Yazımızın ikinci bölümünde, küresel kapitalizmin sözcülerinin “ tarihin sonunun geldiği”ni, “sınıf mücadelelerinin bittiği”ni, görülen çatışmaların “ uygarlıklar arası çatışmalar” olduğuna ilişkin kehanetlerine değinmiş, sınıf mücadelesinin ideolojik,örgütsel ve pratik yöneliminin doğru saptanması açısından bu karşı-devrimci tezlerin iç yüzünün açığa çıkartılmasının, devrimcilerin “ertelenemez” görevleri olduğuna işaret etmiştik. Kapitalizmin ekonomik, politik, siyasi ve kültürel olarak yeni yönelime girdiği 1990 lardan günümüze, bir dizi kavram da günlük yaşama girmiş, ancak kavramları üzerine oturdukları gerçeklikten kopartılıp soyutlanarak “ tapılan ayetler” haline getirilmiştir. Kapitalizmin akıl hocalarının tam da istediği buydu. Gündemi oluşturan kavramların üzerine oturdukları “ reel gerçekliğin” anlaşılması bakımından bıktırıcı olma pahansa kısa bir geriye dönüş zorunluluğu duymaktayız. Tekelci döneme girmesiyle birlikte kapitalizmin devresel bunalımları artmış, tekrarlanan bunalımların arasındaki süre kısalmıştır, etkisi bir öncekine göre yıkıcı ve şiddetli olmuştur.Birinci bunalım döneminin sorunlarını kendi aralarındaki savaşla aşmaya çalışan kapitalistler, savaş sonrası savaş ekonomisinin göreli rahatlığını yaşamışlarsa da, uzun erimde, savaş bunalımı artırmaktan başka işe yaramamıştır. Merkezi ve yoğun üretime geniş pazarlar arayan kapitalistler birinci paylaşım savaşıyla, sistemin karşısında ve sistemin tasfiyesini hedefleyen bir devrimle karşılaşmışlar, kapitalistler arasındaki çelişkiden Sovyet devrimi gerçekleşmiştir. Savaşın sonucu ekonomide göreli rahatlama yaşayan kapitalizm, birinci devresel bunalımı hazırlayan süreden daha kısa bir sürede ikinci bunalımını yaşayacak, yine bunalım kapitalistler arası savaşa yol açacaktır. İkinci paylaşım savaşı sonucu kapitalizm için bir hüsran olacaktır. Değil pazarlarını genişletmek, yeryüzündeki pazarlarının üçte birini yitirecektir. Doğu Avrupa’da kurulan Halk Cumhuriyetleri Sovyetlerle birlikte Sosyalist sistemin içinde yer alacaktır. Artık kapitalizm tek sistem değildir ve karşısında kapitalist sistemi sıkıştıracak, kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfı hareketlerini, sömürge-yarı sömürge ülkelerde bağımsızlık hareketlerini destekleyecek sosyalizm vardır. Nitekim, savaşın hemen ertesinde ulusal kurtuluş savaşlarının çığ gibi büyüdüğü ve yayıldığı, başarılar kazandığı görülecektir. Ulusal Kurtuluş savaşlarının yayılması, başarılar kazanması kapitalizmin sömürge pazarlarından çekilmesi sonucunu doğuracak, dahası, anti-emperyalist ulusal kurtuluş savaşlarına Komünist-Sosyalist partilerin öncülük etmesiyle bu ülkelerin ileride anti-kapitalist bir çizgi izleme olasılığının güçlü olması, bu ülkelerin sistemden tamamen kopması anlamını taşıyacaktı.
Orta-Doğu, Güney Asya gibi bir çok ülkedeki ulusal kurtuluş savaşı, bu ülkelerin “ siyasal bağımsızlıklarını” elde etmeleriyle sonuçlanacaktır. Her iki paylaşım savaşına da pazarlarını genişletmek dürtüsüyle katılan kapitalistler, savaştan umduklarını buyamadıkları gibi, var olan pazarlarını da kaybetmekle ve üstelik kapitalist sistem için sürekli tehdit unsuru oluşturan sosyalist sistemin doğmasına da sebep olacaklardır. Her iki savaşın da sistem açısından kaybı, kapitalistleri ikinci savaş sonrası çelişkilerini ertelemeye ve birlikte hareket etmeye zorlamıştır. Bu anlaşılabilir bir nedendir. Öncelikle her iki savaş da kapitalizme, savaş sonrasının kısa süreli ve geçici rahatlamasının dışında uzun vadeli daha büyük zararlar vermiş, üstelik, sistem karşıtı ve sistemin varlığını sona erdirmeyi amaçlayan bir başka dünya daha vardır artık. Bu nedenlerin toplamı sistemin işleyişini etkilemiş ve kapitalistler arası çelişki yerini işbirliğine , sistemin bütünleşmesine bırakmıştır.Emperyalist kapitalistler artık sömürü mekanizmasını tek tek emperyalist ülke veya tekel olarak değil, “kurumsal” olarak işletecektir.Dünya Bankası, İMF, OECD, AET-bugünkü AB. AB den demokrasi bekleyen sosyalistlerin kulakları çınlasın!- NATO bu dönemde sistem tarafından kurulan ve sistem adına icraatlarda bulunan emperyalist kapitalist kurumlardır. Emperyalist sömürünün devamlılığında tek tek kapitalist ülke ve tekellerin müdahaleleri ikinci plana düşmüş, sömürü ve müdahaleler bu kurumlar aracılığı ile disipline edilmeye başlamıştır. İkinci paylaşım savaşı sonrasının bir diğer tipik özelliği de, sistemden kopuşların yaşanmasıyla Pazar kaybına uğrayan kapitalizm, “iç pazara” yönelik” üretime ağırlık verecek, tüketim ekonomisini yaygınlaştıracaktır. Ancak, devasa üretime iç pazardaki tüketimin cevap vermesi olanaksızdır. Burada yeri gelmişken hemen belirtelim: İkinci paylaşım savaşının ertesinde kapitalizmin pazarlarını kaybetmesiyle, iç pazara yöneliminde araç olarak “ Sosyal Demokratlar” kullanılacaktır. Bu evrede aşağı yukarı tüm Avrupa’da “Sosyal Demokrat partiler” kitlesel güç kazanır ve iktidardadırlar. Burjuvazinin sömürüyü daha geniş alanlara yayması için “ kitlesel desteğin” sağlanmasının önemini bu dönemde kavradığını söylemek abartı olmayacaktır. Çalışma hayatının düzenlenmesi, ücretlerde göreli iyileştirmeler, göreceli demokratik hakların kullanılabilir hale getirilmesi, sendikal örgütlenmelerin yasallaştırılması bu dönemin sonuçlarıdır.Kapitalizmin iç pazara yönelmesiyle,sömürü kalemlerine bir yenisi daha eklenecek, artık değer sömürüsü ve sömürge ülkelerin yer altı ve yer üstü değerlerinin kapitalist ülke ve tekellere aktarılmasıyla birlikte, iç tüketimin teşviki ve yoğunlaşması sonucu küçük burjuvazi de dolaylı sömürülen katman olmaktan çıkıp doğrudan sömürülen kesim olacak, bütün birikimleriyle ve uzun vadeli borçlandırılacak ve böylece, işçi sınıfı dışında kalan halk katmanlarından da kapitalizme değer transferi gerçekleştirilecektir .Böylece, geniş halk kesimleri de doğrudan ve yoğun olarak sömürü mekanizmasının içine alınacaktır. Bir diğer husus da, Kapitalist burjuvazin iç pazara yönelik üretime ağırlık vermesiyle, sömürünün kısa vadede etkisinin ortaya çıkmaması, bir rehavete neden olacaktır. Burjuvazi siyasi atağa geçerek, kapitalist ülkelerdeki komünist-sosyalist partilerin “sosyal demokratlaşmasının” önünü açacaktır. Gerçekten, Avrupa’da devasa kitlesel güce ve prestije sahip komünist-sosyalist partiler burjuvazinin manevrası karşısında gerilemişler ve kimilerinin programları sosyal demokrat parti programlarıyla aynılaşmış, kimileri de daha gerilere düşmüşlerdir. Avrupa’nın kitlesel sosyalist-komünist partilerinin “sınıf mücadelesini” reddetmeleriyle, “Euro komünizm”i göklere çıkararak Marxizmin reddine ulaşmaları bu döneme rastlayacaktır. Bütün bu faktörler, ikinci savaş sonrası prestij kaybına uğrayan burjuva siyasasının yeniden rağbet görmesine neden olacaktır. Açıkça sınıf savaşını reddeden komünist-sosyalist partiler hızla oy ve prestij kaybına uğrayacaktır.
“İçeride” siyasi istikrarı yeniden sağlayan burjuvazi, ikinci savaş sonrası siyasal bağımsızlığını kazanan, ancak tüm toplumsal yapısıyla “sistemin dışına çıkamamış” ülkeleri, yeniden bağımlı hale getirmeye başlamış, kaybettiği pazarları yeniden genişletmiştir. Ancak yöntemin farklılığı açıktır: Göreceli siyasal bağımsızlığı tanıma, ekonomik bağımlılığı artırma ve pekiştirme. Bağımlı ülkelerde siyasal rejimlerin biçimlendirilmesinde, işbirlikçilerinin iktidarı için, sistemin ABD kanadı askeri zora başvurmakta duraksamazken, AB kanadı sözüm ona “barışçı, diplomatik “ yolu tercih edecektir. İMF ve Dünya Bankasının “ borç ekonomisine” sarmaladığı ülkeler iflas noktasına gelirken, bu duruma direnç gösteren ülkeler NATO nun silahlı gücünün tehdidine maruz kalacaktır.
1900 lü yılların son çeyreği, sistemin işleyişinde belirgin farklıkların uç vermeye başladığı yıllardır. Kapitalist emperyalizm küreselleşme evresinin başladığı yıllardır. Özellikle geri bıraktırılmış ülke ekonomileri emperyalist kurumlarca, kapitalizmin yeni yönelimine uygun olarak yeniden şekillendirilir. Siyasal ve ekonomik yapılar hızla tasfiye edilir, tasfiyeye direnç gösteren ya da tasfiyeyle sınıfsal çıkarları uyuşmayan güçler “zor” yoluyla tasfiye edilir ve yeni döneme “uyum” süreci başlatılır. 1990 lı kadar genel işleyişin özeti budur. İki binli yıllarla girerken, yeni dönem için süreç olgunlaşmıştır ve bu dönemin adının konması, hedeflerinin tanımlanması gerekecektir: Yeni dönemin adı Küresel Kapitalizimdir ve hedef bütün yerküreyi sermayenin sınırsız ve koşulsuz sömürü alanı haline getirmektir. Kapitalizmin ulaşmak istediği bu hedefte başlıca engeller Sosyalist Sistem ve “Ulus Devletlerdir”. Bilindiği gibi 1990 lar ve sonrası gelişmelerde sosyalist sistem tasfiye edilmiş ve engellerden en önemlisi aşılmış, böylelikle kapitalizm yeniden geniş pazarlara kavuşma olanağı bulabilmiştir. Sıra “Ulus Devletlerde” idi ve zaten ekonomik altyapısı İMF ve Dünya Bankası gibi uluslar arası kapitalizmin mekanizmalarınca hazırlanmıştı. Sırada, politik, siyasal ve kültürel alt yapının hazırlanması vardı. İşte yukarıda adını ettiğimiz, küresel kapitalizmin “kavram kargaşası yaratma” atağı da ağırlıklı olarak bu döneme denk düşecektir. Fukiyama “ “tarihin sonunun geldiğini” ilan etmiş, Huntington bundan böyle görülebilecek çatışmaların “ uygarlıklar çatışması” olacağı kehanetinde bulunmuştu bile. Her iki”tez”in içeriği de, toplumsal sınıfların ve sınıf çatışmalarının, sınıf mücadelesinin üstünün örtülmesi, olan-olacak olan çatışmaların üstünün örtülmesi ve toplumsal alt üst oluşların saptırılmasıydı. Kapitalizm, bu amacın gerçekleşmesine yönelik kitle pasifikasyon araçlarını ustalıkla kullanacak, “tez”lere uygun ve uyumlu olarak “olayları “yaratacak ve kullanacaktır. 11 eylül ABD olayları “yaratılan” etkinin en geniş ve amaca en uygun olanıdır. ABD’nin en stratejik noktalarını bizzat bombalattığı, taşeron olarak “siyasal İslamcıları” kullandığı kaynaklardan açıklanacaktır. Ancak, dünya kamuoyu yaşanan çatışmaların “Hıristiyan Batı ile İslam Doğu” arasında cereyan ettiğine inandırılmıştır. Dünya kamuoyunun desteğini sağlayan emperyalizm, “ terör ve terörizmli” mücadele adı alında, kapitalizmin küreselleşmesinin önünde engel, doğal enerji kaynaklarına sahip ülkeleri “ teröre karşı savaş” aldatmacası ile askeri ya da siyasal zor yoluyla işgal edecektir. Irakın işgalinde askeri zor ön palana geçerken, Eski Sovyet Cumhuriyetlerinde siyasal zorun ağırlıklı olduğu gözlenmektedir. Kapitalizm, sosyalizme yakınlık duyan kitlelerin bilincinin de köreltilmesi ve kitlesel desteğinin sağlanması gerektiğini de ihmal etmemiş, “AB” patentli reçeteler sunmuştur. Örneğin, “Kopenhag kriterleri” bu etki alanında nefes alan sözüm ona sosyalistlerin, ilericilerin başucu amentüleri olmuş, bilerek ya da bilmeyerek, açıkça pasifikasyon aracı olarak kullanılan demagojinin savunulması başlıca uğraş alanları olmuştur. Burjuva demokratik devrimiyle, kapitalizm öncesi toplumsal yapının unsurlarını beri taraf edememiş, içinde barındıran toplumlarda, bu hassas noktalar durmadan kaşınmış, desteklenmiş ve bu etkinin yarattığı zafiyetten yararlanılmıştır. Etnikçilik ve dinsel gericilik, sosyalistlerin ağzından savunulmaya başlanmış, Kemalizmin Antiemperyalizm geleneğine sırt dönülmüş, insanlığın ortak ilerici birikimi “ laisizm”e burun kıvrılmış ve dahası irticacıların laisizme kin kusmaları, “ onların da örgütlenme özgürlüğünü savunuruz” aymazlığı ile destek bile bulabilmiştir. “Sosyalist demokrasi” de böylesine vizyon sahibi, öngörülü sosyalistler, etnikçiliğe, ortaçağ kalıntısı siyasal İslamcılığa Emperyalist kapitalizmin desteğini görmezlikten gelerek, bunların söz ve örgütlenme hakkını “sosyalizm adına” kusursuz savunurken, kendilerinde sosyalizmin temel değerlerinin uğradığı saldırıya cevap verecek zamanı, karşı koyacak gücü bulamamışlardır. Kapitalizmin “ zayıf halkalar” olarak kullandığı bu çağdışı eğilimler, ilericilik ve devrimciliğin de (!) yegâne ölçütü olmuştur. Kapitalizm, bugün “ terörist” olarak tanımladığı “siyasal islamın” gelişimini ve güçlenmesini bizzat kendisi yaratmış ve yarattığı bu ucubeyi de yine kendi saldırgan ve işgalci amacına uygun olarak kullanmıştır, kullanmaktadır. Öyle ki, kapitalizmin, kendi siyasasına uygun olmayan ve bu siyasayı kayıtsız koşulsuz kabul etmeyen siyasi iktidarlara asla tahammülü yoktur. ABD nin Irakı işgalinde yaşanan budur. Ecevit hükümetinin Türkiye topraklarını ABD nin koşulsuz kullanımına olumsuz yaklaşması, Kemal Derviş eliyle Ecevit hükümetinin yıkılıp AKP hükümetini devreye sokulmasına neden olmuş, hemen ertesinde ABDde AKP hükümetinin kurulması sinyali verilmiştir. Bütün bu gelişmeler, küresel kapitalizmin yönelimine uygun düşmektedir. Yerküreyi “tek pazar” olarak görme düşü gören emperyalistlerin “genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika “ projesinin gereği olarak bu bölgedeki ülkelerin siyasal rejimlerini “ ılımlı İslam” olarak öngörmeleri ve tanımlamaları da stratejilerine uygun düşmektedir.” Uygarlık doğudaki İslamla, Batıdaki Hıristiyanlar arasındadır” ın Huntingtonca konulmuş adı olacaktır. Bu nedenle ABD ve AB yetkililerinin, durmaksızın” bağımsızlığın modasının geçtiğini”, “ laisizmin uygun olmadığını”, kapitalizmle bir sorunu bulunmayan “ılımlı İslam” a yönelinmesi gerektiğini tekrarlamaları anlamsız ve rast gele söylenmiş sözler değildir, küresel kapitalizmin dünyayı yutma projesinin adımlarıdır. Kapitalizm için uygarlık daha geniş Pazar ve daha yoğun sömürüdür. Yoksa insanlığın temel ve ileri ortak değerlerinin, bu uygarlık anlayışı içinde yeri bulunmamaktadır.” Bağımsızlık”, emperyalist kapitalizmin sömürü alanı dışına çıkmak, ülke zenginliklerinin halk yararına kullanılması ise, bağımsızlığın, küresel kapitalizmin tanımladığı uygarlık içinde bir yeri bulunmayacaktır. Bu uygarlık anlayışına göre bağımsızlık “ modası geçmiş” bir ilkellik olarak tanımlanacaktır. Laisizm, insanlığın yüzlerce yıldır savaşarak, dinsel gericiliğe karşı kazanmış olduğu bir mevzi, çağdaş bir yaşam biçimi, dinin, dogmanın karşısına bilimi, bilimsel düşünceyi çıkartıyor ise, “ bilimsel düşüncenin bir ucu” nun kapitalist sömürüyü sorgulamaya dayanması tehlikesi (!) karşısında, laisizmin terk edilmesi “ küresel kapitalizmin” tanımladığı uygarlığın gereğidir, ancak insanlığın ulaştığı ileri ortak değer yargılarının inkârıdır. Kapitalizmin her kavramı kendi çıkarları adına adlandırması, saptırması olağandır ve sınıf savaşının farklı görünümüdür. Bunda şaşılacak bir şey de yoktur. Asıl şaşkınlık ve şaşılması gereken bu kavramları “ sosyalizm adına” savunan zavallıların düştüğü durumdur. İnsanlığın ulaşmış olduğu ileri değerlerin, mücadeleler sonucu elde edilen mevzilerin savunusunu yapmak ve mirasına sahip çıkmak bu gün yalnızca devrimcilerin üstleneceği bir grevdir. İnsanlık ileri atılımlarını, özgürlük ve bağımsızlığını sınıf mücadeleleri ile elde etmiştir. Küresel kapitalizme karşı bağımsızlığın, orta çağ gericiliği irticaya karşı laisizmin savunulması sınıf mücadelesinin değişik görüntüleridir. Sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız bir dünyaya ulaşılmanın sınıf mücadelesinden geçtiğini deneyerek öğrene insanlık, köreltilen bilincini koparıp atmasını da bilecektir.