“Toplumsal daralma” ya da “toplumsal yarılma” kavramının, kapitalizmin farklı aşamalarında devlet/ toplum ilişkilerinin tanımlanması açısından sosyal bilimlerde bir terminoloji olması gerektiği düşüncesindeyiz. Kitle psikolojisinin, kitlesel yönelimlerin sınıf mücadelelerine karşı tutum ve davranışlarının da yakından izlenmesi açısından önemine işaret edilmektedir. Toplumsal daralma dönemleri, kapitalizmin bunalım ve krizlerinin yükünün çalışan yığınların üzerine yıkılarak krizlerden çıkış yolu aradığı dönemlerdir. Kamu harcamaları kısılır, vergi ve zamlar yoluyla sömürü yoğunlaşır, sınıflar ve toplumsal katmanlar arasında gelir dağılımı uçurumu büyür. Ülke içi gayri saf milli hasılanın çok büyük bir kesimi ülke nüfusunun çok küçük bir kesiminin elinde toplanır. “ Toplumsal yarılma” olarak tanımladığımız bu dönem, objektif olarak kitlelerin burjuva iktidara karşı hoşnutsuzluklarının arttığı, homurtuların yükselmeye, iktidarın kitlelerden siyasal olarak tecridinin başladığı, burjuvazinin yönetme zafiyetinin açıkça gözlendiği, yönetemediği, ancak yönetme kabiliyetine sahip bir organizasyonun da henüz görünürde olmadığı toplumsal kaotik bir ortamdır.
Bu durum sınıf mücadelesinin ve toplumsal muhalefetin yükselmesine neden olur ve en açık görünümü siyasal iktidarla kitleler arasındaki saflaşmadır. Kapitalizmin bunalım ve krizlerinin devresel seyrettiği, bunalım ve krizlerden çıkış olanaklarına sahip olduğu serbest rekabetçi kapitalizmin tüm evrelerinde ve tekelci kapitalizmin küresel kapitalizm aşamasına sıçradığı 21. Yüzyıl başlarına kadar olan süreçlerde, tekelci kapitalizmin süreç içinde ve sürecin sonuna doğru birçok kez ciddi fireler vermesine rağmen kapitalizm kendi yamasıyla yırtığını tamir etme olanaklarına sahiptir. “Bütün dertlere derman olacağı” demagojisiyle pazarlanan küresel kapitalizm vaat ettiklerinin tersine ve sürecin henüz başlangıç aşamasında, içine yuvarlandığı küresel/ evrensel krizden bir türlü çıkamıyor. Kriz, ülkesel sınırları aşarak bütün kapitalist sistemi tehdit ederken, kriz nedeniyle merkez kapitalist ülkeler kapitalizmin normal gelişim yasası olarak kabul edilen yıllık büyüme oranlarına bir türlü erişemezken, bağımlı ve geri bıraktırılmış ülkelerde bu durum açıkça sistemin iflası olarak ortaya çıkmıştır. Kapitalizm, dağılma aşamasınadır ancak bu dağılmanın nasıl ve hangi zaman diliminde gerçekleşeceğine, yol ve yöntemine ilişkin hazır reçeteler verilemez.
Küresel kapitalizmin içinde bulunduğu duruma ilişkin “kaotik ortam” olarak tanımladığımız durum tam da budur ve bu durum “toplumsal daralma” olarak görülmektedir.
Kapitalizmin bu evresi, diğer evrelerinde bu kertede rastlanmayan ilişki ve derinleşen çelişkileri de beraberinde getirmiştir.
Sistemin yapısal hastalığı olan kapitalistler arasındaki çelişkiye bir yenisi daha eklenmiştir. Bu aşamaya kadar görülen kapitalistler arasındaki çelişki ülkesel kökenli tekelci kapitalistler arasında iken, bu çelişkiye kapitalizmin küreselleşmesi ile küresel sermaye ile ülkesel kökenli tekelci sermaye arasındaki çelişki de eklenerek kapitalizmin var olan, mevcut çelişkisini artırmıştır. Bu olgunun görünür biçimi, tekelci kapitalizmi karakterize eden uluslararası sermaye ile küresem sermayeyi karakterize eden uluslar üstü sermayenin çatışmasıdır. Mevcut durumda baskın olan küresel sermayenin etkinliğidir. Bu tespit, ulusal kökenli tekelci kapitalizmin küresel sermayeye teslim olduğu ve “havlu attığı” anlamına gelmez. Ancak, ülkesel sınırların sembolik düzeye getirilmesi ve AB, Dünya Ticaret Örgütü., Dünya Bankası, Avrupa Bankası, İMF gibi örgütlerde etkinliğini artırmasıyla kapitalist sistemde hakim duruma geldiği anlamına gelir.
Bu olgunun emperyalizme bağımlı ve geri bıraktırılmış ülkelerdeki ekonomik ve politik görünümü ise bu ülkelerin ulusal sınırlarını gerici iç ayaklanmaları kışkırtarak, askeri darbelerle veya doğrudan askeri müdahalelerle işgal ederek ortadan kaldırmaktır. Küresel kapitalizmde ülkesel iktidarlar küresel sermayenin irtibat büroları, bu ülkelerin kamusal bürokrasisi ise şirket danışmanları konumuna getirilmiştir. Ülkelerin kamusal çıkarları birkaç büyük sermaye gurubunun çıkarlarına dönüşmüştür. Yani kamusal bir erki ifade eden devlet, ekonomide, güvenlikte, sağlıkta ve diğer kamusal alanlarda egemenlik alanını küresel sermayeye devrederek sermayenin taşeronu konumuna getirilmiştir. Ülkesel kökenli tekelci sermaye grupları ile küresel sermaye gurupları geri bıraktırılmış veya bağımlı ülkelerin işgal edilmesinde ve yağmalanmasında birlikte hareket etmektedirler, ancak ele geçirilen pazarın paylaşımında “it dalaşına” girmektedirler. Mevcut durumun eksik ya da yanlış değerlendirilmesi sonucu bu durumdan kapitalistler arasında bir savaşa yol açacağı beklentisi içine girmişlerdir. Kapitalistler arasındaki çelişki eşyanın doğası gereğidir ve Pazar paylaşımı savaşların nedenidir. Ancak bu gün Çin, ABD, Rusya, AB arasındaki çelişki esasında küresel sermaye il ülkesel kökenli tekelci sermaye grupları arasındaki çelişkidir. Bir başka ifadeyle çözülen ve etkinliğini kaybeden ulusal/ülkesel kökenli tekelci sermayenin küresel sermayeye direnişidir. Bu tespitin elbette siyasal/politik sonuçları olacaktır.
Birincisi, Kapitalizmin devleti “kamusal” özelliğini yitirmiştir, egemenlik alanlarını uluslar üstü küresel kapitalizmin kurumlarına devretmiştir. Yönetme ve hükmetme erkini elde eden kapitalizm sadece işçi sınıfının emeğinden elde ettiği artık değer sömürüsüne halkın tümünün varlıklarının yağmalanmasına da katarak sömürüyü bütün toplumsal kesimler üzerinde yaygınlaştırmıştır. Buna ek olarak bütün halkı sömüren kapitalist mekanizma doğanın da sömürülerek talan edilmesine yönelmiştir. Bu nedenle burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişki bütün halk katmanlarıyla kapitalizm arasındaki sistemsel çelişkiye dönüşmüştür.
İkincisi, Kapitalist üretim biçimi bütün yer kürede hâkim hale gelmiştir. Geri bıraktırılmış ve bağımlı ülkelerin ulusal burjuvaları küresel kapitalizmin taşeronları ve işbirlikçilerine dönüşmüştür. Ulusal burjuvazinin sınıfsal varlığı ortadan kalkmıştır. Bu ülkelerin devrimci programları bütün halk katmanlarının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde ve sosyalizme açık demokratik halk devrimidir.
Üçüncüsü, İçeriği itibariyle “burjuva devrimleri” olan ulusal Kurtuluş dönemleri sona ermiştir.
Dördüncüsü, Küresel kapitalizm ulusal sınırları simgesel hale getirerek bütün yer küreyi pazarı haline getirmiştir. Ülkesel birimlerde mücadele küresel kapitalizmin işgaline karşı bütün halkın ortak antikapitalist mücadelesi temelinde örgütlenmelidir.
Beşincisi; Kapitalizmin küreselleşmesi, sınıf mücadelesinin de küresel olarak örgütlenmesini ve yürütülmesini zorunlu kılmaktadır.
Altıncısı; kapitalizmin kitlelerin rızasını alarak yönetme dönemi bitmiştir. Siyasal destek olarak peşinde sürüklediği geniş kitlelerden siyasal olarak soyutlanmıştır. Bu nedenle varlığını devam ettirmek için ırkçı ve dinci kesimleri meşrulaştırarak iktidara taşımaktadır. Bu nedenle işçi sınıfının iktidar mücadelesi ile faşizme karşı mücadele iç içe geçmiştir. Devrim için mücadele ile faşizme karşı mücadele aynılaşmıştır.