Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/09

Geçen sayıda küresel kapitalizmin ideologlarının kitlelerin tepkilerini pasifize etme, sistem içinde eritme politikalarına dikkat çekmiş, gezi olaylarıyla dışa vuran kitlesel tepkiler üzerine geliştirilen çeşitli senaryoların tepkiyi “eritme, etkisizleştirme” üzerine kurulu olduğunu, her ne kadar dışa vurulan, görülen tepkilerin AKP iktidarı görünüründe ortaya çıksa da devrimcilerin tepkinin görünen biçimini küçümsemeden sisteme kanalize etmenin yollarını aramaları, “nasıl”ı düşünmeleri gereği üzerinde durmuştuk. Mısır ile başlayan süreç, Suriye’ye ilişkin suların ısıtılması ve savaş borazancılığının meşruiyetinin yaratılmaya çalışılmasının güncel bir durum olması karşısında, sisteme yönelen kitlesel tepkilerin yaratılan suni denge ile sistem içine çekilmesi, eritilmesi, yok edilmesine ilişkin düşüncelerimizi ve devrimcilerin ne yapılması konusundaki önerilerimizi bir sonraki sayılarda devam etmek üzere Mısır ve Suriye güncelini irdelemeye çalışacağız.

 

Kapitalizmin küresel boyuta erişmesi ve politikalarını bu erişimin gereği olarak yeniden şekillendirmesinin hedeflerinden birisi de Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesi (BOP) kapsamında Orta doğunun kapitalist sistemin sömürüsüne uygun yeniden şekillendirmesi, bu oluşumun nüfus kapsamı açısından halklarının Müslüman olması Orta Doğu ülkelerindeki iktidarların siyasal yapısının   “siyasal İslam” olarak seçilmesi BOP projesinin ana eksenini oluşturmaktadır. İslamcı bir iktidarın Müslüman inanca sahip kitlelerce sorunsuz kabullenileceği varsayımı küresel kapitalizmin neredeyse bir inancına dönüşmüş, siyasi, politik ve kültürel projeler bunun üzerine kurulmuştur. Öncelikle Mısır ve Suriye ayrıksı, tesadüfi gelişen bir olay görünümü olmanın ötesinedir ve Orta Doğuda öngörülen, denenen emperyalizmin politikalarının bir yap- bozudur. Ancak kanımızca Mısıra yapılan müdahale ile Suriye’ye yapılan Müdahalenin nedenlerinin aynı olmadığını düşünüyoruz. Mısıra yapılan müdahale emperyalizmin neredeyse iterek iktidar yaptığı, kendisinin iktidara getirdiği Müslüman kardeşler iktidarına ilişkin bir müdahale iken, Suriye emperyalizmin dümen suyuna girmeyen orta Doğuda anti emperyalizm geleneğine sahip “Milli ve bağımsızlıkçı” bir politika izleyen “Baas” çizgisini korumaktadır. Emperyalizmin tahammülsüzlüğü de budur. Gerek dinsel gerekse etnik kökenli bütün gerici unsurları Suriye’ye yönetimine karşı birleştirerek Baas iktidarını zayıf düşürmek ve iktidarın kendini koruma önlemlerini “barbarlık” olarak nitelendirirken yağmacı özgür Suriye Ordusu denilen, öldürdüğü insanların kalbini çıkarıp teşhir ederek yiyen yamyamları “Demokrasi güçleri” olarak lanse etmede bir sakınca görülmemektedir. Emperyalizmin küresel politikasını oluşturan temel etmen, “Ulus devletlerin” varlığına son vermek, bu ülkeleri kapitalizmin sömürüsüne uygun alanlar olarak düzenlemek ve bu alanların emperyalizm adına iç düzenlemesini yapmak, güvenliğini sağlamak için uygun iktidarları seçmektir. Seçilen “uygun iktidarlar” kitlelerin dinsel ya da etniksel ilkel güdülerini siyasal desteğe çevirerek ülkede emperyalizm adına “istikrar” oluşturacak, amaca uygun dönüşümleri gerçekleştirecektir. “Siyasal İslam” temelli iktidarların Müslüman ülkelerde yerine getirmesi beklenen görev budur.

Bilindiği gibi Mısırda Müslüman kardeşleri iktidara taşıyan rüzgar Tahrir Meydanı eylemleridir. Sayısal olarak yirmi iki milyon düzenden “ gayri memnun” kitlenin aylarca ve geceli gündüzlü sürdürdükleri eylemde temel talepleri demokrasidir, Yaşam alanlarının özgürleştirilmesi, işsizlik sorunun çözülmesi, örgütlenmeye ilişkin müdahalenin ortadan kaldırılması v.s. Eylemi oluşturan kitlelerin politik yapıları irdelendiğinde başlangıçta gerici unsurlar eylemin içinde yoktur. Gerici unsurların en örgütlü gücü Müslüman Kardeşler eylemin içinde yer almamıştır. Eylemin ortaya çıkardığı pratik politikanın doğruladığı bir gerçek bir kez daha varlığını ispat emiştir: Kitlesel eylemlerin meyvelerini örgütlü güçler toparlar ve kendi hanelerine getiri olarak yazarlar. “Arap Baharı” denilen ve Tunus’taki kitlesel gösterilerle başlayan, giderek Orta Doğu ve Müslüman Arap dünyasını saran eylemlerde kitlelerin ortak talebi demokrasidir, demokratik taleplerdir. Yani desteklenmesi gereken haklı ve meşru taleplerdir. Tunus’taki kitlesel gösterilerde de Dinci muhaliflerin örgütlü gücü ( Tunusun AKP si, ya da Müslüman kardeşleri) Ennahda başlangıçta kitlesel eylemlerin içinde yoktur. Gerek Mısırda İslamcı Müslüman Kardeşlerin gerekse Tunus’ta Ennahdanın içeriği ilerici talepler olan kitlesel eylemlerin içinde yer almaları ve ilerici taleplerde bulunmaları varlık nedenlerine aykırılıktır ve elbette beklenemez de. Zira eylemlerin ortaya çıkardığı sonuçla iktidar koltuğuna oturan Müslüman Kardeşlerin ilk yaptığı işi, kendilerini iktidara taşıyan kitlelerin tepkilerinin hedefindeki eski rejimin egemen sınıflarıyla derhal uzlaşmaya varmak olmuştur. Ancak, her iki ülkedeki eylemlerin gelip geçici, sıradan eylemler olmadığı, iktidarı sarsıcı ve yerinden edici boyutta olduğunun anlaşılması ile İslamcı örgütler gösterilerin içinde yer almaya başlamışlardır. Küresel kapitalizmin BOP çerçevesinde medya yoluyla ılımlı İslamcı iktidar arar gibi muhatap aradığı bu örgütlerce bilinmesine karşın, efendilerinin nazarında “ciddiye alınma” kuşkusunu giderecek bir olanak elde etmişlerdir ve rüştlerini ispat için de bu fırsatı kaçırmamışlardır. Örgütlü güçleri, deney ve tecrübeleriyle İktidarı alaşağı edecek boyuttaki bu eylemlerin meyvelerini toparlayacak yetenektedirler. Bu yeteneklerini kullanmaları efendilerinden gerekli icazetin alınması ve kendilerine iktidar yolunun açılması için bir fırsattır. Nitekim her iki İslamcı örgüt ilerici güçlerin kitlesel desteğinin üzerine oturarak iktidar olmuşlardır. Kitlesel gösterilerin ruhu ve örgütleyicisi sol güçlerin dağınık, örgütsüz, işçi sınıfının iktidarını gerçekleştirecek programdan yoksun olmaları kitlesel tepkilerin İslamcı güçlere peşkeş çekilmesine neden olmuştur. İşçi sınıfının partisinin iktidara giden yolda programsız, deneysiz, tecrübesiz ve kararsız olması durumları tarihte bir çok kez yaşanmıştır ve iktidara giden yolda doğan olanaklar sayısız kez heder edilmiştir. Mısır ve Tunus’taki ilerici güçlerin tepkilerinin gerici unsurlarca kullanılarak iktidar olmalarına olanak verilmesi tarihin bir ilki değildir, sadece tarihi tersten okumak ya da hiç okumamaktır.

Şimdi irdelenmesi gereken ve beklenmeyen- gerçekten beklenmeyen mi?- bir gelişmenin İslamcı çevrelerdeki tepkisi anlaşılmaya çalışılmalıdır. Ne oldu da ala ve vala ile iktidara gelen Mursi yönetimi Bizzat Müslüman Kardeşlerin atadığı ve katıksız İslamcı olduğu bilinen General Sisi darbesiyle Mursi yönetimi alaşağı edilmiştir?. Üstelik Küresel Kapitalizmin iktidarı için “aday adayı” olanların daha iktidarlarının ilk yılında bizzat Küresel Kapitalistler tarafından darbenin onay alması nasıl açıklanacaktır?. Küresel kapitalizmin Arap Coğrafyasında güvenini kazanan ve hepsi de Müslüman olan Suudi Arabistan’dan Körfez ülkeleri Katar, Bahreyn, Birleşik Arap emirlikleri v.s kadar ülkelerin de darbeyi desteklediği düşünülürse gerçekte işin içinde iş olduğu sonucuna varılacaktır. Önce kısa bir hatırlatma: 20. Yüz yılın son çeyreğinde Emperyalist Batı SSCB etkisini kırmak için Güneyden yeşil kuşak projesini uygulamaya koymuş, Afganistan’daki ilerici Babrak Karmal ve Necibullah yönetimlerine karşı Taliban ve El Kaide gibi radikal dinci örgütleri askeri ve finansal olarak organize etmiştir. Gerçekten Afganistan’da ilerici rejimlerin yıkılmasında bu iki radikal dinci örgütün ABD destekli CİA organizeli saldırıları etkin olmuştur. Süreç içinde boynuz kulağı aşmış, her iki radikal dinci örgüt dinsel kültürel farklılığı öne çıkararak, ama asla kapitalizmin, sömürünün kendisine karşı olma gibi bir derdi olmaksızın “İslam’ın Hıristiyanlığa karşı Cihat” ının sözcüleri olmuşlardır. Bu güne eğdin de Hıristiyan Batının çeşitli ülkelerdeki kurumlarına karşı “İslam’ın” vurucu gücü olmaya devam etmektedirler. Bir deney ve tecrübe olarak Batı bunu not etmiştir. Oysa İslam ülkeleri için imalatları “ Ilımlı İslam” iktidarı ararlarken iktidar koltuğuna oturtulan namzetlere verilen Müslüman ülke halklarının Müslüman inancının kitlesel desteğe dönüştürülerek emperyalizm adına istikrarın oluşturulmasıdır. Kısaca Mursi’ye iktidarı teslim edenler aynı zamanda Mursi’yi, Müslüman kardeşleri “gözlem altına” almışlardır. Müslüman Kardeşler iktidarı, iktidar olurken emperyalizmin kendisine verdiği seyir defteri günlüğü uygulamalarının dışına çıkmıştır. El Kaide ve Taliban gibi daha önce not edilmiş radikal dincilerin arzuladığı uygulamaları birer birer programa alıp uygulamaya başlamıştır. Bu uygulama ülkedeki kitlesel tepkilerin yeniden canlanmasına, meydanlara dökülmesine neden olmuştur. Oysa Müslüman Kardeşlere verilen iktidar uygulama katalogunda yer “istikrar” yeni kitlesel gösterilerle istikrarsızlığa doğru yol almaya başlamıştır. Bu durum deyim yerindeyse “ emir-komuta” ilişkilerini rafa kaldırmıştır ve büyük komutanın buna tahammül etmesi beklenemezdi. Kestirilemeyen sonuç budur. Müslüman Kardeşler Mısır halkının iktidarı değildir, iktidar koltuğu yukarıda sıralanmaya çalışılan koşullarda “ şartlı ve ödünç “ verilmiştir. Şart ihlal edilince koltuk Müslüman Kardeşlerin altından çekilmiştir. Sorunun bu yönü görülmeden yok darbeydi, yok değildi tartışması sorunun kendisini kavramaktan kaçıştır.

İleri ki yazımızda konuyu tartışmaya devam edeceğiz, ancak, AKP iktidarının Gezi eylemlerinden duyduğu tedirginlik ve Müslüman Kardeşler iktidarının /Mursinin devrilmesine tepkisinin nedenleri üzerinde düşünmek gerekir.

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Yorumlar kapatıldı.