Tekelci kapitalizmin 21. Yüz yılbaşlarına kadar evrimi, bu evrime paralel olarak devlet aygıtının da evrimini beraberinde getirecektir.
Bir noktanın altının çizilmesi gerekir. Tekelci kapitalizmin küresel kapitalizme evirilmesiyle küresel kapitalizmin ekonomik ve siyasi üstünlüğü ele geçirdiği elbette tartışmasızdır. Ancak, söz konusu bir evirilmedir, küresel kapitalizm bir “devrimle”- burjuvazinin feodalizmin ekonomik ve siyasi iktidarına son veren bir devrim benzeri- tekilci kapitalizmin ekonomik ve siyasal/ politik gücünü kırdığından söz etmiyoruz. Söz konusu olan aşama tekelci kapitalizmin evrimleşerek süreç içinde küresel kapitalizme dönüşmesidir. Küresel kapitalizmin üstünlüğü ele geçirmesi, tekelci kapitalizmin bütün kalelerini fethettiği anlamına gelmeyecektir. Tekelci kapitalizm ülkesel kökenlidir ve sermaye birikim sistemi sermayenin uluslar arasılaşmasıdır. Rekabetçi kapitalizm döneminden başlayarak tahakküm aracı “ ulus devlet ”in bürokrasi, iç ve dış güvenlik, yargı ve maliye gibi kurumları üzerinde hâkimiyetini pekiştirecektir. Sonuçta kapitalizm işlerliği açısından kurumlara ihtiyaç duyar ve bu kurumlar devlet olarak örgütlenmiştir. Rekabetçi dönem, kapitalizmin gelişme ve yayılma dönemidir. Ulaşım, sağlık, eğitim, üretim birimlerinin inşası için yatırımlara ihtiyaç duyar ve devletin bu dönemde kamusal yönü ağır basar. Bu husus kitlelerin rızalarının alınması “ burjuva iktidarlarına siyasal olarak yedeklenmesi ve burjuva devletin içten gelen bir tehdit söz konusu olmaksızın gelişimini sürdürmesi açısından önemlidir. Kapitalizmin tekelci aşamaya sıçramasıyla devletin kamusal yanı ortadan kalkmasa bile giderek zayıflayacaktır. Bunalım ve kriz dönemleri kitleler açısından işsizlik ve yoksulluk dönemleridir. Belli dönemlerde, özellikle iktidarı tehdit eder boyutta sınıf hareketlerinin ve toplumsal muhalefetin yükseldiği dönemlerde ara verilse de kapitalizmin devletinin “kamusal” karakter taşıdığı dönemlere isabet eden siyasal rejimi burjuva demokrasisidir. Yani devletin kamusal karakteri ile siyasal yönetimi arasında doğrudan bir ilişki, bir bağ olduğu görülmektedir ve toplumsal pratik bu olguyu doğrulamaktadır. Tekelci aşamada devletin kamusal karakterinin zayıflayarak daralmasının nedeni, kapitalizmin sık sık içine yuvarlandığı bunalımlar ve krizlerdir. Gerçi bu bunalım ve krizlerden teknolojik ve diğer gelişmelerden yararlanarak, kapitalist pazarları genişleterek, geri bıraktırılmış sömürge ve bağımlı ülkelere mal sermaye ihracı yoluyla bunalım ve krizlerini bu ülkelere aktararak “çıkma” olanağı bulmuşsa da bu çıkış geçicidir ve daha ağır bunalım ve krizlerin habercisidir.
- yüzyılın ikince yarısı kapitalizmin tekelci aşamadan küresel aşamaya geçişinin işaretlerini vermektedir. Daha önceki bölümlerde değinildiği gibi ikinci paylaşım savaşının hemen ertesinde kapitalizm açısından olumsuz çoklu sebeplerin önüne geçilmesi amacıyla kapitalizm uluslararası kurumlarını oluşturmaya başlayacaktır. Savaşın sona ermesiyle hemen başlayan ve merkez Avrupa ülkelerinin oluşturduğu Avrupa Demir ve Çelik birliğinin kurulması bu işaretlerden ilkidir. Kapitalist Avrupa kendi dışında gelişen ve kendini tehdit eden unsurlara karşı birlikte hareket etme kararı alacaktır. O tarihe kadar kapitalizmi iki ayrı kutbu olan ABD ve Avrupa kapitalizmi ayrı yollardan yürümektedir. Her ne kadar ABD kapitalizmin koruyucu Jandarması rolünü üstlense de bu role mali ve siyasi destek olarak Avrupa’yı katma girişimi Avrupa’nın NATO ya gönüllü katkısı dışında ABD’nin kullandığı tehdit ve şantajlardır. Süreç içinde İMF’nin, Dünya Bankasının, Dünya Ticaret örgütü gibi Uluslararası sermayeyi yönetme merkezlerinin kurulmasında ABD ve Avrupa’nın ortak hareket ettikleri görülmektedir. Avrupa kendi içinde Demir ve Çelik birliğinin kurulmasını ileriye taşıyarak giderek AET ve AET’nin de AB’ye dönüşmesiyle küresel kapitalizm kendi merkezlerini de inşa etmiş oluyordu. Tekelci Burjuvazi, dokunulmaz ve mutlak olan egemenlik alanlarını terk ediyor, bu yetkiyi ortaklığa devrediyordu. Burjuva devlet, mutlak egemenlik yetkisinin temsilcisi kurumlarını ortaklığa terk edecektir. Ortaklığı oluşturan ülkeler ortak para birimini kabul edecekler, ortak parlamento ve mahkemeler oluşturacaklar, ortak ordu kurma görüşmelerine başlayacaktır. Bunun görünen anlamı dışında asıl anlamı şudur: Burjuva devlet ulus devletten aldığı ve mutlak yetkisini temsil eden egemenlik alanlarının önemli bir bölümünü ortaklığa terk ederken, kapitalizmin ulusal sınırlarının da yıkıldığını ilan ediyorlardı. Tekelci kapitalizmin evrimleşmesi aşamasının 21.yüz yılbaşlarında tekelci kapitalizm ortaya çıktığı, geliştiği, vücut bulduğu ulusal sınırların kapitalizmin ihtiyaçlarına cevap vermediği, ulaşmış olduğu sermaye birikimi şişkinliğinin ülke içine sığmadığı ve ülke içinde boğulma noktasına geldiği noktada kendini var eden ulusal sınırlara ihtiyaç duymadığını da ilen ediyordu… Bir başka ifadeyle bu husus sermayenin uluslararası aşamadan uluslar üstü aşamaya geçtiğinin de açık ifadesiydi. Egemen ideolojinin etkisi ve etkinliği elbette tartışılmaz. Egemen ideoloji, sözcüleri aracılığı ile AB’nin demokrasi ve özgürlük olduğu söylemi kitleler arasında inandırıcılık bulmuştur. Gerçek ise bambaşkadır: AB’nin temeli ve fonksiyonu, demokrasi, özgürlük, eşitlik teraneleri vaat eden Kopenhag kriterleri değildir, tersine küreselleşen sermayenin ihtiyaçlarına cevap arayan Maastricht anlaşmasıdır. Kopenhag kriterleri küreselleşen ve dünyayı esir alan azgın sermayenin çirkinliklerini örten bin şaldır.
Demokrasi ve özgürlüklerin önünde aşılmaz engel oluşturan kapitalizmin devletinin demokrasi ve özgürlük gibi bir derdi olamaz, yoktur. Devlet de kapitalizmin gelmiş olduğu seviyeye göre yeniden yapılandırılacaktır. Devlet üzerindeki mutlak egemenliğinden vazgeçerek egemenlik alanlarının önemli bir bölümünü AB aktarması AB gerçeğinin görünen perdesini aralamaktadır. Tekelci kapitalizm ile küresel kapitalizm arasındaki devletin fonksiyonuna ilişkin kavranması gereken ilk halka budur.
Kapitalist devletin, tekelci kapitalizmin işleyişindeki bu değişime ilişkin yapılanmasının sonuçları olacaktır. Merkez kapitalist ülkeler devletin küresel kapitalizmin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yapılanmasını kendi içlerinde aşağı yukarı tamamlamışlardır. İhtiyaca uygun örgütlenmenin görülen ya da pratikte işlemeyen eksikliklerini –ortak ordunun kurulması gibi- giderme görüşmeleri devam etmektedir ve bu aşamada geriye dönüşleri mümkün görünmemektedir.
21. yüzyıla girerken kapitalizmin yeni aşamasını “ Neo-liberalizm” olarak adlandıran küresel kapitalizmin sözcülerine göre; sermayenin küreselleşmesi geniş kütlelere refah getirecektir. İşsizlik ortadan kalkacak, gelir dağılımı arasındaki uçurum sona erecek, yer kürenin bütün köşelerinde demokrasi işlemeye başlayacaktır. BU teraneye kendilerinin bile inandığını söylemek çok zordur. Merkez kapitalist ülkelerde kurumsallaşan kapitalizmin programı yer kürenin tümünü kapitalizmin açık pazarı haline getirmektir. Bu nedenle kapitalizme bağımlı ülkelerde kapitalist küreselleşmenin önünde engel olan ulus devletler “uygun biçimde” yeniden yapılandırılmalıdır. Kapitalizmin programının bu bölümünde tümden başarısız olduğu söylenemez. Merkez kapitalist ülkelerin egemen burjuvazisi egemenliklerini küresel kapitalizmin çatı örgütü AB ye devrederek nasıl ki ülkelerinin ulusal sınırları içinde mutlak egemenliklerine son vermiş, küresel kapitalizmin birer şubesi haline gelmişlerse, yer kürenin diğer devletleri de küresel kapitalizmin birer şubesi, iktidarlar da küresel kapitalizmin yerel yöneticileri olmalıydı. Bunun için 20. Yüzyılın son çeyreğinde başlayan “özelleştirme” adı altında yapılan yağmalarla kamu mülkiyeti çökertme girişimlerine hız verilmeliydi. Klasik burjuva devletin omurgası olan kamusal alanın terkedilmesi devletin de çökertilmesi olacaktı. Devletin ekonomik ve siyasal alanda erkinin kırılarak, “ yönetme yetkisi” küresel sermaye şirketlerine devredilmeliydi. Devletin kamusal alandaki etkinliğine son vermenin en etkili yol ve yöntemi özelleştirmelerle sağlanacaktır. Elde edilen “akarlar” küresel sermayenin birikimine katılacaktır. Gerek merkez kapitalist ülkelerde gerekse bağımlı ve geri bıraktırılmış ülkelerde iktidarlara verilen görev budur. Daha açık ifadeyle küresel kapitalizmin şubeleri haline getirilen devletlerin yerine getirilmesi kaçınılmaz görev kamu mülkiyetinin özelleştirilerek küresel sermayeye kaynak aktarmaktır. Bu gelişmede kamuya ait işletmeler, fabrikalar, üretim birimleri özelleştirilerek küresel sermayeye “akar” olarak aktarılmıştır. Ülkeler küresel sermayeye peşkeş çekilmiştir. Ülkenin, ulusal sınırlar içinde yaşayan halka ait olduğu sanallaşmış, ülke küresel kapitalizmin özel mülkü haline getirilmiş, devlet kamusal görevini küresel sermayeye devretmiş, küresel sermayenin “taşeronu” olmuştur. Kırsal yaşam biçiminin üretim ve ekonomi göstergeleri olan tarımsal üretim, üretim girdilerine yapılan akıl almaz ve kasıtlı zamlarla bitme noktasına getirilmiş, hayvancılık yine aynı şekilde can çekişir hale gelmiştir. Bunun sonucu olarak kırsal alanda yaşam koşullarını kaybeden geniş kitleler kentlere göç etmiş, İşsizlik ve artan hayat pahalılığı geniş kitlelerin yaşamını çekilmez hale getirmiştir. Ülke gelirlerinin yüzde doksanı nüfusun yüzde birinin elinde toplanırken, nüfusun yüzde doksan dokuzu gelirin yüzde onuyla (yüzde onun çok iyimser bir rakam olduğunu belirtelim) geçinmek zorunda bırakılmıştır. Gelir dağılımındaki uçurum kitlelerin iktidara tepkisini artırmakla birlikte, kitlelere sömürüden nasıl kurtulacağına ilişkin inandırıcı bir seçenek sunulamamıştır. Uyuşturucu ilkokullara kadar sokulmuş, fuhuş, hırsızlık, yağma ve kişisel ve kamu mallarının dolandırıcılığı gibi olayların artması ile toplumsal ahlak çökmüş, toplum korku, endişe ve geleceğin belirsizlik kaosuna sürüklenmiştir. Yani “dünyayı kurtarma iddiasındaki “ Neo liberalizm” yeryüzünü cehenneme çevirmiş, geniş halk yığınlarına işsizlik, açlık ve ölümden başka bir şey getirmemiştir. Konuya gelecek sayıda devam edilecektir.