Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-28

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME-

Kapitalist sistem işleyiş biçimi genel olarak homojen bir bütünlük oluşturur ve sistemin parçaları bu bütünlüğe eklemlenen uyumluluk gösterir, onun özelliklerini taşır. Bir önceki bölümde devletin dönüşümünün irdeleneceği belirtilmişti. Devlet kendiliğinden dönüşmez, onu dönüştüren faktör, üzerine oturduğu üretim ilişkilerinin niteliğidir, üretim ilişkilerinin değişmesi, üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran sınıfların ve bu sınıfların egemenlik aracı olan devletin de üretim ilişkilerinin niteliğine bağımlı ve uyumlu olarak değişip dönüşmesidir. Bir başka ifadeyle mevcut üretim ilişkileri üretici güçleri geliştirdiği sürece, “yönetim aygıtı olarak devlet” yönetilenlerce sorunsuz, kitlesel rızaya dayalı olarak yönetilir ve yönetenler  “yönetme meşruluğunu”  da buradan alır.

Devletin, üretim ilişkilerinin tarihsel süreç içinde değişimine paralel olarak değişmesini irdelemek kuşkusuz yerinde olacaktır, ancak elimizde bu konuda yeteri kadar inceleme araştırma yapılmıştır ve amacımız bilinenlerin tekrarı değildir ve irdelemeye duyulan ihtiyaç küresel kapitalizmin döneminde devletin sınıfsal/kitlesel bazda dönüşmesi, bu dönüşümün sınıf mücadelesinin örgütlenme ve mücadele biçimlerine yansımasının tartışılmasıdır. Konunun anlaşılması açısından bu değişim kapitalizmin tarihi açısından özetlenerek geçilecektir. Kapitalizmin bu aşamaların üzerine oturan küresel kapitalizm döneminin devletinin anlaşılması açısından bu özeti bir zorunluluk olarak gördük.

1-KAPİTALİZMİN SERBEST REKABETÇİ DÖNEMİNDE DEVLET:

“Yaşasın ulus Devlet”… Gelişip serpilen sermayenin müthiş sloganı…. Kapitalizmin sistem olarak inşası için burjuvazinin ihtiyaç duyduğu yegane aygıt… Bu aygıt sayesinde pazarlar oluşturacaktır, bu toprak sınırları içinde Pazar alanı bulacaktır. Ve bu ülke işçilerinin artı değer sömürüsüyle var olacaktır… Olmazsa olmaz… Burjuvazi bunun için bu dönemle sınırlı olmak üzere müthiş “Ulusseverdir”… Sermaye için ulus, gelişip serpilebileceği sömürü alanıdır.

Gelelim konumuza….

Feodal üretim ilişkileri içinde doğup gelişen burjuvazi, iktidar sahipleri aristokrasiyi iktidardan uzaklaştırarak “yöneten sınıf” olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bir sınıfın siyasal iktidarı ele geçirmesinin temel ve olmazsa olmaz koşulu iktidardaki sınıfın kitle bağlarının kesilmesidir, yani iktidardaki sınıfın siyasal tecridinin sağlanması, kitlelerle bağının koparılmasıdır. Feodal iktidarların kitlelerden siyasal olarak tecridini geniş ölçüde feodal üretim ilişkilerinin tıkanmasıyla, yönetenlerin despotluğa/siyasal zora başvurmalarıyla sağlanmış durumdadır. İktidara aday yeni bir sınıf olarak burjuvazi aşağı yukarı bu zemini hazır bulmuş, iktidarlara karşı işçi sınıfının, yoksul köylülüğün, kent küçük burjuvazisinin desteğini almıştır. İngiltere gibi nispeten evrimci bir gelişmeyle ya da Fransa gibi zor yoluyla/burjuva devrimiyle feodalleriktidardan uzaklaştırılırken burjuvazi kitlelerin desteğine sahiptir ve egemen sınıf feodaller artık yönetemez durumdadır. Burjuvazi, iktidarı ele geçirmekle ekonomik planda üretici güçlerin gelişiminin önünü açmış, geniş kapsamlı üretim birimleri inşa etmiş, işsiz geniş kitlelere iş sağlamıştır. Siyasal/Politik planda feodallerin boyunduruğu ve açık zulmü altındaki geniş yığınlar, dokunulmaz ve devredilmez vatandaşlık statüsü kazanmış, yasal güvencelerle donatılmıştır. Geniş kitlesel desteğe sahipburjuvazi bu dönemde demokrattır ve burjuva demokrasisinin temellerinin atıldığı dönemdir. Kapitalizmde devletin niteliği sermayenin yoğunluk derecesiyle ilgilidir. Rekabetçi kapitalizm dönemi sermaye birikim sürecinin başlangıcıdır ve yoğunlaşan, yoğunlaşmanın bunalım ve krizlerini içinde taşıyan bir evrede değildir henüz. Bu anlamda bu dönemin burjuva devleti, kapitalizmin sermaye birikiminin henüz başlangıcında olması nedeniyle objektif olarak burjuva demokrasisinin koşulları vardır ve bu koşullar bu döneme özgüdür. Sermaye birikim sürecinin tamamlanmasıyla aşama aşama bu dönemle birlikte burjuvazinin demokratlığı da demokrasisi de tökezleyecek giderek “demokrat burjuvazinin tercihi ” faşizmi olacaktır. Bir noktanın altı çizilmelidir. Faşizm, tekelci burjuvazinin öznel, sübjektif tercihi değildir, sermayeyi kullanan burjuvazi olmayıp, tersine burjuvaziyi kullanan kapitalizmdir. Faşizm, kapitalizm için kriz dönemlerinin aşılmasının anahtarıdır.

Dönenim egemenideolojisi liberalizmdir, çünkü egemen sınıf burjuvazi gerçekten liberaldir. Henüz kapitalizm tekelleşmemiştir, pazarda herkese yer vardır, kapitalist üretim içinde mülkiyet sahibi sınıflar bir kısıtlamaya uğramazlar, büyük tekeller karşısında yok edilme, yutulma tehdidiyle karşılaşmazlar. Yani “ bırakınız yapsınlar” yaklaşımı tam da bu döneme aittir. Bir yanlış anlaşılmasın önüne geçmek için hemen belirtelim ki rekabetçi kapitalizm dönemi burjuvazisinin demokratlığı tüm toplumsal kesimlere bol keseden dağıtılan bir demokratlık değildir, kendine demokrattır.  Oysa iş günü oldukça uzundur, ücretler düşük ve çalışma koşulları ağırdır. İşçi sınıfının sendikal ve siyasal örgütlenme talepleri karşısında pek de demokrat değildir. İşçi sınıfının bu talepleri çoğunlukla tehdit, sindirme ve zor yoluyla engellenmeye çalışılmıştır. Burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çatışma bu dönemle birlikte başlamaktaysa da, çatışmanın topluma yansıyan görünümü “bir azınlığın”  talepleridir ve toplumun diğer kesimlerinin bu taleplerle görünürde bir ilişkisi, çıkarı yoktur.Toplumun, işçi sınıfı dışındaki kesimleri henüz bu çelişki ve çatışmadan uzaktır. Çelişki ve çatışıma yeni dönemin bu iki modern sınıfları arasında cereyan etmektedir. Kapitalist sömürü, işçi sınıfı üzerinden artık değer sömürüsü olarak sağlanmakta, toplumun bütünü henüz sömürü kıskacına alınmamıştır. Burjuvazi geniş kitlelerin desteğine sahiptir ve henüz toplumsal çıkarları burjuvazi ile çatışmadığından işçi sınıfıyla birlikte davranma refleksinden uzaktır. Paris Komün hareketi tam da bu dönemde cereyan etmiştir ve Marks-Engels bu koşullarda hareketin başarıya ulaşamayacağı konusunda ısrarla uyarıcı olmuşlar, anarşizmin etkisindeki Komün hareketi bu uyarılara rağmen başlamış, Marks ve Engels uyarılarına rağmen başlayan Paris komün hareketine militan olarak katılmışlar ve hareketi selamlamışlardır. Burjuvazinin engellemelerine karşın, serbest rekabetçi kapitalizm dönemi işçi sınıfının “kendiliğinden sınıf” olma aşamasından “ kendisi için sınıf” olma aşamasına geçtiği dönemdir. Pek gönüllü olmasa da, burjuvazinin engellemelerine karşın sendikal örgütlenme devlet nezdinde kabul edilmiş, uzun ve ağır çalışma koşullarına karşı verilen mücadeleler meyvelerini vermeye başlamış, yasal güvenceye alınmaya başlanmıştır.

Toplumun geniş kesimlerinin ilgisiz tavrına rağmen “toplumun azınlığı” olan bu sınıf, kendisine yöneltilen devlet terörüne karşın, uç vermeye başlayan sendikal ve siyasal örgütlenmelerinin gücüyle burjuva devlete “işçi sınıfının gücünü” kabul ettirmiş, devlet yönetiminde söz ve karar sahibi olmaya başlamıştır. İşte tam da bu dönemde başlayan işçi sınıfının elde ettiği kazanımlar burjuva devletin demokratlaşmaya, burjuva demokrasisinin uç vermeye başladığı dönemdir. Burjuva demokrasisi, işçi sınıfının ekonomik ve politik örgütlenmeleri aracılığı ile devlet yönetiminde karar mekanizmalarına katılmasıdır. Burjuva demokrasisini tanımlayan esaslı öge, egemen sınıf burjuvazinin yönetim aygıtı devlette ve diğer yönetim kademelerinde işçi sınıfının sınıf olarak varlığını kabul etmesidir. Toplumun ana damarı olan iki sınıfın, burjuvazi ile işçi sınıfının toplumsal uzlaşmasıdır, toplumu ilgilendiren konularda söz ve karar sahibi olmasıdır.  Bu uzlaşmanın yasal güvenceye alınmasıdır. İşçi sınıfının mücadelelerle kazanılmış burjuva devletin karar mekanizmalarına etkili katılım haklarının ve bu hakların maddeleşmiş ifadesi olan ekonomik ve siyasi örgütlenmelerinin dokunulmazlık kazanmadığı burjuva siyasal yönetimleri burjuva demokrasisi olarak adlandırılamaz. Toplumsal sorunlara ilişkin söz hakkına sahip olması yetmez, kararlara katılma, alınan kararları değiştirme, etkileme yeteneğine sahip örgütleri eliyle kullandığı bu haktır ki ve ancak bu hakların eksiksiz kullanımının güvenceye alındığı burjuva siyasal yönetimleri demokrasi olarak adlandırılır. İşçi sınıfının toplumdaki bu etkinliği ve etki gücü her an frenlerinden boşalmaya hazır, despotik eğilimleri bağrında taşıyan burjuva devletin dengede tutulması aracıdır. Özellikle belirtmek gerekir ki, işçi sınıfının etkin denetleme mekanizmalarının devreden çıkarıldığı, sendikal ve siyasal örgütlenmelerinin çeşitli yollarla engellendiği, zorla gasp edildiği yönetimler demokrasi değildir. Kapitalizmin sözcülerinin Otokratik/ despot burjuva yönetimlerini “demokrasi” olarak yutturmaya yönelik ısrarları yalnızca burjuvazinin gençlik günlerinin bir nostaljisinden ibarettir ve bu dönem de çeşitli aşamalardan geçerek bitmiştir.

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.