Sihirli bir zambak gibi açarken güneş
Eski damların ardından
Selvilere düşerdi ilk ışıkları
Temmuzun alacakaranlığında
Erkenden
Yeşil sarıya çalardı
Umut sevince
Yağmur damlaları süzülürken ay ışığından
Geceye bırakırdık ıslıklarımızı
Geceye bırakırdı çingene kızları
Böğürtlen kırmızısı sevdalarını
Bereket tanrıçası gibi beklenirdi
Kırlangıçların kanat sesleri
Ve bir ceylan zarifliğindeyken ateş dansçıları
Başlardı çingene çadırlarında bahar
… Ve biz çocuklar
Avuçlarımızda taşırdık suyu
Doruklardaki kartal yuvalarına
Zamanın ayarsız saatinde
Yani iki bine bir kaç kala
Leke sürüldü gökyüzünün alnına
Serçeler sürgün edildi söğüt dallarından
Üveyikler uğramaz oldu su başlarına
İşte o günden beri
Uğramaz oldu bahar
Çingene çadırlarına
Kalbi durmuş ölü şehirler gibi gökyüzü
Saklayamıyor ufuk sararmış benzini
Şakak damarları gergin
Martılar pusuya düşürülüyor eteklerinde
Ve bir isyancı ölüsü gibi savruluyor güneş
Kabile şeflerinin dişetlerinde.
Kesildi tüm imbat esintileri
Korkulu çocuk sesleri gibi titriyor
Rüzgâr uğultuları
Gökyüzünde kavisler çizmiyor artık
Kasırgalara eşlik etmiyor bıçakları
İspanyol gezginlerin
Yine kederli bir gününde
Asma bahçeleri Babil’in
Bir çingene beyi anlatmıştı
Hayra alâmet değilmiş sıyrılamayışı
Güneşin buluttan
Kıyamete delaletmiş suskunluğu bilgelerin
Belki de derdi
Bir ülkenin istilasındadır
Medeni dünyanın tankları
Belki de diyorum
Bir militanın infazındadır
Uygar insanların silahları