Küresel kapitalizmin dinsel referansları esas alan AKP’yi niçin iktidar yapıp desteklediği ve bu yazının birinci bölümünde sözü edilen AKP iktidarının, yasama ve yürütme üzerinden sistemin temel güçlerini -ama asla yapısını değil- tasfiye ve yeniden yapılandırılmasının, Yargı üzerinden Ergenekon, balyoz gibi davaların açılması/açtırılması gibi sindirme, 12 Eylülcülere soruşturma açtırılması gibi sol dinamik güçleri oyalama ve yanına çekme yoluna gitmesine ilişkin tavrının anlaşılması açısından aşağıdaki giriş açıklamasının zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Soruna sınıf ilişki ve çelişkilerini öteleyerek, yok sayarak yaklaşmak, magazinsel ve görünen olana teslim olmak demektir. Bunun bir başka ve dolaysız anlatımı, burjuva gericiliğinin desteklenmesi, “ilerici, demokrat” olma adına iktidara koşulsuz destek demektir.
Emperyalist kapitalizmin kendini yeniden üretiminin görünür biçimi olan Küresel kapitalizm, gerek klasik kapitalizm döneminin gerekse emperyalist/kapitalizmin çeşitli evrelerinde sergilediği kitlesel pasifikasyon araçlarında da yeni değişkenler üretmiştir. Örneğin klasik kapitalizm döneminde –ki bu dönemin kapitalizmin kuruluş dönemi olarak adlandırılması bizce yanlış olmayacaktır- burjuvazi, feodalizmin ve feodal iktidarların temel dayanaklarından olan dinsel gericiliğe karşı edebi, felsefi, ideolojik, kültürel alanlarda başlattığı ve Avrupa’da üstünlük sağladığı ideolojik materyallere bu gün yeniden sarılmaktadır.
Bunun anlaşılmayacak bir yanı da yoktur. Her iktidar, her sınıfsal egemenlik kendi dayanağı olan ideolojileri de yaratır ve iktidarının devamını kendi sınıfsal orijininin üzerine inşa eder. Kurumlarını -üretim ilişkileri, bölüşüm, üretim araçlarının niteliği gibi- maddi sınıfsal ilişkilerinin ifadesi olan ideolojileri üzerine inşa ederler ve bu kurumlar vasıtasıyla da toplumsal yaşamın alanlarını düzenlerler. Burjuvazinin, feodalitenin maddi ve manevi dayanaklarını yıkarak toplumsal egemenliğini elde etmesi için dinsel gericiliğe karşı savaş açması kendi iktidarının önündeki engeli ortadan kaldırması demekti. Burjuvazi Avrupa’da bunu başardı ve dinsel gericiliğin yerine aklı, pozitif bilimi, felsefede, edebiyatta sanatta aydınlanmayı koydu. Din, ait olduğu yere, kiliseye hapsedildi ve toplumsal yaşamdaki etkisi ortadan kaldırıldı. Bu nedenle burjuvazinin tarih sahnesine çıkışının ilericilik olarak adlandırılmasının nedeni dinsel doğmaların yerine aklın ve pozitif bilimlerin aydınlığında toplumsal iktidarını kurması ve yaşam alanlarını akıl ve pozitif bilimler ışığında düzenlemesidir. Avrupa’da Reform ve Rönesans orta çağ gericiliğine karşı aydınlanmanın adıdır. İster hukuki düzenlemeyle, isterse “de facto/fiilen/ olarak dinin toplumsal yaşama yeniden dönmemesi için toplumsal yaşam laisizmle güvence altına alındı. Erken dönem Burjuvazinin/serbest rekabetçi dönem burjuvazisinin/ ilericilik vasfı da buradan gelmektedir. Yani toplumsal yaşamın düzenlenmesinin dinsel doğmalardan arındırılmasıdır. Burjuvazinin iktidara atım attığı bu dönemde hiçbir ülke burjuvazisi bu feodal kalıntıların ayıklanmasında hoş görü, erteleme, öteleme tavrı göstermemiştir. Kitlesel kabullenişin düzeyine göre bazı ülke burjuvaları bu ayıklamayı “yasal bir zor” unsuru olarak hukukileştirmesine karşı örneğin anayasal ve yasal bir hüküm olarak düzenlemesine karşı/Fransa gibi/ bazı ülkeler buna ihtiyaç duymamıştır. –İngiltere gibi- Ancak buradan, ayıklamayı yasal bir zor unsuru olarak düzenlemeyen ülke burjuvalarının feodal Avrupa iktidarlarının bu kalıntılarına ses çıkarmadığı anlamına gelmez. Toplumsal kabullenişin daha evrimsel bir yoldan ve uzun dönemde gerçekleştiği nedeniyle ayıklamanın yasal bir zor unsuru olarak düzenlenmesine ihtiyaç duyulmadığı anlamına gelir sadece. Laisizm burjuvazinin ilerici döneminin toplumsal kazanımıdır ve laisizme ihtiyaç duyulan toplumsal/ kitlesel ilişkiler ortadan kalkmadan sırt çevirmek insanlığın ilerici birikimlerini görmezlikten gelmek, yok saymak demektir. Yazımızın ilerleyen bölümlerinde görülecektir ki burjuvazi yaratıcısı olduğu laisizm üzerinden ancak aptalların anlayamayacağı kurnazlıklar sergilemekte ve dinsel inanış öğelerini yeniden toplumsal yaşama çağırmaktadır. Yani burjuvazinin bu noktada, özellikle İslami coğrafya olan Orta Doğuda laisizme savaş açmasının nedeni nedir? Sözüm ona “sol”cuların laisizmi “Kemalist baskı unsuru olarak” adlandıran davranışlarını nereye koymak gerekecektir. Ve asıl önemlisi laisizmin ve ilerici değerlerin yaratıcısı burjuvazinin bugün gerici değerleri yeniden “repertuarına” almasının ve orta Doğu için “ılımlı İslam” olarak adlandırılan bu unsurları iktidarının temel unsuru olarak inşa etmesinin ısrarlı gerekçesi nedir?
Burjuvazinin hortlattığı ikinci gericilik unsuru geri bıraktırılmış ve bağımlı ülkelerde “etnik köken” kışkırtıcılığıdır. Burjuvazi “etnik köken” kışkırtıcılığının sonuçlarını Hitler faşizmiyle gördü ve yaşadı. Sınıf bilinçsiz kitlelere şırınga edilen Hitler faşizminin Batılı Burjuva ülkelerin karşı koymalarıyla yenilgiye uğratıldığı yalanının aksine, Hitler faşizmini yerin dibine gömen Sovyet işçileri Cumhuriyetinin Kızıl ordusu ve Sovyet halkıdır. Üstün propaganda ve kitle iletişimi araçlarıyla sonuçlara sahip çıkan da Batı burjuvazisi olmuştur. Oysa aynı batı burjuvazisi Yugoslavya’nın parçalanmasında iki gericilik unsurunu dinsel ve etnik gericiliği birbirine paralel olarak eş zamanlı olarak kullanmıştır. Hıristiyan-Müslüman çatışması olarak Sırplarla Boşnaklar arasındaki boğazlaşmada dinsel gericilik unsuru kullanılırken, aynı zamanda Sırp-Boşnak, Hırvat- Sırp ayrımının altını çizen etnik kışkırtıcılığı da yedeğinde tutarak yerine göre kâh birini kâh diğerini kullanmıştır. Irakta aynı değerlerin kullanılması bilinen gerçektir. Dinsel/Mezhepsel gericilik Sünni-Şii çatışması olarak tezgâhlanırken, aynı zamanda Arap-Kürt-Türkmen etnik farklılığı bir başka kitlesel kışkırtma aracı olarak kullanılmaktadır. Suriye malum: Emperyalizmin Suriye’ye müdahalesinin gerekçesi de malum ve pek inandırıcıdır, en az Irak’a yapılan müdahale kadar, Libya’ya yapılan müdahale kadar inandırıcıdır tabi… Batılı Burjuvazinin gerekçesi, nüfusun çoğunluğu Sünni olmasına karşın, Suriye’de iktidar Esat vasıtasıyla azınlıktaki Şiilerin elindedir. Tam da bu noktada bu gerekçe öyle meşru temellere oturmaktadır ki, anlayana aşk olsun. Burjuvazinin bütün küresel kurum ve kuruluşları bu gerekçeleri taçlandırmakta, “iyi niyet” heyetleri oluşturulmakta, Esat’a iktidardan çekil çağrısı yapılmaktadır. Tabi Esat’ın iktidardan çekilmesi için böylesine barışçıl çabalarını eksik etmeyen emperyalistler, diğer taraftan da emperyalistler eliyle bizzat oluşturulan, silahlandırılan, finanse edilen Özgür Suriye ordusu adı verilen paralı lejyonerleri örgütlemektedir. Görünürde etnikçiliğe karşı sözüm ona “amansız karşı duruş sergileyen” batı burjuvazisinin bu gün geri bıraktırılmış ülkelerde etnikçiliği körüklemesinin nedeni nedir, “sol” adına, solculuk adına etnikçiliği ilericilik sayan sözüm ona devrimcilerin açmazları nerede başlıyor?
Yargılananların AKP ye darbe düzenlemekle suçlanmaları iddiası, iddianın doğasına aykırıdır ve iddia sahiplerinin de inandığı bir gerçeklik değildir elbette. “İktidara darbe yapma” kavramı kişisel ihtirasların alanı olmayıp sistemin ihtiyaç duymasıyla ilintilidir. Siyasi iktidarı elinde bulunduranlar ne zaman ki sistemin sorunlarına çare üretememişlerdir, sistemin tıkanıklıklarını giderememişlerdir, bu konuda yeterli ve gerekli iradeyi gösterememişlerdir, emperyalist/kapitalizm, kitleler nezdinde de darbenin sorunu çözeceği inancını yaratarak darbenin esaslı unsuru orduyu devreye sokar ve ülkede emperyalist sömürüyü istenilen, arzu edilen derecede ikame edemeyen iktidar sahiplerini uzaklaştırır. Darbecilerin oluşturduğu yürütme gücü seçilirken bu tıkanıklıkları giderecek unsurlardan seçilir ve darbenin hukuku yapılır ve meşrulaştırılır. Ülkemiz yakın tarihinde 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri, hazırlık dönemleri, darbe esnası, darbenin hedefine koyduğu ve yanına aldığı güçler tam da işaret ettiğimiz analizleri doğrulamaktadır. Yani, emperyalizme bağımlı ülkelerde darbe yapma birkaç kudretli generalin ihtirasıyla açıklanamaz ve darbe yapıp yapmamaya karar verme mercii de generaller değildir. Darbenin koşulları iç v dış karşı devrimci mihraklarca oluşturulur ve darbe yapılmasına ilişkin karar emperyalizmin siyasi merkezlerinden verilir. Hal böyle olunca elbette darbelerin ilk önüne koyduğu hedef öncelikle işçi sınıfının örgütlü gücüdür ve giderek diğer ilerici güçlerdir. Darbe sürecinin karşı devrimci zoru da darbeyi gerçekleştiren güçler tarafından uygulanır. Yani askeri darbeler hedefine emperyalizmin varlığına karşı güçlerin ortadan kaldırılmasını ve sömürünün de emperyalist/kapitalizm adına en yüksek derecede disipline edilmesini hedefler. İşkence haneler, çatışma bahanesiyle öldürülenler, faşizmin yargısı eliyle idam edilenler bu nedenle devrimcilerdir. Darbeciler ise darbenin tekniklerini emperyalizmin “teknik okullarında”, ABD’nin Panama Kontr-Gerilla okulunda, CIA’nin bilmem ne işkence merkezlerinde öğretilerek yetiştirilir ve mensubu bulundukları ülkelerde uygulamasını yapar. Bu nedenle kimsenin devrimcilerden bu yargılamalarda yargılananlara “ah vah etmesini bekleme ” hakkı yoktur. Ancak diğer taraftan bu yargılamalar “ selam durma” gibi bir saflığın da ne anlamı ne de âlemi vardır. Olan biten şudur: Türkiye’nin NATO’ya üyeliğinin bilinen ve görünen amacı, Sovyetlere karşı emperyalist/kapitalist sistemin bekçiliğini yapmaktır. Gerçekten ordunun böylesine sıkı Anti Komünist bir yapılanmaya sahip olmasının, Antikomünist, karşı devrimcilere açık “alan alan” olmasının nedeni budur. Sovyetlerin yıkılmasıyla, “Komünizme karşı bekçilik” görevi de sona ermiştir. Emperyalizm, Orta Doğudaki iktidar ilişkilerini, sömürüsünü yeniden yapılandırmaktadır ve bu yapılanma içinde Türkiye’ye verilen rol BOP projesidir ve Türkiye’deki iktidar ilişkileri de bu yeni role göre biçimlendirilmektedir. Peki, ama ABD’nin Ortadoğu da “ılımlı İslam”ı iktidar yapmasındaki ısrarlı amacı nedir? İrdelemelerimizi sürdüreceğiz.