Birinci paylaşım savaşı emperyalist/kapitalizmin iki açından açmazını derinleştirecektir.
Birincisi, savaştan umulan pazarların genişletilmesi beklentisi boşa çıktığı gibi Sovyet devrimiyle de dünyanın altıda biri emperyalizmin ekonomik ve politik etki alanının dışına çıkmıştır.
İkincisi yine paylaşılmış pazarların yeniden paylaşımı amacıyla savaşı başlatan Almanya’nın – sonradan Almanya’nın yanında savaya katılan İtalya’nın- savaştan mağlup ayrılmasıyla diğer emperyalist ülkelerle aralarındaki çelişki artacak, bu olgu savaştan yenik çıkan ülkelerin ikinci paylaşım savaşına yol açmasına sebep olacaktır. Birinci savaş öncesi burjuva meşrutiyeti içinde yönetilen devlet, mevcut yönetim biçimiyle ne kapitalizmin yoğunlaşan sermaye birikimine bunalım ve krizlerini atlatacak yeni yatırım/ Pazar alanları bulabilmiş, ne de içeride kitleselleşerek burjuva iktidarları tehdit eder düzeye ulaşan sınıfsal hareketlerin gelişmesine engel olabilmiştir. Ülke içinde yoğunlaşan ve aşırı üretime Pazar, yoğunlaşan sermaye birikimine yatırım alanları bulamayan kapitalizmin normal işleyişi aksamaya başlar, duraklamalar başlar, bunalımları krizler izler. Ancak en önemlisi de iç pazarı doyuma ulaşan kapitalizmin ulusal sınırları dışında yeni yatırım/ Pazar alanları elde edebilmesi için öncelikle “iç meselesi” sınıf mücadelesini etkisizleştirmek, hiç olmazsa denetimine almak zorundadır. Açıklamaya çalıştığımız husus, birinci paylaşım savaşında uğradığı hezimetin tecrübesiyle faşizme yönelmesi ve devlet zorunu açık ve aleni biçimde kullanması, savaş öncesi devletin zor kullanmadığı anlamına gelmeyecektir. Belirtmeye çalıştığımız husus devletin birinci savaş öncesi devlet zorunu burjuva meşruiyeti sınırları içinde kullanırken, savaştan edindiği tecrübeyle zoru sistemleştirerek toplumun bütün kesimleri üzerinde faşizm formatlarında uygulamasıdır.
Faşizmin Almanya’da ve İtalya’da vücut bulması, diğer kapitalist ülkelerin devlet yönetiminde burjuva meşruiyet sınırları içinde yönetmeye sadık kaldığı anlamına gelmeyecektir. Bu ülkeler de devlet normlarında açık faşizme değilse bile demokratik hakların ve kamusal harcamaların kısıtlanması, kitlesel hareketlere karşı zorun açık biçiminin kullanılması, devrimci örgüt ve partilere karşı saldırı şeklinde devletin “zor aygıtı” tanımına uygun düzenlemelere gidilecektir.
İkinci paylaşım savaşının başlamasıyla savaşı gerekçe gösteren burjuvazi ülke içinde saldırılarını doruk noktasına ulaştıracaktır. Birinci paylaşım savaşı öncesinin burjuva devleti ikinci savaş arifesinde ya da savaş ortamında organlarını yeniden yapılandırarak, sadece birbirleriyle savaşan devletlerin yapılanmasına uygun hale getirilmesi değil, aynı zamanda işçi sınıfına karşı da “iç savaşın” organı haline gelecektir. Almanya’da ve İtalya’da mevcut açık faşist diktatörlükler, diğer merkez kapitalist ülkelerde görünürde her ne kadar klasik burjuva devlet yönetimi devam etse de, devletin militarize edilmesi ve sivil faşist örgütlenmelerin kitlesel taban kazanması sürecine girilmiştir. Devlet, kapitalizm tarihinde birinci savaş öncesi ve sonrasında ustalık dönemini tamamlarken, ikinci paylaşım savaşı öncesi ve savaş ortamında profesyonelleşmiştir. İkinci paylaşım savaşı sonrasına devlet, tekelci kapitalizmin çıkarlarının inşası adına profesyonelleşen yapısıyla girmiştir. Denilebilir ki, tekelci kapitalizmin dikey egemenlik aracı olarak devlet, birinci ve ikinci paylaşım savaşlarında tartışmasız “egemenlik” tacını giyerken, ikinci paylaşım savaşı sonrası “egemenlik” gemisi su almaya başlayacaktır.
İkinci paylaşım savaşı sonrası, bir taraftan savaşın yıkıntıları üzerine inşa edilen yatırım alanlarıyla sıkışan sermayeye geniş pazar alanları açılmasıyla rahatlayan kapitalizm, kitlelerin yaşam standartlarını yükseltmiş, kitlesel siyasi destek sağlamış eski meşruiyet biçimlerine geri dönerken, diğer taraftan Avrupa ve ABD nin sermaye birikim rejiminde uluslararası entegrasyonun taşları döşenmeye başlamıştır. Ekonomik alanda Avrupa Çelik Birliği ile başlayan süreç, Avrupa Ekonomik topluluğuna dönüşmüş, İMF ve Dünya bankasının kurulmasını uluslararası Dünya Ticaret Örgütünün kurulması izlemiştir. Askeri alanda NATO’nun kurulmasıyla tek tek kapitalist ülkeler egemenlik yetkilerinin bu kısmını uluslararası kuruluşlara bırakmıştır. Bu aşamadan sonra kapitalizmin devletinin ulusal sınırlar içinde mutlak hâkimiyetleri sona erecek, egemen devletler küresel kapitalizmin taşeron devletlerine dönüşecektir. Kapitalizmin emperyalist aşamaya girmesiyle birlikte meta ihracının yanında sermaye ihracına ağırlık veren emperyalist devletler, sömürge ve yarı sömürge ülkelerin egemen sınıflarının işbirliğinin aracılığı ile bu ülkelerde yukarıdan aşağı doğru çarpık kapitalizmi inşa sürecine gireceklerdir. Bu ülkelerin işbirlikçi sınıfları iktidara taşınarak bu iktidarlar eliyle ilkel de olsa mevcut ve gelişmeye açık sanayi ve ticari yatırımları ortadan kaldırılarak kapitalizme yeni ve geniş pazarlar açılacaktır. Ucuz işgücüyle çalışanların ve hammadde kaynaklarıyla ülkenin sömürülmesi katmerleşecektir. İkinci savaş sonrası, savaşın getirdiği yıkıntı ekonomisi üzerinde atılımlar yaşayan merkez kapitalist ülkelerin devlet yönetimleri rahatlalarken, emperyalizm ekonomik, sosyal ve kültürel bunalımını bağımlı, geri bıraktırılmış ülkelere aktarmıştır. Kapitalizm 1950-1975 dönemi arası kapitalizm “ altın çağını” yaşamıştır. İleriki bölümde değineceğimiz burjuva demokrasisinin kazanımları her ne kadar önceki dönemlerde verilen müsaadelerle aşamalar kat ettiyse de bu dönemle sınırlı olmak üzere ete kemiğe bürünerek işlerlik kazanmıştır. . Kitlelerin refah seviyesi artmış, işçi sınıfının ekonomik ve siyasi örgütleri burjuva devlet mekanizmasını siyasi ve ekonomik olarak denetleme ve katılma yeteneği kazanmış, talepleri kabul görmüştür. Bir taraftan Komünist partiler tarihlerinde hiç görülmemiş kitlesel desteğe sahip olurlarken, aynı dönemde burjuvazinin üstü örtülü ya da doğrudan, açık ideolojik saldırılarına karşı koyamamış, yozlaşma da bu dönemde ayyuka çıkmıştır. Birçok Avrupa ülkesinde iktidarı alma noktasına gelen komünist partilerin sınıf uzlaşmacı tavrı kitlelerin güvenini yitirmesine neden olmuş, işçi sınıfının mücadele içinde pişen partileri maslahatçı yapılara dönüşmüştür.
İkinci paylaşım savaşı sonrasının sağladığı görece refah ve burjuva yönetimlere verilen kitlesel siyasi destek, bu ülkelerde devrimci atılımları ertelerken, bu ülkelerde sönen “devrim ateşi “ geri bıraktırılmış ülkelerin bağımsızlık savaşlarının kıvılcımı olacaktır.
Dünya artık kapitalizmin arzu ettiği ve at koşturduğu tekin ve tek kulvarlı bulvarlar olmaktan çıkmış, burjuvazi için tehdit ve endişe kaynağı üç kulvarlı tekinsiz bölgelere dönmüştür. Bir taraftan kapitalist sisteme alternatif Sovyetler birliği ve Sovyet blokuna dahil olan Doğu Avrupa ülkeleri, sosyalizmin merkez kapitalist ülkeler işçi sınıfları üzerinde yarattığı umut ve prestij, diğer taraftan yine Sovyetlerin desteğini alacak olan bağımlı ve geri bıraktırılmış ülkelerde başlayan, uzun yıllar devam eden ve başarıya ulaşarak kapitalizmin Pazar alanlarına set çeken ulusal Kurtuluş savaşları…
Dahası bu ülkelerde ulusal kurtuluş savaşlarına önderlik eden parti ve örgütlerin sosyalist/ komünist partiler olmasıdır… Avrupa’da kapitalizm savaş ekonomisi üzerine kurduğu verimli “bahar aylarının hasadının bir kısmını rüşvet kabilinden dağıtıp görece refah sağlarken, Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da antiemperyalist ulusal kurtuluş savaşları kapitalizmin beslenme damarlarını kesmektedir Güney Asya’da Vietnam, Kamboçya ve Laos’ta emperyalizme darbeler indirip emperyalist/kapitalizmin beslenme damarlarını keserken, kapitalizm birer birer sömürgelerini kaybetmektedir. ABD öncülüğünde hareket eden Emperyalist kapitalizm Asya, Afrika, Ortadoğu ve arka bahçesi Latin Amerika ülkelerinde aynı akıbete uğramak istememektedir. Avrupa ve ABD de Kapitalizm refahı yaşarken, geri bıraktırılmış ülkeler tekelci kapitalizmin en kanlı mezbahaları bu ülkeler olacaktır.
Siyaset bilimin ilgilendiği ve literatür incelemelerinde prototip seçilen ülkeler klasik kapitalist ülkelerdir ve devlet, demokrasi, faşizm ve sınıf mücadelelerinin etkisinin bu süreçlerle ilgili sonuçları bu ülkeler baz alınarak irdelenmiştir. Bir sonraki bölümde irdelenecek olan geri bıraktırılmış ülkelerdeki sermaye birikim rejiminin ihtiyaçlarına göre düzenlenen devlet kavramı ve buna bağlı olarak demokratik hak ve özgürlükler demokrasi, faşizm gibi kavramlar alışılagelen klasik süreçleri izlemez. Konu, geri bıraktırılmış ülkeler bazında irdelenmeye devam edilecektir.