Avrupa ve ABD tekelci kapitalizmi altın çağını yaşarken, İkinci paylaşım savaşının diplomatik gel-gitlerinde bazı ülkeler diplomatik yollarla siyasi bağımsızlığını elde ederken, tekelci kapitalizmin ihtiyaç duyduğu geniş ve bakir alanlar oluşturacaktır. Bu ülkelerde “yönetim” anlamında bir devletten söz etmek mümkün olmakla birlikte, devlet erkinin egemeni ulusal kökenli tekelci burjuvazi değildir. Ülkenin ekonomik yapısına göre kapitalizmin ittifaklar kurarak sisteme entegre ettiği kapitalizm öncesinin yerel ve bölgesel ticaret ve tarım sınıfıdır. Merkeziyetçilik kapitalizmin ürünüdür. Klasik kapitalist ülkelerde kapitalizmin merkezileştirdiği ve evrimsel bir süreçte billurlaşan devletin bu ülkelerde vücut bulması, ülkenin dağınık ekonomik yapısı gereği gerçekleşememiştir. Dolayısıyla üretim ve bölüşümde, politikada ve kültürde netleşmiş sınıfsal farklılıklar da söz konusu olmayacaktır. Bu ülkelerde çelişki genellikle kültürel farklılıkların ortaya çıkardığı dil, inançlar, yaşam biçimi gibi çelişkiler olarak toplumsal yaşama yansır. Kapitalizmin pazar alanı olarak yukarıdan aşağı doğru bu ülkelerde vücut bulması devletin de aynı şekilde yukarıdan aşağı doğru yapılanmasının nedenidir. Kapitalizm, bu ülkelerde pazar alanı olarak genişleyip varlığını hissettirdiği ölçüde, ittifak kurduğu sınıflar da devlete ittifakın rengini verecektir. Dolayısıyla yukarıdan aşağı çarpık biçimde yapılanan kapitalizmin ihtiyacı egemen sınıfsal ittifaka tepki duyan kesimlerin bastırılmasıdır. Devlet, doğrudan zor gücüne dayanır. Kitlelerin ihtiyaçlarına cevap verecek bir artık değerin dağıtılarak razılarının alınması ve devlete meşruiyet sağlanmasından söz edilemeyecektir. Bize göre merkez kapitalist ülkelerin toplumsal yapıları, sınıfsal ayrılıkların sistematik karşı tavır ve devleti zorlayıcı eylemleri, tavırları sonucu elde edilen kalıcı ekonomik ve demokratik haklardan söz edilemeyeceği gibi, elde edilen hakların devletteki karşılığı olan burjuva demokrasilerinden de söz edilemeyecektir. Devletin yapısı, yönetim erki otokratiktir. Seçme seçilme hakları, seçimlerle yapılması devletin demokratikliği anlamına gelmeyeceği gibi, hele hele bu ülkelerde demokrasiye işaret edileceği anlamına hiç gelmeyecektir. Sınıfsal farklılıklar çarpık kapitalizmin yaygınlaştığı oranda ortaya çıkacaktır ve kendi eksenini bulacaktır.
Ülkeye yerleşen çarpık kapitalizmin öncelikle ülkede ilkel düzeyde bile olsa “yerli ve milli” bütün ekonomik yapıları tasfiye ederek ülkenin ekonomik yapısını kapitalizmin çıkarlarına göre belirler ve bu ülkelerde bir ulusal burjuvazinin oluşturulmasına fırsat tanımaz. Burjuvazinin ulusal karakteri, kapitalizmin aşağıdan yukarı geliştiği, serbest rekabetçi dönemin klasik kapitalist ülkelerine özgüdür ve bu özelliği taşımayan kapitalizmin kendi içsel dinamikleriyle ve evrimsel gelişimini yaşamayan gelişmemiş ülkelerde taklit edilemez. Buna bağlı olarak da, kapitalizmin kendi dinamikleriyle geliştiği ve kapitalizmin ihtiyaçlarına göre inşa edilen devletin özelliği de bu ülkelerde görülmeyecektir. Bu nedenle kapitalizmin mal ve sermaye ihracıyla girdiği bu ülkelerde bir ulusal burjuvaziden söz edilemez. Bu ülkelerde çarpık kapitalizmin oluşturduğu burjuvazi baştan itibaren dışa bağımlıdır, ulusal özelliği yoktur. İşçi sınıfı da sosyalist bir devrimi inşa edecek örgütlülükten de alt yapıdan da yoksundur.
Şayet yukarıda özetlemeye çalıştığımız analiz doğruysa, kapitalizmin baştan itibaren talan yoluyla girdiği ve giderek içsel bir olgu haline geldiği bu ülkelerde içeriği burjuva olan bir ulusal kurtuluş savaşından, yani bir ulusal devrimden söz etmek, bunun sonucu olarak da bir ulusal birlik sağlamaktan söz etmek olası değildir. Geriye kalan üçüncü seçenektir. Emperyalist/ kapitalizme, işbirlikçi sınıflara ve onların örümcek ağlarına karşı seçenek içeriği sosyalizm olan, geniş kitlelerin katılımın sağlandığı ve işçi sınıfının ideolojik öncülük ettiği sosyalizmi hedefleyen antikapitalist içerikli demokratik halk devriminden başkaca seçenek görülmemektedir.
Asya’da yıllardır sürdürülen antiemperyalist ulusal kurtuluş savaşları da aşağı yukarı Avrupa’da bu dönemin sona ermesi tarihiyle eş zamanlı olarak zafere ulaşacaktır. 1950-1970’ler aralığında Çin devrimi gerçekleşecek, Vietnam, Laos ve Kamboçya, Kuzey Kore ve Afrika’da Cezayir, Gine Bissau, Angola, Mozambik gibi ülkelerde süren ulusal kurtuluş savaşları önemli başarılar elde edecektir. 1970’ler itibariyle Ulusal Kurtuluş savaşları tarihsel miadını tamamlayarak bu sayfa kapanacaktır. Bu ülkeler de yukarda sözü edilen ikinci paylaşım savaşı sonrası siyasi bağımsızlığını kazanan ülkelerle aynı kaderi paylaşacak, antiemperyalist ulusal kurtuluş savaşıyla elde edilen başarı bu ülkeleri kapitalizmin ağına düşmekten kurtaramayacaktır. Örneğin: Çin, Çin Komünist partisinin şemsiyesi altında kapitalizmin inşasına yönelecektir. Vietnam, Kamboçya gibi ülkeler çoktan “sosyalist” olma iddialarını terk etmişlerdir. Emperyalist/kapitalizme karşı sömürge ülkelerin kutup yıldızı olan ulusal Kurtuluş savaşları küresel kapitalizmin dünyayı yuttuğu bu gün bir kahramanlık anısı olarak tarihteki yerlerini alsalar bile küresel kapitalizm tarafından yutulmaktan ve sisteme entegre olmaktan kurtulamamışlardır.
Ulusal Kurtuluş savaşları içeriği itibariyle burjuva içerikli milli bağımsızlık savaşlarıdır. Birçok ülkede bu savaşlara sosyalist/komünist partilerin önderlik etmesi savaşın “antiemperyalist, milli, demokratik, burjuva içerikli devrimci bağımsızlık savasıları” karakterini değiştirmez. Böyle olmakla birlikte, sanayileşememiş bir ülkede “ulusal karaktere sahip olmadan burjuvalaşan” tekelci kapitalizmin işbirlikçisi komprador kapitalizmin varlığına son verilmeden, ülkenin gelişmişlik düzeyinin zorunlu sonucu olarak antikapitalist nitelik te taşıması mümkün olmaya bir katmanın da içinde olduğu, Ulusal kurtuluş savaşlarının geniş blokunu oluşturan “sınıflaşamamış” halk katmanları, “ulusallık” özelliğini yitiren burjuvazi ve örgütlü yapıdan yoksun işçi sınıfı ittifakı “ulusal kurtuluşun” felsefesine uygun normlara sahip, devrimin programını gerçekleştirecek devlet yapısını oluşturamamışlardır. Bir süre sonra da emperyalist kapitalizmin kıskacında boğulmuşlardır. Objektif bir olgu olan ulusal kurtuluş savaşlarını başarmış kadroların doğru veya yanlış yaptıkları tartışma dışıdır. Ancak gözden kaçmaması gereken, kapitalizmin henüz küreselleşme eğilimi gösterdiği dönemde bile salt “Antiemperyalist” içerik, ekonomik, siyasi ve kültürel olarak bağımsız bir devletin inşasına olanak vermemiştir. Bugün küresel kapitalizmin dünyanın en ücra köşelerine kadar yayılması, boş alan bırakmaması gerçeği karşısında antikapitalist içeriğin ve küreselleşen kapitalizme karşı devrimci mücadelenin de küreselleşmesinin kaçınılmaz olduğunu vurgulamak gerekir.
Antiemperyalist içerikli Ulusal Kurtuluş savaşlarının tarihsel miadını tamamladığı 20. Yüzyılın son çeyreği baz olarak alınırsa bu tarihlerden sonra yürütülen mücadelelerin içeriği emperyalizmle iç içe geçmiş kapitalizme karşı verilen program dahilinde verilecek olan mücadeledir. Savaşın, savaşılan düşmanın gücü ve olanakları hesaba katılmadan kazanılamayacağı açıktır. Açıklanan nedenlerle ister ikinci paylaşım savaşı sonrası güçler dengesi gereği siyasi bağımsızlığını kazanan eski sömürge devletler olsun, ister Ulusal Kurtuluş savaşları sonucu siyasi bağımsızlığını kazanan devletler olsun merkez kapitalist ülkelerdeki devletlerin tarihsel çizgisinden uzak, işçi sınıfının ve halk katmanlarının rızasına dayalı meşruiyetle yönetilen devletler olmaktan uzaktır. Otokratik, totaliter ve zorba yönetim biçimleriyle açık ve militarizme dayalı zor üzerinde ayakta durmaktadırlar. Bu olgu mücadelenin yöntemini de belirleyecektir. Emperyalist kapitalizm ile işbirlikçisi Oligarşik ittifaka karşı aynı zamanda antikapitalist İçeriğe sahip bir program etrafında örgütlenen. Uluslararası devrimci hareketlerle organik bağ içinde demokratik halk devriminin örgütlenmesidir.
Bilinçli olarak Latin Amerika’nın aşağı yukarı bütün ülkelerinde sürdürülen devrimci mücadelelerle, Afrika ve Asya’daki antiemperyalist içerikli savaşların farklı kategoride değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Asya ve Afrika’da sürdürülen bağımsızlık savaşlarının içeriği antiemperyalizmle sınırlıyken ve antikapitalizmi içermezken Latin Amerika’da sürdürülen bağımsızlık savaşları antiemperyalist olmanın yanında aynı zamanda kapitalizmi de hedefleyen, sınıfsal içeriği sosyalist olan savaşlardır. Bu nedenle Afrika ve Asya’nın geri bıraktırılmış ülkelerdeki devlet yapısıyla, Latin Amerika ülkelerindeki devlet yapısı da birbirinden farklılık gösterecektir. Bu farklılık mücadele biçimlerini, mücadelenin aşamalarını ve sınıfsal ittifakları da belirleyen faktörler olacaktır. Latin Amerika Devletlerinin irdelenmesi sürdürülecektir.