Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-34

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME-

Kapitalizm, kitlelerin yaşamı üzerindeki negatif yıkıcılığının sonuçlarını sistemin partileri üzerinden manipüle ederek kendini temize çıkarmada tarihsel tecrübeye sahiptir. Egemen ideolojiye göre “yönetememe” beceriksizliği iktidar partilerinindir. Yıpranan iktidar partileri kapitalizmin günah keçileridir ve kitlesel tepkiler sistemin bu partisine yönlendirilerek sistemin yedekte tuttuğu “alternatif” siyasal oluşumlar  “kurtarıcı” olarak sunulur ve bu “ alternatif” siyasal oluşumlar adım adım siyasal iktidara hazırlanır. Bu süreçte kitlelerin yıpranan iktidar partisine karşı tepkileri bilenir, gösteriler ve protestolar bu meşrebe uygun gösterilere, sokak eylemlerine dönüşür. Kitle yönlendirme araçları, yazılı ve görsel basın buna göre dizayn edilir, yönetmeye aday siyasi partiler tanrının gökyüzünden gönderdiği bir mesih, insanlığın kurtarıcısıdır. Kapitalizmin demagoji ve pasifikasyon makineleri işlemeye başlar.  Toplumsal açmazın sorumlusu kapitalizm gizlendiği köşeden “kendi eseri” sözüm ona kitlesel eylemleri izler. Gerçekten kitlesel eylem ne anlayacağız,Kitlelerin, kapitalizmin yıpranan iktidar partisine ya da partilerine karşı yedekte tuttuğu diğer partilere, siyasal oluşumlara yedeklenmesi mi, yoksa çözücü kitlesel eylemin olmazsa olmaz koşulu, tepkisini kapitalizme ve kapitalizmin türevleri bütün gericiliğe, faşizme,  ırkçılığa ve şovenizme,  dinsel ya da mezhepsel gericiliğin her türlü görünümüne karşı yönelten, hedef tahtasına kapitalizmi koyan, sosyalizmi hedefleyen;

“sınıf bilincinin işçi sınıfının örgütlülüğüyle maddeleşmiş halini mi anlayacağız?”… (33. Bölümdeki soru)

Bir başka ifadeyle her “kalabalık” kitle midir, her kalabalığın sınıfsal içerik taşımayan tepkisi kitlesel bir tepki, kitlesel bir eylem  midir?.

Toplumların yaşam biçimini belirleyen ana unsur üretici güçlerin gelişmişlik düzeyidir, Bu olgu toplumların oluşumunun ve değişiminin nesnel koşuldur.  Her nesnel durum kendine uygun toplum modelini de yaratır ve o toplumun siyasal ve sosyal kültürü, felsefesi, sanatı, ahlakı bu nesnel koşul üzerinde şekillenir. Dolayısıyla insanın bilinci, hareket ve davranışı da bu nesnel koşul ile bütünlüklü bir uyum oluşturur. Özel mülkiyet üzerine kurulu bütün toplumlar nesnel olarak sınıflı toplumlardır.Objektif olarak sınıf olmak farklıdır, mensubu olduğu sınıf farkında olmak farklıdır. Sınıf olmanın farkında olmak, öznel bir gerçekliğin, sınıfolma bilincinin farkında olmayı gerektirir. Yönetenler “kendisi için sınıf” olma bilincinde iken yönetilenler “kendiliğinden sınıftır”. Bir başka ifadeyle sınıf olmanın bilincinden uzaktır. Ancak kapitalist toplum aşamasında işçi sınıfı “sınıf “olmanın bilinciyle donatılıp, kapitalizmi hedefleyen örgütlülüğe ulaşmasıyla “ kendisi için sınıf” olma niteliğine yükselir, sosyal, kültürel, siyasal, psikolojik v.b farklılığının bilincine ulaşır.  İşçi sınıfının düşünce ve davranışına yol gösteren etmen sınıf bilincidir ve bu bilincin örgütlülüğe taşınmasıdır.

Özel mülkiyet ile henüz tanışmayan İlkel komünal toplum, özel mülkiyetin ürünü olan iktidarla da tanışmamıştır. Özgürdür, özel mülkiyet sistemiyle ortaya çıkan iktidarın baskısından uzaktır. Düşünce ve eylemini belirleyen faktör ortak yaşamdır, manipüleedilerek yönlendirileceği bir siyasal oluşum da yoktur. Efendi de değildir, efendisi de yoktur. Sınıflar yoktur, Sınıf olma bilinci de yoktur.

Köleci toplumla birlikte başlayan mülkiyet ilişkisiyle insanın “köleleştirilmesi” de başlayacaktır. Bu toplumda kölenin, insan olarak bir değeri yoktur, dışa vuracağı, kendine ya da içinde yaşadığı topluma ilişkin bir düşünce, bir eylemi söz konusu olamaz. O. Yalnızca köle sahipleri için alınıp satılan bir metadır. Kölenin can güvenliğinden bile söz edilemez. Köleler objektif olarak bir sınıftır ancak sınıf olma bilincinden yoksundur, kendiliğinden bir sınıftır.

Feodal toplumlarda durum pek farklılık göstermez. Kölelere göre serflerin/reayaların nispeten yaşamlarında göreli iyileştirmeler vardır. Fiili durum pek fark etmese de alenen öldürülemezler, hiç olmazsa ölmeyecek kadar ihtiyaçları efendileri tarafından karşılanır. Feodalizmin iktidar sahibi gökyüzündeki tanrıdır ve feodal krallar, derebeyler tanrının yeryüzündeki temsilcisidirler ve iktidarı tanrının iktidarıdır. İktidara karşı olumsuz düşünmek tanrıya karşı olumsuz düşünmektir. Feodal toplumda yönetilenlerin düşünme ve eylemleri tanrıya ve krala sadakatle sınırlıdır. Serfler/reayalar objektif olarak sınıftır, ancak sınıf olma bilincine sahip değildir, kendiliğinden sınıftır.

Gerek köleci toplumun gerekse feodal tolumun yapısı, istisnalar dışında bu toplumda yaşayan “yönetilenlerin” sınıf bilincine erişmemiş olmaları nedeniyle köle sahiplerine ve feodal derebeylerine karşı bağımsız düşünce ve eylemleri söz konusu olamaz.

Kapitalizm, Köleci toplumun ve feodalizmin iktidardaki göksel tanrılarını, bu kapsamda yaşam biçimini, kültürünü, felsefesini yıkarak yeryüzüne inmiştir. Burjuvazi yeryüzündedir ve iktidarını da yeryüzüne taşımıştır.

Burjuva devrimlerinin manifestosu “insanların eşit ve özgür” olduğudur. ( Gerçekten öyle miydi?). Bu aşamaya kadar tarihin kaydettiği en ilerici atılımdır. Kimse, kimsenin kölesi değildir, alınıp satılamaz.

Burjuvazi, kendisinden önceki iktidarların yönetilenler üzerindeki mutlak hâkimiyetine neden son verdi? Üretici güçlerin gelişimini engellemesiyle tarihsel ömrünü tamamlayan feodalizmi bertaraf etmesiyle ilericilik vasfına sahip olan burjuvazi gerçekten demokrat mıydı, ya da  erken kapitalizmin ( serbest rekabetçi dönem kapitalizminin) yapısal durumu gereği bu koşulları mı yarattı?.

Kapitalizm geniş ölçekli üretim biçimidir ve geniş ölçekli iş gücüne ihtiyaç duyar. Üretim yerleri / fabrikalar işçi yığınlarını bir araya getirir, bu haliyle işçiler,   kendiliğinden bir sınıf oluşturur. Ücretlerin düşüklüğü, çalışma koşullarının ağırlığı, çalışma saatlerinin uzunluğuna karşı işçiler üretimden gelen güçlerini kullanırlar. Sendikalarda örgütlü hak taleplerisonucu burjuvazi geri atarak işçilerin taleplerini kabul etmek zorunda kalır. Ancak,  sendikalarda örgütlenerek hak arama mücadelesine başlaması işçi sınıfını “kendisi için sınıf olma” aşamasına ulaştığı anlamına gelmeyecektir.” Kendiliğinden sınıf olma” niceliğinden “ kendisi için sınıf olma niteliğine ulaşmasının ana unsuru “sınıf bilincine” sahip olmasıdır. Ancak bu bilince ulaşılmasıyla kendisini ekonomik, politik, kültürel, felsefi ve psikolojik olarak egemen sınıflardan ayırır, kendipolitik, kültürel, felsefi ve psikolojik değerlerini yaratır. Sınıf bilincine ulaşma, işçi sınıfının içine doğduğu burjuva ideolojisinden arınmasıdır, kendi ideolojisinin farkına varmasıdır. İşçi sınıfının sınıf bilincine ulaşmasının “olmazsa olmazı” bilincin Sınıf örgüne dönüşmesi, sınıf örgütünde maddi bir güç haline gelmesidir. Sınıf bilinci ve örgüt/parti birbirinin tamamlayan, birbirinin içinde ayrılmaz bir bütündür.

İşçi sınıfının sınıf bilinciyle donanıp, bilinci örgütlüğe taşımasıyla sınıflar cephesinde sular da bulanmaya başlayacaktır. Burjuvazi, elindeki bütün olanaklarını kullanarak bütün saldırılarını sınıf bilincinin iğdiş edilmesi, yozlaştırılması, sulandırılması dolayısıyla sınıf örgütünün etkisizleştirilmesine yöneltecektir. Burjuvazinin açık saldırıları Marks ve Engels zamanında başlamış, ancak ağızlarının paylarını almıştır. İşçi sınıfı örgütleri bu saldırılardan güçlenerek çıkmıştır. Lenin ve sonrası dönemde burjuvazi saldırı araçlarını değiştirmiş, açık araçlarla saldırı yerine “örtülü saldırıları” ikame etmiştir. Örtülü saldırıların en etkili araçları da “soldan devşirme karşı devrimciler”dir. Kendilerini hala Marksist sayanlardan, liberal tayfalara kadar olan yelpazede etkin ve etkili entelijansiyayı seferber etmiştir. Kapitalizm, bu dezenformasyonuyerinde kullanarak sendikaları bertaraf etmeden, işçi sınıfının güçlü ve etkin ( Bu günkü komünist ve sosyalist partilerin durumu) kadim örgütlerini yozlaştırarak tabela partilerine getirerek, işçi sınıfın siyasal desteğini yeniden kazanmıştır. Ülkemizde ve dünyanın diğer ülkelerinde mevcut durum budur.

Tarihin hiçbir döneminde devrim için koşullar hiç bu denli olgunlaşmamış, ancak bu denli olgunlaşmış koşulları devrimci harekete taşımada da devrimciler hiç bu denli çaresiz kalmamışlardır. İşçi sınıfı, ideolojisini adeta tanınmaz hale getirerek teslim alan, bünyesini kemiren yoz burjuva ideolojisinin kalıntılarını temizlemeden, virüsleri bünyesinden atmadan sınıf mücadelesinin sağlıklı ve amaca uygun harekete geçirilmesi olanaksızdır. Nereden başlamalı: Sınıf ideolojisinin yeniden sınıfa mal edilerek, kapitalizmin ezip geçtiği bütün toplumsal kesimleri kendi etrafında toplama becerisine sahip, ezilen, sömürülen bütün toplumsal katmanların taleplerine cevap veren, ancak varılacak hedefin rotasını belirleyen geminin kaptanlığını pazarlıksız elinde tutan ulusal ve evrensel sınıflar mücadelesinin koordinesini sağlama yeteneğine sahip sınıf örgütünün yeniden inşasının “nereden başlamalı” sorusuna verilecek yegâne cevap olduğunu düşünmekteyiz.

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Yorumlar kapatıldı.