylarına rehavet ayı demeleri. Gün ağarıncaya kadar amaçsız, sebepsiz bilinmedik sokaklara girip çıkmayanların, ıssız parkların banklarında bir sigara molası verip, dünyanın ahvaline dalıp dalıp giderken ta ötelerinden, ciğerlerinden sökülüp gelen arı bir saflıkla iç geçirmeyenlerin yaşadıkları o havalı hayatlarına da tüküreyim, saya saya bitirmedikleri mallarının mülklerinin de ta amına koyayım. “ Tabi ya derim, köleler köleliklerini kutsadıkça sizin gibi zübükler de baş tacı edilir.” İşte tam da bu noktada önüne geçemediğiniz bir duygu seline kapılırsınız, çabanız çırpınmanız kar etmez, alır götürür sizi. Başınız üzerinde hissettiğiniz uçsuz bucaksız gökyüzünde seyrana çıkmış yıldızlardan başka gördüğünüz hiçbir şey yoktur. Bazen gecenin o geç saatinde yönünüzü kaybettiğiniz ıssız sokakların bir köşe başında bir genç kız çıkar karşınıza… Yanından geçerken içine çektiği kalın sigara dumanını yüzünüze üfler, korkak, tedirgin sesine yüklediği bir cesaretle “ sigaranız var mı” yaklaşımı aslında başka bir davetin ifade edilemeyen biçimidir. Bir sigara uzatırsınız, elindeki sigarasını yere atıp sizin verdiğiniz sigarayı yakar. Sakinleşip kendine güven gelmiştir, gözlerini gözlerinize diker “ saati beş yüz lira, beş yüz de otel”… “Teşekkür ederim, ama şu caddeye nereden çıkacağımı söyleye bilir misin?..” Bir an kendisiyle dalga geçtiğinizi düşünür, çabuk toparlanır, “şu sokağın başından önce sağ, sonra sola… Caddeye çıkacaksınız”… Teşekkür edip siz o sokaktan yürümeye başladığınızda arkanızdan gelen ayak seslerinin hızlandığını fark edersiniz, arkanıza dönüp baktığınızda ensenizin dibine kadar yaklaşmıştır bile… “Bir bira ısmarlar mısınız ?”
Açık bir büfe buluncaya kadar hiç konuşmadan yürünen yolda gözünüzün altından davranışlarını kontrol edersiniz. Onun şimdi bir öğrenci olması, sığınacağı bir evi güvenli bir yaşamı olması gerektiğini geçirirsiniz içinizden. Kim bilir hangi sarhoş sofralarına meze olmuştur, korkuları, tedirginlikleri nasıl da içini kemirmesine karşın bu kadar soğukkanlı olmasına hayret edersiniz.
“Siz hiç konuşmaz mısınız ?”
“Affedersin, sizi duymadım”.
“Aldırma, bizi zaten kimse duymaz ki. Bizi sadece kendimiz duyarız da herkes bizi duyuyor sanırız.”.
“Vakit çok geç değil mi, bu saatte sokakta olmanız sizi korkutmuyor mu”?
Bu vakitte sokakta sadece benim mi olduğumu düşünüyorsunuz, her sokak başında, görünür ya da görünmez köşe başlarında benim gibi o kadar çok var ki”.
“Kaç yaşındasınız ?”
“Hoppala, şimdi de beni sorguya mı çekiyorsunuz, sana gelinceye kadar kırkıncı kez sorguya çekildim, ön kapıdan girip arka kapıdan çıktım.”
Yok diyorum, amacım sorgu filan değil, sohbet.
Büfenin önüne geldik. Gözüme bakıyor “ sen önden buyur”.
Arkamdan geldi. Yavaş, usul bir sesle “ iki tane alabilir miyim”? Göz işaretiyle al diyorum.
İki tane bira alıyor. “Bir de sigara olur mu”?
“Ohoo diyorum, sen beş yüzlüğü çıkardın bile”… Boş bulunup densizlik yaptığımın farkına varıyorum. “Kalsın o zaman” diyor.
“Yok, yok diyorum” sigarasının markasını söylüyor, “iki tane lütfen”. Büfenin çaprazında açık bir çay evi var. Burayı önceden biliyorum. Neredeyse hava ağarmaya başladı.
“Konuşmak ister misin, karşıda açık bir çay evi var, sen de bana çay ısmarlarsın”.
Tereddütsüz olur diyor.
Bize iki demli çay…
Konuşmaya nereden başlayacağımı bilmiyorum. İkimiz de susuyoruz. Sessizliği o bozuyor.
“Efendi birisine benziyorsun, ne iş yapıyorsun”.
“Avukatım diyorum”…
“Ben de kraliçe Kleopatrayım”. Avukatın gecenin bu saatinde bu sokaklarda ne işi olur”.
“Ortaokul mu terksin, lise mi”?
Vallahi diyor şimdi inandım avukat olduğuna. Siz sorgulamaya alışıksınız ya, alttan alta beni sorguluyorsun yine”.
Yok diyorum, kimseyi sorgulamam. Sen “ Kleopatrayım” dedin ya. Kleopatrayı bilmen için muhtemelen orta okul veya lise okumuş olmalısın”. Amacın sohbetse diyor, ben anlatayım sen dinle. “Tabi, diyorum. Sözünü kesmeyeceğim, ne anlatmak istiyorsan”.
Lise mezunuyum diyor. Babam yok. Bir ablam var. Evli. Başka bir şehirde yaşıyor. Abim tamirci, bir düzeneği parçalar, yeniden kurar, iyi bir ustadır.
Annem ev kadını, dikiş makinesi var. Konunun komşunun yırtığını söküğünü diker. Yirmi dört yaşındayım. Ne yalan söyleyeyim, aklım yetti yeteli varlıklı ailelerin kızlarının giyiminde kuşamında, eğlencelerinde kaldı gözüm. Bakma şimdi gözlerimin altının çukurlaştığına, güzel bir kızdım. Çaktırmadan gözlerinin altına bakıyorum, gerçekten göz çukurları çökmüş ve morarmış. Devam ediyor.
Lise bitti. Ne üniversitede okuyacak gücümüz var ne de hısım akraba bana destek olacak kimsemiz yok. Gerçi burada akrabamız çok ama kendilerine hayırları yok, hepsi birbirinden aç sefil. Onların da kızları benim gibi sokaklarda iş arar, oğlanları da torbacılık yapar… İş aramaya çıkıyorum diyerek çıkardım evden, kızlı erkekli buluşur barlara giderdik. Okul dönemimde alkol nedir bilmezdim. O barlarda bir iki tane derken şimdi fıçıyla içsem bana mısın demiyorum. Herkesin bir sevgilisi vardı, benim de tabi. Korur kollardı beni, barlara gitmeme, o çevrelerle arkadaşlık etmeme kızardı “oralar ucuz etek pazarları, seni oraya çekmeye çalışıyorlar” derdi. Dürüst birsiydi, işinde ekmeğindeydi… İyi de ben de maya bozuk. Dürüstlük para mı ediyor. Sonra bıraktı beni… Herhalde ileride orospu olacağımı o zaman anlamıştı. Barlara gidip gece yarılarına dek zevzeklik yapmakla kalmaz, erken çıktığımızda da uygun evlerde partilere katılırdık, su gibi içkinin yanında uyuşturucu… O sabah kendimi iğfal edilmiş buldum. Çok para kazanmak istiyordum. Bar ortamlarını tanımıştım, beni ancak oralar kurtarırdı. Müşterileri genellikle para görgüsüzleridir. Evden mutfak parasını çalanlar, çocuğunun kıçına alacağı donun parasını buralarda harcayanlardır müşteriler. Öyle görgülü insanların uğrayıp selam vereceği yerler değildir buralar.
Gide gele barda çalışan kızlarla kanka olduk, çok para kazanırlarmış, bütün yapılacak iş biraz kırıtıp biraz dırıtarak buralara gelen kerizleri avlamakmış. Bu tür barların adı da “ o biçim barlarmış”… O hayatı tanıdıkça çok para kazanan kızların açlıktan nefeslerinin koktuğunu zamanla öğrenecektim.
Benim çevremin bu tür alışkanlıkları yoktur, buralarda kimse tanımaz beni. Bir inşaat şirketinin gece vardiyasında iş buldum dedim aileme, inandılar. O güne kadar hiç yalan söylememiştim aileme. Annem, giderek inanmamaya başladı bana. Alkollü oluşumdan şüpheleniyordu, “ Kızım, aman ha”… Eline maşayı alsa gücünün yetmeyeceğini bilirdi de o bilmezlikten gelirdi.
Para kazanmanın yolu açılmıştı… Birkaç seneye kadar milyonerim… Bir kahkaha atıyor… Bu şehrin milyonerleri arasına adımı altın harflerle yazdıracağım… “ Umarım diyorum”. Gülüyorum. Bak diyorum sana duyduğum en güzel meseli anlatayım mı”? “gözüme bakıyor “ söyle der” gibi. “Sakat bir çocuğu olan bir aileye bir melek müjde getirir. Azrail sana sağlıklı bir oğlan çocuğu hediye edecek der. Aile “ aman istemem der, Azrail değil mi bu, elimdeki sakat çocuğumu almasın da oğlan çocuğu kendinde kalsın”… Peki diyorum, liseden sonra bu işe başladığına göre beş altı yılda milyoner olmanın yolunu bulmuş olmalısın.
Bulmam mı diyor. İki birayla bir sigarayı sana, tanımadığım bir insana aldırtacak kadar milyonerim. Gözüne bakıyorum… Öyle bir milyonerlik ki diyor bir bira ısmarlarlar sana, o iğrenç, mide bulandırıcı ellerini ta külotunuzun içine kadar sokarlar, ses çıkaramazsınız, adam size durup dururken ısmarlamamıştır birayı, tabi ki elini bacaklarınızın arasına da sokacak, göğsünüzün içine de. İşiniz budur. Adamın cukka sağlamsa bin, iki bin ne koparırsan koparırsın, otel parasını da yıkarsın üstüne. Patron ne kopardığınızı bilir, o bir şey demeden siz götürüp yarısını ona vermek zorundasınızdır. Bazen de müşterinizi patronunuz bulur. Gitmem diyemezsiniz, mecburen gideceksiniz. Aksi halde patrona şikâyet ederse artık yüzünüze falçata mı attırırlar, eşek döver gibi dövüp kapı dışarı mı ederler, Allah bilir. Üstelik bu piyasada bir daha iş bulmanız neredeyse imkânsızlaşır. Gerçi yüzüm falçatayla parçalanmadı ama yediğim dayağı ben bilirim. Hiç birinin ciğeri beş para etmez, mumla arasan içlerinde insan bulamazsınız. Her şey birbirini halletme üzerine kurulmuştur. Dost kim, düşman kim ayıramazsınız. Hoş, bizim ciğerimizde açılmadık kabak çiçeği değil ya, onlar neyse bizde oyuzdur. Bu ortama çabuk uyum sağlarız. Onlar bizi mi halleder, biz onları mı hallederiz, belli olmaz.
Şimdi sokaklardayım. Artık kimi avlarsam… Kimmiş, neciymiş, Arlı mı arsız mı umurumda bile değil. İş, iştir. Gözün kapalı gidersin, pazarlık ettiğin parayı vermeyenler mi dersin, elindeki parayı almak için boğazına bıçak dayayanları mı dersin… Şimdiye kadar bütün birikimim de iki bira bir sigara aldıracak birisini gözüme kestirmekten ibaret. Gülüyor. Bunun adı “ kerizlemedir”. Yani seni kerizledim. Yarın arkadaşlarıma seni nasıl kerizlediğimi anlatacağım.
“Ücretin kaç liraydı”.
“Yahu diyor bana o kadar iyi davrandın ki bendensin”. Israr ediyorum. Yok diyor, başka birisi olsan o zaman başka olurdu. Tamam diyorum, başka birisi olduğumu farz et. Elini yana açıyor, peki diyor bin, iki bin ne çarparsam.
İki bin liram yok diyorum. Cebimdeki parayı çıkarıyorum. Yedi yüz liram var. Eline uzatıyorum. Olmazlanıyor. Al diyorum. Tamam diyor, parayı alıyor. Otel parasını ben öderim diyor. Hadi işi yine ucuza getirdin diyor.
“Yanlış anladın, para karşılığı bir kadının bedenine sahip olmayı çok çirkin bulurum, öyle bir görüntüm mü var sence”… Gözünü yere dikiyor. “Senin erkeklik sorunun var galiba, dalga mı geçiyorsun benimle, yoksa daha büyük bir hesabın mı var. Sinirleniyor…
“Abinin tamirci olduğunu söylemiştin, sen de anlar mısın tamircilikten?.
Valla diyor lafı nereye getireceğini anlamadım ama doğrusu anamın dikiş makinesini ben söker takardım.
Evet diyorum, daha büyük bir hesabım var.
Bir gün sen ve senin gibilere bu rezillikleri reva gören makineleri parçalayıp her bir parçasına insan onuru ekleyerek yeni bir hayatın kurulmasında bana yardım eder misin?. Şaşkınlıkla gözlerime bakıyor. “ Gergin görünüyorsunuz, iyi değilsiniz galiba” diyor.
“Sizin iyi olduğunuz gün biz de iyi olacağız.” Diyorum.
Kalkıyorum oturduğum tabureden. Gitme diyor. Boğazıma bir şeyler düğümleniyor. Arkama bakmadan yürüyorum.