Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-36

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME-

21. yüzyıl kapitalizmi/küresel kapitalizm/ gerek kendi çağından önceki 20. Yüz yıl tekelci kapitalizmindin gerekse doğurduğu ilişki ve çelişkiler açısından önceki dönem kapitalizminden farklılıklar gösterir. Bu farklılığın toplumsal yaşamda kavranması öncelikle sınıf mücadelesinin yöneliminin, araç ve gereçlerinin, örgütlenme ve mücadele biçiminin, sınıflar ittifakının farklılaştığının da kavranmasızorunluluğunu beraberinde getirir. Her dönem kendine has koşullar içinde değerlendirilir ve dönemin özelliklerine uygun mücadele biçimlerinin ve örgütlenme tarzının da dönemin koşullarına uygun inşasını zorunlu kılar, devrimci hareketin başarısının temel koşulu da buna bağlıdır. Neden-sonuç ilişkileri bağlamında tek tek ülkelerde gerçekleştirilen Rus ve Küba devriminin genel değerlendirmesi özetle;

1-Devrimci öğreti, devrim için öncelikle nesnel olarak kapitalizmin normal işleyiş dönemlerinin aksine bunalım ve krize girmesini,  yönetici sınıflarının acziyete düşmesini, artık eskisi gibi yönetemez hale gelmesini, yönetilen sınıfların da eskisi gibi yönetilmek istememesini, yönetici burjuva sınıfının siyasal olarak kitlelerden tecrit edilmiş olmasını devrimin objektif koşullarının oluşması olarak tanımlarken, öznel olarak da devrimci sınıfın devrimi gerçekleştirecek bir güç olarak “kendiliğinden sınıf” niceliğinin “ kendisi için sınıf” niteliğine sıçramasını, kitleleri peşinden sürükleyen, doğru devrimci teorinin ışığında doğru hedeflere kitlesel eylemliliği yönlendiren,  iktidara talip örgütlü bir güç olarak toplumun önemli bir kesiminin içinde maddi bir güç haline gelmesini öngörür.  Gerek Marks ve engelse göre bu iki koşul birlikte gerçekleşmeden bir devrimci atılımın başarısından söz edilmeyecektir ve devrimci pratik bu tespiti her adımda doğrulayacaktır. Paris Komünü ayaklanmasına Marks ve engelsin karşı çıkmasının nedeni kapitalizmin gelişme atağını sürdürmesi, henüz devrimci ayaklanmaya ilişkin bunalım ve krizin içinde olmamasıdır,yani objektif koşulların hazır olmamasıdır. ( Buna karşın Komün ayaklanmasının başlamasıyla fiilen Komüncülerle birlikte barikat savaşlarına fiilen katılacaklardır). Ekim devriminde ise kapitalizmin yapısal bunalımının yol açtığı paylaşım savaşı, krizi derinleştirmiş, ortaya çıkan devrimci durumu Rus işçi sınıfı doğru değerlendirmiş ve Ekim devrimi başarıya ulaşmıştır.

Küba devrimi, Kapitalizmin yapısal bunalımının süreklilik kazandığı, Diktatör Batista rejiminin kitlelerden tecrit olduğu, “ eskisi gibi yönetilmek istemeyen” kitlelerin Küba Komünist partisinin etrafında örgütlü olduğu, Batista diktatörlüğünün de yönetemez durumda olduğu bir dönemde gerçekleşmiştir. Küba Komünist Partisi “eyleme geçme” iradesinden yoksundur ve kitleleri harekete geçirebilecek “Bolşevik” enerjiye de sahip değildir. Kısaca devrim için objektif koşullar hazırdır ancak kitleler “öncüden” yoksundur. Castro-Che’nin önderlik ettiği bir avuç gerillanın Küba devrimini başarmasının nedeni budur, yoksa bazılarının ileri sürdüğü gibi Küba devrimi bir gecede gerçekleştirilen bir mucize değildir.

Aşağıda nedenleri üzerinde duracağımız gerekçeye dayanak olmak üzere 20.yüzyılın son çeyreğinde miadını dolduran ulusal Kurtuluş savaşları içinde aynı gerekçeyi ileri süreceğiz. Bu cümleden olarak kastımız, ulusal kurtuluş savaşlarının antiemperyalist niteliğidir, “ulusal kurtuluşçu” program antikapitalizmi içermez. Küresel kapitalizm döneminde ise antikapitalizmle bütünleşmeyen antiemperyalizminilerici niteliğinden bile bahsedilemez. Öyle de olsa Rusya ve Küba gibi tek tek ülkelerde başarıya ulaşan sosyalist devrimler gibi Çin, Vietnam, Kamboçya. Laos gibi tek tek ülkelerde başarıya ulaşan ulusal kurtuluş savaşlarının tek tek ülkelerde başarıya ulaşmalarının tarihsel koşullarını irdelerken, küresel kapitalizmin neden tek tek ülkelerde sosyalizm mücadelesini ihmal etmeden uluslararası bir sosyalist devrimin koşullarını hazırladığına işaret etmeye çalışacağız.

İşçi sınıfının tarih sahnesine çıktığı ilk dönemlerden itibaren ideolog ve eylemcileri işçi sınıfının Enternasyonalist/uluslararası/ dayanışmasına sürekli vurgu yapmakla kalmamışlar, bu dayanışmanın hayata geçirilmesi için enternasyonal örgütlenmeler kurulmuş, emek ve çaba harcanmıştır. Elbette işçi sınıfının uluslararası dayanışması sosyalizmin en esaslı ve başlıca unsurudur.

Kitlelerin yaşamında dünün tekelci kapitalizmi ile bugünün küresel kapitalizmini ayıran en esaslı faktörlerden birisi sömürünün yoksullaşmayı ulaşabileceği yoksullaşmanın tavan yapması ise diğeri yoksullaşmanın yer kürenin en ücra köşelerine kadar yayılmasıdır. Bu gün at sırtında yaşamını idame ettiren Kızılderili kabileler ile Afrika’nın ya da Pasifiklerin ilkel kabilelerinin yaşamları bir nostaljiden ibarettir ve kapitalist uygarlık yer kürenin tümünü vahşi bir sömürü ağının içine almıştır. Yazıyı ekonomik rakamlara boğmak istemiyoruz ancak sömürünün boyutlarının göz önüne serilmesi için henüz on yıl öncesinin sömürü düzeyi ile bugünün sömürü düzeyini kıyaslamak açısından çarpıcı olacağını düşündüğümüz bir kıyaslamayı da kısaca özetleyelim. İstatistiki verilere göre on yıl önce Dünya gayri safi milli gelirinin (Bütün dünya toplam gelirinin) %85 i en zengin nüfusun %12 sinin elinde iken, bu gün, on yıl sonra dünya gayrisafi milli hasılasının %99 u en zengin % 1 in elindedir. Geriye kalan %1 in dağılımında ise en yoksul kesimin payına düşen %3 tür. Ortaya çıkan sonuç bugünün dünyasının dünden daha adil olmadığıdır. Toplumsal yaşamın birçok alanını ilgilendiren veriler ise ( basın ve ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri hakkı, grev ve toplu sözleşmeler,  yargı bağımsızlığı,  demokratik hak ve özgürlükler, göçmenler sorunu, savaşlar, kadın ve çocuk cinayetleri, tecavüz ve saldırılar v.b) son on yılda katlanarak artmıştır. Bu verilerden rahatlıkla varılması gereken sonuç şu olmalıdır: “Kapitalizmin kendisi kendi sonunu yine bizzat kendisi getirdi, kendi kendini tüketti”… Elbette insanın içini rahatlatan bir tespit… Ancak işin iç yüzüne ve yaşananlara bakınca durumun hiç de öyle olmadığı anlaşılıyor. Nasıl oluyor da dünyayı açlığa, işsizliğe, ölüme mahkûm eden kapitalizm bizzat yarattığı felaketin geniş yığınlarınca rağbet görüyor, alkışlanıyor, kapitalizmin temsilcilerini kendileri seçiyorlar ve kapitalizm bu kitleleri peşinden sürükleyebiliyor. Sadece geri bıraktırılmış ülkelerde değil, ortalama bir kültür birikimine sahip Avrupa’da, ABD de otokratik, faşist gruplar, partiler gün geçtikçe artan oranda kitle tabanın sahip olabiliyor, faşist eğilimli partiler, liderler seçimle işbaşına getirilebiliyor?… Devrimcileri asıl ilgilendiren sorun da budur. Almanyanın PfD si, İtalyanın Kuzey ligi, İtalyan kardeşler, Avusturya, Danimarka, İsveç, Yunanistan gibi Avrupa ülkelerinde boy gösteren ve kitlesellik kazanan faşist partiler, kısaca faşizm kitleselleşme enerjisini nereden alıyor? Soruyu kestirmeden kendimiz yanıtlayalım: Kapitalizmin yoksullaştırdığı, örgütsüz, sınıf bilinçsiz kitlelerden… Kapitalizm kendi yarattığı yıkımdan faşizme malzeme derler, yarattığı kâbusun arkasına gizlenerek ve toplumda güçlü bir sınıf örgütünün yokluğunun yarattığı boşluğu kullanarak kâbusun nedenini manipüle ederek hedef saptırır, göçmenleri, farklı etnik kökenleri krizin nedeni olarak gösterir ve kitlelerin tepkilerini devrimcilere, azınlıklara, göçmenlere, farklı inançtan olanlara yönlendirerek maddi bir güç haline gelir. Bu güç ırkçılığı ve kitlelerin ilkel duygularını harekete geçirir. Elbette toplumun ilerici güçleri de, toplumun anlayan, düşünen kesimlerinin  tepkisel potansyelini harekete geçirir. ABD de Sander Barnisi, İspanyanın Podemosu, Yunanistan’ın  Syrazı bu anlamda küçümsenemez bir birikimi etrafında toplamışlardır. Peki faşizmin kitleselleşmesinin karşısında ilerici ve demokrat güçler de bir potansiyel güç oluşturuyorsa o halde sorun nedir?. Sorun şu: Birincisi bu ilerici potansiyele devrimci işçi sınıfının önderlik edecek güç ve örgütlülükten yoksun olması, ikincisi kapitalizmin küreselleşmesinin karşısında küresel bir devrimci örgütlenmeden yoksun oluşudur. Gerekçelerimizi sürdürmeye devam edeceğiz.

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Yorumlar kapatıldı.