Yas Bulutları

İki derenin içinden geçtiği, iki tepenin yamacına kurulmuş köyümüzde sonbahar kendini bir başka türlü hissettirirdi. Yazın nefes aldırmayan boğucu sıcakları ikindiye doğru çekilmeye başlar, yerini kuzeyden gelen okşayıcı esintilere bırakır. Köyün yaşlıları serinliğin başlamasıyla bastonlarına dayanarak birer birer köy meydanında görünmeye başlarlar. Kimi sırtını duvara dayar, bastonunun yardımıyla ayakta durur, kimileri de sıcak kumların üzerine uzanır, uyuyakalırlardı. Akşam havanın kararmasıyla İbrahim ağanın gaz lambasının yarı alacakaranlık, kös kös aydınlattığı ölgün ışığın gözlerine düşmesiyle birbirlerine bilgiç bilgiç “yatsı olmuş yahu, bizim evimizi barkımız yok mu” bıkkınlığı içinde bastonlarına dayanarak ve ezberledikleri duaları mırıldanarak ağır ağır ayağa kalkarlar, evlerinin yolunu tutarlardı.  Herkes… Devamı

Üskürme Lan

İnsan öksürür yahu… Genzine bir şey kaçar öksürür, soğuk alır öksürür… “Üskürme lan”… Hadi be… Üskürmeymiş… Öksürürken sana mı danışacağım… 12 Eylül… Mamak cezaevi, zemin 1,2,3. Koğuş… Bir arkadaşımız öksürüyor… Gardiyanın cinnet geçirircesine çıldırmış gibi tok sesi koğuş duvarlarında yankılanıyor… “Üskürme lan”… Zaten tüm koğuşun adları ortaktı… “Lan”…isimlerimizi unuttuk, lan beri lan öte… “üsküren arkadaşımız şaşkınlıkla gardiyana bakıyor, ne yapmıştı acaba… “Üskürme diyorum lannnn”… Arkadaşımız gülmeye başlıyor… “Aç elini lan”… Elindeki copla Allah ne verdiyse arkadaşımızın eline vuruyor… Arkadaşımız bir elini çekip diğerini uzatıyor… Gardiyanımız terlemeye başlamış… Yazık… Yükünün hafifletmek gerek… Durum anlaşılıyor… Meğer bize “üskürmek” yasakmış… Bizim arkadaşlar pratiktir,… Devamı

Deli

Şehrin her mahallesinde onun ayak izleri vardır. Çoluk çocuk tanımayan kimse de yoktur. Pejmürde bir kılıkla gezer. Gömleğinin yeni eskimiş pırtılı çıkmıştır, yaz kış giydiği ayakkabılar ayakkabılıktan çıkmış öylesine eski püskü hale gelmiştir ki, yırtıklarından çorapsız ayaklarının parmakları görünür, ayakkabılarıyla yürümez, adeta sürükler onları. Kıvırcık saçları, hafif kambur beliyle imamesi kopmuş tespihini sallamayı da ihmal etmeden sola yatık yürürken, kusursuz bir kenar mahalle apaşı profili çizer… Şehir sakinlerinin az çok toplu olarak oturup dinlendikleri, sohbet ya da yarenlik ettikleri, oyalandıkları kahvehane, pastane gibi yerlere destursuz dalar erkeklere çalımını atar, “siz yiyin için, ben açım lan aç, iki gündür açım” derken… Devamı

Gülümseten sözler

Çocukluğumuzla, aradan geçen bunca yıl sonrasının zaman skalası ne kadar uzundu, ya da ne kadar kısaydı… Galiba sorunun cevabı iki dönem arasındaki boşluğun nasıl doldurulduğuna bağlıydı. Onun için zaman aralıkları o kadar kısaydı ki, metreye vursanız bir kulaç… Sol elini uzatsa çocukluğunu, sağ elini uzatsa elli yıl sonrasını yakalayabilirdi. Bunun için miydi sık sık çocukluğuna dair yolculuklara çıkması… Birlikte büyümüştük… O atılgan, kararlı ve gözü kara, esmer ve kara kuru, çelimsiz biriydi. Ben ağırbaşlı ve çekingen, beyaz tenli ve ona göre pısırıkça biriydim. O, bağ aralarında koşarken ayrık otlarından, ısırganlardan paçayı kurtarmanın, ben değip dalaşmadan öteden dolaşmanın ustalarıydık. Ayvalar çiçeğe… Devamı

Ay Yüzlü Çocuklar

Çocukluk işte… Sanki hiç büyümeyecektik, sanki hayatın meşakkati kâbus gibi omuzlarımıza çökmeyecekti de bu ekmek elden su gölden harcı âlem günler hiç bitmeyecekti. Anamızın süpürgesi kıçımızda, babamızın tokadı yüzümüzde patlasa da biz o gece yarılarına kadar süren itiş kakış oyunlarımızdan hiç vazgeçmeyecektik. Yazın tarla bağ, mal maşat işlerinden pek fırsat bulamasak da kışın ayazında, yarı belimize kadar gömüldüğümüz karın içinde, burnumuzu çeke çeke, debelene debelene birbirimizi elimizle koymuş gibi buluverirdik. Çorak damlı evlerin pencerelerinden yer yer sokağı aydınlatan kasvetli, yarı ölgün ışıkta gölgelerimize basıp geçerdik. En çok da köyün üstüne gecenin çökmesiyle evimize dönerken üstüne basarak geçmek zorunda olduğumuz küllüğe… Devamı

Fırtına

Bozkırların bıçak gibi kesen soğuğu ile beynin içinde fokurdayan cehennem sıcağının ortasında büyüyen birisinin sahil kasabasının gizemli şafağına uyanmasındaki şaşkınlık nasıl tarif edilebilir ki… Uzaktan duyulan belli belirsiz köpek havlamaları ile horoz seslerini sahile vuran dalgaların sesleri bastırıverir… Köpek havlamaları ve horoz sesleri, çocukluğumuzda tahta iskemleli açık hava sinemalarında izlediğimiz filmlerin bir iki sahnesinde görünüp kaybolan figüranlardır. Asıl oğlan ve kasabalıların ağzının suyunu akıtan edalı güzel ise şafakta sahile vuran dalgaların çıkardığı sese eşlik eden ıssız kasaba sokaklarının serinliğidir. Ateş böcekleri gibi birbiri üstüne binen, birbirleriyle oynaşan, kayıp giden, yerinden kımıldamayan, bir tepeye çıkıp elinizi uzatsanız avcunuzun içine konacak kadar… Devamı

Uğultulu Rüzgârlar

Kaçaktık ikimiz de. Bulunduğumuz şehirde harekât alanımız daralmış, çareyi şehri terk etmekte bulmuştuk. Diğer arkadaşların durumu da bizden pek farklı değildi. Onların evinde de saklanamazdık, bu polise açık adres vermek demekti. Yani kendi başımızın çaresine kendimiz bakmak zorundaydık. Hatırladığım kadar o yılın Mayıs ayıydı. Gece yarısına kadar arkadaşımın tanıdığı birisi yarı ürkek, yarı çekingen gecekondusunun kömürlüğünde kalmamıza izin verdi. Serbestte olan bir arkadaşımız gideceğimiz yer her nereyse oraya götürülmemiz için bağlantı kuracak, ondan haber bekleyecektik.  Kömürlük sahibinin bir no.lu bildirisi yüzümüze okundu… “ Vatanın selameti ve ülkemizin bekası için kömürlükten hiç dışarı çıkılmayacak”…Tamam, çıkmayız… Adam ikna olmuyor… Bir kez evet… Devamı

Bir Kırlangıç Masalı

“Kuşlar ikiye ayrılır” demişti; kırlangıçlar ve diğerleri… Çocukluk arkadaşımdı, çelik çomak oynadığımız, ay karanlığında komşu bahçelerinden erik çaldığımız veletlik günlerinden tanırdım onu… O günden bu güne, çocukluktan saçının saklının ağardığı bugüne kadar hiç mi değişmezdi insan. Dün neydi ise bugün de oydu. Kuşlara hastalık derecesinde tutkun olduğunu bilmez olur muyum? Babasının surat asmasına, anasının köteğine rağmen avlu dolusu güvercinleriyle düşüp kalkmasını mı dersiniz, kışın buz tutan toprak üstünde yiyecek arayan sığırcıklara, kilerden gizli gizli arakladığı has buğdayla ziyafet çekmelerini mi dersiniz, suratına okkalı bir tokat yiyeceğini bile bile ala karga avcılarına ana avrat sövmelerini mi dersiniz… Kuşlara tutkunluğuna ilişkin sayılanların… Devamı

Çakıl Taşlarının Ölümü

Şehirlerin sokaklarına, caddelerine, meydanlarına serpilmiş çakıl taşlarıydılar, ufacık tefeciklerdi de adlarının neden cüsselerinden büyük olduğuna bir anlam veremezdim. Kantarda çekilseler sekiz okka çekmezlerdi amma mesleğinin erbabı dülgerler gibi yeryüzünün enlemini boylamını arşınlayıp, bok heriflerin boka çevirdiği dünyayı çöplüğe atıp, çocukların gülüşüne çiçeklerin rengini katarak yeniden kurma cüretlerini nereden aldıklarına da, ölü şehirlerin neden onlarla canlandığına da akıl sır ermezdi. Öyle adlandırırlardı kendilerini “biz çakıl taşlarıyız” derlerdi. Bilmem mi canım dedim çakıl taşlarını, bazen fırtınalı denizlerin dalgalarının kamçıları derilerini soyuncaya kadar yıkanırlar, bazen yazın sıcak kumsallarında sere serpe güneşlenirler. Değişik renklerde değişik büyüklüklerdedirler ama ne yalan söyleyeyim hiç birinin kir pas… Devamı

Tamirci

Yaz ayı rehavet ayı derler ya… Bu güzelim yaz aylarının yıldızlı gecelerinde ıssız sokakların çekiciliğine kendini kaptırıp, hafif esintilerde gömlekleri havalanmayanlar, duru gökyüzünün derviş hoş görüsüne gülümseyen yüzleriyle bir selam çakmayanların hasetlerinden çatlamasından mıdır acaba bu güzelim yaz aylarına rehavet ayı demeleri. Gün ağarıncaya kadar amaçsız, sebepsiz bilinmedik sokaklara girip çıkmayanların, ıssız parkların banklarında bir sigara molası verip, dünyanın ahvaline dalıp dalıp giderken ta ötelerinden, ciğerlerinden sökülüp gelen arı bir saflıkla iç geçirmeyenlerin yaşadıkları o havalı hayatlarına da tüküreyim, saya saya bitirmedikleri mallarının mülklerinin de ta amına koyayım. “ Tabi ya derim, köleler köleliklerini kutsadıkça sizin gibi zübükler de baş… Devamı

Gelincik Fırtınası

Yetişkinlerin değilse, her ikisinin de ileriki yıllarında zaten bir daha yaşayamayacakları, dudaklarında bir gülümseme bırakacak anılar biriktirdiği, hayatın kaygılarından, tasalarından azade bir çocukluk yıllarını geride bırakalı çok uzun zaman olmuştu. Yine de birkaç yıl sürmüş olan çocukluk anılarından alamazlardı kendilerini. Yaşadıkları çocukluk şunun şurasında üç yıl, bilemedin beş yıldı. Beş altı yaşlarında var ya da yoklardı. Ailenin geçim kaynağı üç oğlakla beş keçinin peşinden koşmak Zeynebin işiydi. Kıvır kıvır saçları, dudağından eksik etmediği gülümsemesi, çayır yeşiline meydan okuyan gözleriyle evinde bir kedi uysallığında olan kız, otlatılması için ailenin kendisine emanet ettiği koyunların, keçilerin sarp dağların eteğindeki mezraya salıverilmesiyle yırtıcı bir… Devamı

Ana

“Kızım, abin mi geldi, kapıya bakıver”…Ana, kızına günde kaç kez verirdi bu buyruğu, kuşluk vakti mi, ikindiüstü mü, gece yarısı mı, sabaha karşı namaza kalktığında mı? Kaç kez… Her duyulan ses, her kapı tıkırdayışı ananın sağ salim gelmesini beklediği oğlunun ayak sesiydi… Yıllar sürmüştü ananın oğlunu bu bekleyişi. Yazıyla kışıyla, baharıyla güzüyle kaç yıl beklemişti oğlunun gelmesini… Geçen yıllar evin avluya bakan pencerenin ahşap pervazlarını eskitmişti de, ananın ne gözlerini yormuş, ne de bekleyiş umudunu örselemişti.    Kızı, ses çıkarmadan, anasına itiraz etmeden, abisinin gelmeyeceğini, gelemeyeceğini bile bile kapıyı açar, kapar. “ Yok ana der, abim değilmiş”… Anasının, evin avluya bakan… Devamı

Yolcu

Ilık bir ilkyaz gecesiydi. Açık, mavimsi gökyüzünde yıldızlar ıpıl ıpıl oynaşırken gri, kalın bulutlar önünü kesmese ay, neredeyse evrende yeri bilinmeyen, haritada gösterilemeyecek kadar küçücük, dünyanın en ücra bir köşesindeki kınalı tepenin ruhunu öpecek kadar yaklaşmıştı yeryüzüne… Kınalı tepenin kınası tanrı vergisiydi. Ta uzaklardan görünürdü tepesinden eteklerine uzanan, her birinin boyu yıldızlara değecek kadar uzun ağaçların salkım saçak dallarındaki, yapraklarındaki kınanın rengi. Bir aileydi kınalı tepe. Taşı toprağı, ağacı dalı, kurdu kuşu börtü böceği ile… Komşulardı ay, güneş ve yıldızlarla. Güneş sıcağını, ay ışığını salıverir,  bohçalar dolusu yıldızlar uğur böcekleri gibi konardı kınalı tepeye… Ardı arkası kesilmezdi şölenlerin şenliklerin… Kınalı… Devamı

Kambur

Yıllar önce, yere paralel uzanmış bedenini taşıyamayan bacaklarına söylene söylene, apartmanın merdiven başlarında dura dinlene, devasız derdine derman aramaya gelmişti ilk buraya.  Yıllar geçmişti aradan, şimdi yine aynı yerdeydi, aynı doktorun şifalı ellerinden şifa bulmak için gelmişti. Şu doktorlar ne yetenekli insanlardı… Tanrının eğri büğrü, iş olsun diye yarattığı kulunu tornadan çıkmış gibi kusursuz biçimde yeniden yaratmışlardı. Dam duvarına yapıştırılmış hayvan tersi gibi eğri büğrü yüzünden heykeli dikilecek kadar yakışıklı bir erkek yüzü, Pazar artığı patlıcanın tesadüfen kaşlarından aşağı ağzına doğru uzanan burnundan estetik şaheseri bir burun, salyangoz ağzı gibi belli belirsiz açılıp kapanan ağzından divan şairlerinin bile tasavvur edemediği kıpır… Devamı

Şehrin Hırçınları

“Kel tepelere otağ kuranların içindeki ormanı kim görebildi ki… Söylesene dedi, senin üryan bıçkınlığının, asra bedel sandığın âleme kafa tutan gözü karalığının ömrü asra mı bedeldi, bir kelebek ömrü kadar mıydı?”. Derin bir iç çekip nargilesinden bir duman aldı,  önündeki sandalyeyi tekmeleyerek öte itip, elinin ayasıyla masaya vurduğu sesten kahvedekiler irkildi. Başını dört yana çevirdi, çevreyi süzdü, oyun oynayanlara, tavana, duvarlara, sandalyelere, masalara baktı.   Sessizce tekrar sandalyesine oturdu. Başıyla onaylayarak, itirazsız dinliyordu Hüseyin.  Hüseyin konuşanın bir parçası gibiydi, onun eli ayağı, gecesi gündüzü gibiydi. Mızrağı olmasa da usturalı şövalyesi, sadık can dostuydu. Kabadayılar âleminde adının Hüseyin olduğunu bilen pek olmazdı…. Devamı

Yağmurdan Sonra

Eskiden çok yağardı böylesi yağmurlar. Görmüş geçirmiş yaşlılar ansızın bastıran sağanağa “kız nazı, birazdan geçer” derlerdi. Önce çiselemeyle başlar, aldırmazsınız, her ne iş yapıyorsanız işinizi bırakıp bir duldaya ya da bir duvar dibine sığınmak aklınızın ucundan bile geçmez,   birazdan kesilir dersiniz. Sonra poyrazın kamçıları yüzünüze acı bir tokat gibi inmeye başlar başlamaz, ateş kıvılcımları saçan şimşekler çakmaya,  yeri göğü inleten gök gürlemelerinin ardından gökyüzünden yeryüzüne ulanmış bir sicim gibi düşen damlalar gözünüzü bile açmaya fırsat vermeden sizi sudan çıkmış balığa döndürür.  Yaşlıların “ kız nazı” dediği bu muydu acaba… Çocukluğumdan aklımda kalan sağanak yağmurlar bir anda bindirir, kısa sürede hafif… Devamı

Flüt ve Melodi

Gök kubbe bütün evrenin, bütün yer kürenin ortak çatısı değil miydi, onun altında doğmuş, onun altında büyümemiş miydik?  Biz onun çocuklarıydık, kimimiz sarı saçlı, çekik gözlü, kimimiz esmer kara gözlüydük.  Ne demekti onun ırkı, bunun dini, şunun inancı… Biz çocuklarının tümünü bağrına basan, bize yaşamı eşit, özgür armağan eden anamız değil miydi?… Anamızın çocuklarını bunca gözetmesine, bunca korumasına, bunca cömertliğine karşın gök kubbenin çocuklarının gecelerini karabasana, gündüzlerini kâbusa çeviren, el ele tutuşup birlikte şarkılar söyleyip, mataradaki suyumuzu, çıkınımızdaki ekmeğimizi paylaşan biz evlatlarını birbirine düşüren, yağırı çıkmış omuzlarımıza kurduğu tahtı revanda saltanatlarını sürdürmek için onurumuzu demir pençeli çizmeleri altında gök çimeni… Devamı

Profesör A

“Biz, insanların tenine dokunmayı marifet sandık, ruhuna dokunamadığınız insan, kendine dokunmak için harcadığınız çabanın farkında bile değildir. İnsan, kendine dokunuşunu teninde değil, ruhunda hisseder. Bu günkü şaşkınlığımızın nedenini burada aramak gerekmez mi?” Gerçek adının ne olduğunu yakın çevresindekilerin dışında kimse bilmezdi. Bizim dilimizde de adı buydu, Profesör A aşağı, Profesör A yukarı… O günün koşullarında her mahallede dünyanın ekseninin kendi etrafında döndüğüne inanan sayılarını bile hatırlamadığım örgütler vardı… Kendi aramızdaki “en büyük örgüt bizim örgüt” çekişmesini ve bu yüzden kırdığımız kalpleri bir kenara bırakırsak İtiraf etmeliyim ki her biri gözünü budaktan esirgemez ateş parçalarıydı, inançlarının kutsallığına şapka çıkarılırdı. Profesör A,… Devamı

Tuhaf İnsanlar

Anadolu’nun kırsal kesiminde bilmem kaç yıl sosyolojik araştırmalar yapmıştı. Deneyimlerini, gözlemlerini makalelere dökmüş, televizyonlarda programlara çıkarılmış,  yazılı ve görsel medyada ateş püskürüyordu… Ne tuhaftı şu kocaman kocaman adamların el kadar çocukların ense köklerine vurdukları tokattan aldıkları anlatılmaz haz… Ağlardı çocuklar; ürkekçe, ense köklerine bir tokat daha yemenin korkusuyla… Büyüklerinin yanında oyun oynamak ayıpmış,  birbirlerine öyle çocukça şakalar yapmaları örf ve adetlerimizle bağdaşmazmış. Babalarının, Dedelerinin yaşındaki koca koca adamların önünde kaydırak oynamak, öyle terbiyesizce bağırıp çağırmak ne büyük terbiyesizlikmiş… Köyün birinde şahit oldum. Meymenetsiz herifin birisi ahırda atların terbiyesine soyunmuş seyis gibi çocukların terbiyeciliğine soyunmuş… Kimisi iğde kütüğüne belini vermiş, kimisi… Devamı

Gece Vardiyası

Vardiyanın ağır toplarındandı. Sessiz, sakin, duru ve güven veren bir kişiliği olduğunu fabrika yöneticileri bile teslim ederlerdi.  O boş gevezeliklerin değil grevlerin, boykotların, direnişlerin adamıydı… Vardiya arkadaşlarının en huysuzunu bile sakinlikle dinler, sözleriyle, davranışlarıyla umut ağaçlarını yeşertir, gönülleri serinletirdi.  Direnişlerde o sakin adamın içine kükreyen bir panter girer, işten atılma, aç, açık kalma tedirginliklerini giyinerek meydanlara gelen her bir işçi onun kükreyen narasıyla endişelerinden arınır, korku gömleklerini çıkarıp atarak, grevlerin meydan okuyan narin, saydam tüllerine bürünürlerdi. Polisin kameralarla, videolarla çektiği görüntülerin her birisi “uzmanlarca” incelenir,  gerektiği zamanlarda kullanılmak üzere arşivlerde yer alırlardı. Bu “yanılmaz” uzmanlar, rutin günlük yaşamını sürdüren sıradan… Devamı

Nihilist

Sıradan bir günün akşamüstü telaşı… İşin bu ya… Hani para kazanmak zorundasın ya,  para da bu adamda ve sen bu adamın işini yapıyorsun ya… Bok herifin birisi… Görgüsüz, kaba, hantal ve aptal… Kendini, parasının ayrıcalıklı kıldığına inanan bu avul uvul zırtapozun,  aptallığını zekâ pırıltısı olarak sunan, kendince bu “çok önemli şahsiyetin” kendini methiyesini dinliyorum. Ya da dinlediğimi sanıyor… Bir restorandayız… Şık ve alımlı bir genç kadın servis yapıyor… Güler yüzüyle  “buyurun efendim” diyor… “Şöyle yağlısından Adana, bir buçuk haaa, acılı şalgamı da unutma” derken kasılıyor. Garsona işaret ediyorum, “beyefendiye bir duble de viski diyorum, iyisinden”. Velinimetim duymuyor “ne dedin” diyor…. Devamı

Rüzgârlı Tepeler

İşte böyle bir şeydi hayat… Doğarken çıplak ve yalnız doğardın, ölürken iki metre kefen beze sarılır yalnız defnedilirdin. Yalnızca musalla taşında “merhumu nasıl bilirdiniz” sorusuna cenaze cemaati usulen de olsa “iyi bilirdik, mekânı cennet olsun” derlerdi. Gerçekten iyi miydik ya da gerçekten iyi mi bilinirdik… Mesela üç kuruşluk dünya malı için bütün hınç, öfke ve kinimizle tilkinin duvarı aşıp kümese daldığı gibi bütün hatırı, gönülü yıkıp kırmızı görmüş azgın boğalar gibi birilerinin boğazına mı sarılırdık… Hele ki gözümüze kestirdiğimiz av bizden zayıf, arkası önü olmayan çaresiz biriyse… Hay şu ömür boyu bitmez tükenmez sahtekârlık mirasını bize bırakanlardan Allah razı olsun…… Devamı

Kadın

Son güzün başlamasıyla kış bastırıverirdi. Kar yolları kapar, su buz kesilirdi. Güneş Mayısta yüzünü gösterip şöyle dışarı çıkılır hale gelmeden suların buzları çözülmezdi. Yaz mevsimi mi… Onun da olup olacağı üç ay, gerisi yine kış. Çocukları, öğretmenlerinin verdiği ödevi ezberlerken dört mevsimi sayarlardı da her halde bu dört mevsim başka yerlerde yaşanırdı. Buraların mevsimi ikiydi; dokuz ayı kış, üçü ayı yaz. Buralarda bahar yoktu ki toprak kendini rengârenk çiçeklerle donatsın. Güz yoktu ki sararmış yapraklar dallarını terk etsin. Hani hiç olmaz da değildi de yalap şalap şöyle bir görünüverirler, bir de bakmışsın gece yarısı yağan kar dalları işgal etmiş, yaprakları… Devamı

Küresel Kapitalizm Döneminde Devlet-14

Öncelikle,  kapitalizmin bir evresinde başlayıp, ancak bir “bahar kısalığında” görülen, küresel sermaye açısından ise adının bile geçmesi imkânsız olan “ demokrasi” dönemi kapanmıştır. Bu dönemi karakterize eden karakterize eden “liberalizm dönemi” bitmiştir.  Bu aşamada yerkürenin bütününde egemen olan kapitalizmin gidebileceği başka bir köşe de kalmamıştır. Varlığını devam ettirmek için ihtiyaç duyduğu “kitlelerin rızasını alarak” toplumları yönetme dönemi sona ermiştir. Küresel kapitalizm iktidar biçimi olarak otokritik ve faşist iktidarlardan başka çaresi kalmamıştır. Bunun için de önceki bölümlerde açıklanan kitlelerin dinci ve ırkçı gerici eğilimleri kışkırtılarak örgütlü resmi güç haline getirilmektedir. Kapitalizmin önceki dönemlerinde az çok birbirinden ayrı duran ve hiç olmazsa… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-13

“Toplumsal daralma”  ya da “toplumsal yarılma” kavramının, kapitalizmin farklı aşamalarında devlet/ toplum ilişkilerinin tanımlanması açısından sosyal bilimlerde bir terminoloji olması gerektiği düşüncesindeyiz. Kitle psikolojisinin, kitlesel yönelimlerin sınıf mücadelelerine karşı tutum ve davranışlarının da yakından izlenmesi açısından önemine işaret edilmektedir. Toplumsal daralma dönemleri, kapitalizmin bunalım ve krizlerinin yükünün çalışan yığınların üzerine yıkılarak krizlerden çıkış yolu aradığı dönemlerdir.  Kamu harcamaları kısılır, vergi ve zamlar yoluyla sömürü yoğunlaşır, sınıflar ve toplumsal katmanlar arasında gelir dağılımı uçurumu büyür. Ülke içi gayri saf milli hasılanın çok büyük bir kesimi ülke nüfusunun çok küçük bir kesiminin elinde toplanır. “ Toplumsal yarılma” olarak tanımladığımız bu dönem, objektif… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-12

Tekelci kapitalizmin 21. Yüz yılbaşlarına kadar evrimi, bu evrime paralel olarak devlet aygıtının da evrimini beraberinde getirecektir. Bir noktanın altının çizilmesi gerekir. Tekelci kapitalizmin küresel kapitalizme evirilmesiyle küresel kapitalizmin ekonomik ve siyasi üstünlüğü ele geçirdiği elbette tartışmasızdır. Ancak, söz konusu bir evirilmedir, küresel kapitalizm bir “devrimle”- burjuvazinin feodalizmin ekonomik ve siyasi iktidarına son veren bir devrim benzeri- tekilci kapitalizmin ekonomik ve siyasal/ politik gücünü kırdığından söz etmiyoruz. Söz konusu olan aşama tekelci kapitalizmin evrimleşerek süreç içinde küresel kapitalizme dönüşmesidir. Küresel kapitalizmin üstünlüğü ele geçirmesi, tekelci kapitalizmin bütün kalelerini fethettiği anlamına gelmeyecektir. Tekelci kapitalizm ülkesel kökenlidir ve sermaye birikim sistemi sermayenin… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-11

Huntingtonunun, “uygarlıklar çatışması” olarak adlandırdığı amentüsünde, sınıf mücadelelerinin 21. Yüzyılda küreselleşen kapitalizmin mutlak egemenliği altında sona erdiğini, toplumsal çatışma ve çalkantıların zemininin sınıf mücadelelerinden etnik, kültürel ve dinsel farklılıklara kaydığını, gerçekten uygarlığın temeli ve yaratıcısı olan sınıf savaşlarının bittiğini ilan ederken, insanlığın içinde bulunduğu durumu, açmazlarını ve çaresizliğinin varmış olduğu düzeyi betimlemek açısından bizce edebiyat sanatının en iğneleyici anlatım biçimi olan ironiyi, Nobel ödülü almış edebiyatçılardan daha mükemmel kullanmaktadır. Huntingtonu, siyam ikizi Fukuyama takip ederek o da “ tarihin sonunun geldiğini” ilan etmekten geri kalmayacaktır. Huntington gerçekten uygarlığın temeli ve yaratıcısı sınıf mücadelelerinin üstünü çizerek uygarlığın temel unsuru olarak yerine … Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-10

Bu gün, yani 21. Yüzyılın başlangıcı dâhil, ilk çeyrek yüzyılı milat olarak alınır ve bütün yer kürede yaşanılan siyasal pratiklerin kabaca bir analizi yapılırsa ve zaten burjuva demokrasilerinin hiç uğramadığı geri bıraktırılmış ülkeler söz konusu bile edilmeksizin, burjuva demokrasilerinin vücut bulduğu merkez kapitalist ülkelerde burjuvazi kendi siyasal yönetimi olan demokrasiyi rafa kaldırmıştır. Bu olgu burjuvazinin bir tercihi olmanın ötesinde kapitalizmin gelmiş olduğu -ve artık gidecek hiçbir yerinin de bulunmadığı- seviyenin bir sonucudur. Yani kapitalizmin siyasal yönetim biçimi olan burjuva demokrasisi, küreselleşen kapitalizm için artık korunması gereken değil, sırtından atması gereken bir yüktür. Yani burjuva demokrasisi küresel kapitalizm tarafından atılması gereken… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-09

Devletin karakteristik özelliğini, kapitalizmin değişik aşamalarındaki yapısal durumunun belirlediği, siyaset biliminin de genel kabulüdür. Siyaset biliminin genel kümelenmesi için de bu görüş her ne kadar genel kabul görmekte ise de sorun, kapitalizmin nereye gittiği ve sınıfların devlete karşı tutumları konusunda burjuva siyaset bilimi ile Marksist siyaset biliminin ortak bir noktada buluşmadığı da açıktır. İrdelenen konunu içeriği aynı kaynaktan beslenen burjuva siyaset bilimcilerin ne dediği ile ilgili olmayıp, devrimci hareketlerin sınıf mücadelesini yönlendirmeleri ile ilgili olduğundan, soruna bu açıdan bakılacaktır. Öyle ki kapitalizmin aşamalarda uğradığı işleyiş değişikliği sınıf mücadelesinin örgütlenme ve mücadele biçimlerini, ittifaklarını, taktik ve stratejilerini de belirleyen temel bir… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-08

Burjuva tarihçilere bakılırsa bir bütün olarak Amerika kıtasının tarihi, 1492 yılında kıtayı keşfeden (aslında, Avrupalı sömürgecilerin kıtanın varlığından haberdar olduğu) Kristof Kolomb’la başlamaktadır. Böyle bir başlangıç, daha sonraları soykırımlarla yok edilecek olan kıtanın güneyindeki Aztek, İnka ve Maya uygarlıklarının, Kuzeyde baskın olan Kızılderililerin yok edilmesinin de zemini hazırlayan bir keşif başlangıcıdır. “Keşif” tarihi, Avrupa’da siyasal erkte aristokrasinin, ekonomi ve ticarette ilkel kapitalizmin de doğuş tarihidir. Amerika kıtasının güneyini kapsayan Latin Amerika ülkelerinin özgün tarihi 15. yüzyılda başlayan, önce İspanya ve Portekiz sömürgecilerinin açık işgallerine karşı, 19. yüzyıldan itibaren de aslında kendisi de Latin Amerika ile birlikte Avrupa ülkeleri tarafından yağmalanan,… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-07

Avrupa ve ABD tekelci kapitalizmi altın çağını yaşarken, İkinci paylaşım savaşının diplomatik gel-gitlerinde bazı ülkeler diplomatik yollarla siyasi bağımsızlığını elde ederken, tekelci kapitalizmin ihtiyaç duyduğu geniş ve bakir alanlar oluşturacaktır. Bu ülkelerde “yönetim” anlamında bir devletten söz etmek mümkün olmakla birlikte, devlet erkinin egemeni ulusal kökenli tekelci burjuvazi değildir. Ülkenin ekonomik yapısına göre kapitalizmin ittifaklar kurarak sisteme entegre ettiği kapitalizm öncesinin yerel ve bölgesel ticaret ve tarım sınıfıdır. Merkeziyetçilik kapitalizmin ürünüdür. Klasik kapitalist ülkelerde kapitalizmin merkezileştirdiği ve evrimsel bir süreçte billurlaşan devletin bu ülkelerde vücut bulması, ülkenin dağınık ekonomik yapısı gereği gerçekleşememiştir. Dolayısıyla üretim ve bölüşümde, politikada ve kültürde netleşmiş… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-06

Birinci paylaşım savaşı emperyalist/kapitalizmin iki açından açmazını derinleştirecektir. Birincisi, savaştan umulan pazarların genişletilmesi beklentisi boşa çıktığı gibi Sovyet devrimiyle de dünyanın altıda biri emperyalizmin ekonomik ve politik etki alanının dışına çıkmıştır. İkincisi yine paylaşılmış pazarların yeniden paylaşımı amacıyla savaşı başlatan Almanya’nın – sonradan Almanya’nın yanında savaya katılan İtalya’nın- savaştan mağlup ayrılmasıyla diğer emperyalist ülkelerle aralarındaki çelişki artacak, bu olgu savaştan yenik çıkan ülkelerin ikinci paylaşım savaşına yol açmasına sebep olacaktır. Birinci savaş öncesi burjuva meşrutiyeti içinde yönetilen devlet, mevcut yönetim biçimiyle ne kapitalizmin yoğunlaşan sermaye birikimine bunalım ve krizlerini atlatacak yeni yatırım/ Pazar alanları bulabilmiş, ne de içeride kitleselleşerek burjuva… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-05

Birinci paylaşım savaşının galipleri yeni paylaşım bölgelerinin kendi aralarında taksimi ile uğraşırken, savaşın mağlupları kırılan “onurlarının” tamirleriyle meşguldüler. Kapitalist gelişmesini geç tamamlayan İtalya ve Almanya neredeyse dağılma noktasına gelecektir. Savaş sonrası hızlı sanayi hamleleriyle diğer kapitalist ülkeler seviyesine ulaşan bu ülkeler, yine ülke içinde şişen sermayenin “rahatlaması” için ihtiyaç duyulan pazarların elde edilmesi sorunuyla yüz yüze gelecektir. Ne var ki birinci paylaşım savaşına bu umutla giren İtalya ve Almanya değil yeni daha önce emperyalistlerce paylaşımı tamamlanan pazarlardan pay almak, elindeki mevcutları da kaybetmişlerdir. Emperyalizm adına bu işi kotaracak olan devlettir. Aynı işle görevlendirilen devlet yapılanması birinci paylaşım savaşını kaybetmiştir. Aynı… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-04

Tekelci kapitalizmin 20.yüzyılı başlarında devlet, devlete egemen olan burjuvazinin kombinasyonunda daralmaya uğrayacaktır. Tekelleşmenin erittiği orta ölçekte tarım ve sanayi işletmeleri tekeller tarafından yok edildikçe bu işletmelere sahip burjuvazi de ekonomik gücünü yitirecek ve devletteki egemenlik etkinliği ortadan kalkacaktır. Kapitalizm,  tekelleşme ivmesine göre tabana doğru yayılan burjuva katmanları eleyerek serbest rekabetçi dönemin “ bütün burjuvazinin devleti” tekelci kapitalizmin devletine dönüşerek orta ve küçük burjuva katmanların devletteki ekonomik ve siyasi egemenliği yukarı doğru sivrilen ve kapitalizmin tekelleşmesine paralel olarak devlet de azalacak, giderek ortadan kalkacaktır.  Ulusal sınırlar içinde taban olarak daralan devletin hükmetme alanı ise giderek genişleyecektir. Küçük ve orta burjuvazi devlette… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-3

On dokuzuncu yüzyılda ülke içinde rekabetçi konumdan tekelci konuma geçen burjuvazi, bir taraftan iç pazarlarda oluşturduğu oligopoller aracılığı ile fiyatları belirleme tekelini eline geçirip, bütün halk kesimlerini sömürü nesnesi haline getirirken, farklı kapitalist ülkelerin iç pazarlara sızmasını önlemek için kendisini yüksek koruma duvarlarıyla güvenceye almaktadır. Bu yüzyılın önemli özelliği ülke içinde henüz emekleme/öğrenme durumunda olan sınıf hareketleri, burjuva iktidarlar açısından tehdit yaratmaktan uzaktır, ancak ülke dışında gerek ekonomik gelişmeleri ve Pazar alanları bakımından aşağı yukarı aynı durumda olan gerekse kapitalist gelişmesini geç tamamlayan ve o güne kadar paylaşımı tamamlanan pazarların yeniden paylaşılması tehdidi altında olan kapitalist ülkeler ekonomilerini askerileştirmeye yönelerek,… Devamı

Serbest Rekabetçi Kapitalizm Döneminde Devlet/2

Bu dönemin sermaye birikim rejiminin esasının artık değer sömürüsü olması nedeniyle kapitalist sömürü işçi sınıfı dışında kalan halk kitlelerinden henüz uzak olup halk kitleleri sömürü çemberinin dışındadır. Sömürü mekanizmasının artık değerle sınırlı olması rekabetçi dönem kapitalizminin evirilerek tekelci kapitalizme geçiş özellikleri göstermeye başlamasıyla birlikte üretilen malların fiyatların yükselmesi pazara yansıyacak ve bu aşamadan itibaren işçi sınıfı dışında kalan halk kesimleri de kapitalist sömürüye maruz kalmaya, sömürüyle yüz yüze gelmeye başlayacaktır. Rekabetçi kapitalizm döneminde devletin karakteristik özelliği, belli bir toprak parçasıyla çevrili ülke bazında ulusal burjuvazinin çıkarlarını korumaya yönelik olup, işleyişi de bu çıkarlara tekabül eden yasa, yönetmelik gibi düzenleyici işlemlerle… Devamı

Kapitalizmin Aşamalarında Devlet /1

– EGEMEN DEVLETTEN TAŞERON DEVLETE – Tarih, sınıf kavramıyla tanıştığında “devlet” kavramıyla da tanışacaktır. Bu olgu toplumlar için daha önceki tarihlerinde tanık olmadıkları yeni bir durumdur. Devlet, sınıflı toplumların ürünüdür ve işlevi egemen sınıfların iktidarı etkilemekten uzak ve mülkiyetten yoksun kesimler üzerindeki baskı ve sömürü aygıtıdır.  Bundan önceki yaşamlarında “özgür” olan insan toplulukları bundan böyle köle, “bağımsız” olan yaşamları, sahiplerine bağlı, alınır-satılır bir metadır. Köleci toplumlarda meta, feodal toplumlarda feodal beylerin karın tokluğuna çalıştırdıkları bir maraba, kapitalist toplumlarda emeğini pazarlayarak geçinen sözüm ona “özgür” bireydir.  Toplumların bu durumu evrimleşmeye paralel olarak değişiklikler gösterse bile, özel mülkiyete bağlı üretim ilişkileri sürdüğü… Devamı

Çay, kahve falan

Ağustos sıcağında yorgunluktan ter burnundan damlarken abisinin ”yine arabanın tekerleğini mi kırdın” serzenişine çıldırmışçasına bir öfkeyle “arabasının da, atının da tekerleğinin de” diye çıkıştığında, kırılan tekerleğin parmaklıklarını sökerek çiğdem kazığı yapma derdinde olan beş altı oyun çocuğu velettik. Biz veletler çiğdem kazığı yapma derdindeydik,  koyunun can derdinde olması kimin umurundaydı. Sakar Musa arabayı debil destek, kasislere ine çıka, atları nefessiz koyacak kadar tırısa kaldırırken son kasiste arabadan gelen çatırtı arabayı bir tarafa, sakar Musa’yı diğer tarafa savuruvermişti. Çelebi adamdı Necati emmim, “canın sağ olsun, şükür sen de bir zarar ziyan yok ya” demekle yetinmiş, biz veletlere de “kulağınızın dibine tokadı… Devamı

Kaçık

Onu, bir toplum içinde başka insanlarla şaka yaparken, gülerken, eğlenirken, küfrederken ya da kendinden geçercesine bağırırken pek göremezsiniz. İlla konuşması gerekiyorsa yavaş, usul sesle davudi perdeden konuşur, geleneğe, göreneğe aykırı sözlerine yüzüne karşı bir şey diyemeyenler onun meclisten ayrılmasıyla “kaçık işte” derlerdi. Gerçekten aykırı biriydi, her şeyiyle aykırı. Herkesin güldüğü, dalga geçtiği şeylere onun gizli gizli ağladığını, kimsenin takmadığı şeyleri kendine dert edinme ustası olduğunu anlamanız için onunla birkaç kez karşılaşmanız yeterdi. Klasında bir “ağır abidir” O. Merak edip onu görmek isteyenler sahil kasabasının kıyıya vuran dalgalarının hışırtılarının duyulduğu salaş kahvelerinden birinde, kalabalığa karışmadan, tek başına çayını içerken sigarasının dumanını… Devamı

Çapraz Esen Rüzgârlar

“Nerede, ne zaman okudum, ya da kim söylemişti hatırlamıyorum” dedi, “mükemmel fırtınaların yaratıcısının çapraz esen rüzgârlar olduğunu”… Serin bir bahar havası vardı; açık gökyüzü, sakin deniz… Gökyüzünde tek bir bulut bile yok. Kaldırımlarda sere serpe yürüyen öbek öbek insanlar bahar havasının tadını çıkarıyorlardı… Kış mevsiminin soğuk, karanlık,  kasvetli iç karartıcı havasının, baharın canlı ruhuna ve rengine evirildiği böylesi bir günde “mükemmel fırtınadan” söz etmesi olsa olsa bir kâhinin kehaneti olabilirdi. Hem de dedi  “mükemmel fırtına” sadece şu gördüğün denizin, şehrin sokaklarının, caddelerinin, ovaların kimyasını bozmakla kalmayacak, insanların da vücut kimyasını değiştirecektir… Bu “imalat hatası” arkadaşımın söylediklerini ayıp olmasın diye dinliyorum,… Devamı

Demokrasi ve Din/02

Demokrasinin ve demokratik kazanımların genişletilmesi ile korunması arasındaki farkın birbirine karıştırılması, her iki eylemin araçlarının ve hedeflerinin farklı olması öncelikle her iki politik, kültürel ve siyasi eylemin farklılıklarının kavranmasını gerekli kılar. Son günlerdeki basın üzerinde estirilen teröre karşı “bu demokrasi değildir” çıkışı kavramların birbirine karıştırılmasıdır. Benzer yazılarımızda ısrarla vurguladığımız gibi demokrasiden söz etmenin koşulu öncelikle kapitalist toplumda çıkarları birbirine zıt sınıf ve katmanların haklarının yasalarca güvenceye alınması ve kullanılması konusunda her iki sınıfın yönetme ve denetleme konusunda toplumsal uzlaşmaya varmalarıdır. Özellikle başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun diğer çalışan kesimlerinin sınıfsal bütünlüklerinin korunması, serbestçe örgütlenmeleri, ekonomik ve politik ifade biçimlerini,… Devamı

Yarın

“Yarın” dedi… Bir an durdu, dilinin ucundan elektrik verilmiş de ağzında tükürük kalmamış gibi ürpererek, kuruyan dudaklarını ıslatıp şaşkınlıkla etrafına bakındı… Ağzından çıkan söz kendi iradesi olmaksızın ve bir dil sürçmesi sonucu söylenmiş gibi ya da söyleyenin kendisi değil de bu olmaz ve kabulü mümkün olmayan söz başkasının ağzından çıkmış gibi, “ne yarını be dedi, hemen, derhal, şimdi”… Yarın çok geç olabilir… Onu paniğe kaptıran “Yarına kalırsa çok geç olacak” olan şeyin ne olduğunu bilmesine rağmen kendisine de itiraf edemedi. Uzun, acı, çok acı yaşanmışlıkların verdiği tecrübeyle, ne yapacağını bilmez bir halde şakın şaşkın etrafına bakındı, derin bir uykudaymış ya… Devamı

Şehirde yağmur vardı

Aksaray’ın dik yokuşunu tırmanarak bir koşu Beyazıt’a çıkmak her babayiğidin harcı değildi, insanın nefesini keserdi.  Çınar altı kahvelerinde kendini bir tabureye bırakanlar gömleklerinin yenleriyle burunlarından damlayan terlerini silerek başlarlardı soluklanmaya. Onun oyalanmaya, oflamaya, puflamaya zamanı yoktu, kısrak bir tay gibi bir koşuda çıkıverirdi o dik yokuşu.  Meydanın aradığı adamdı o. O olmazsa birçok şey yarım kalıyordu. Protesto gösterileri, yürüyüşler, mitingler onun sesiyle coşuyor, arkadaşları onun gelişiyle moral buluyordu. Hikmetinden sual olunmazdı ama onun meydana gelmesiyle boğucu sıcakların yerini esinti, miskinliğin yerini coşku alırdı. Rivayet edilir ki Taksimdeki gezi parkının rengârenk çiçeklerinin kokusu Beyazıt meydanını mis kokulara boğar, Eminönü’nden süzülüp gelen… Devamı

Kırmızı

Aynı şehrin değişik mahallelerinde yaşadığımız, mecburen birlikte kaldığımız malum mekânlardan birinde tanıdığım bir arkadaşımı olağan, sıradan bir meseleyle ilgili aradım, “Ooo”, dedi “pek aramazdın, hangi dağda kurt öldü”.  Arama nedenimi söyledim, “sana yakınım” dedi, “uygunsan hem bir çay içelim, hem de seni özledim, bir görmüş olurum.” Birkaç müdaviminin dışında pek geleni gideni olmayan, tenha bir kahvenin ilkyaz esintilerine açık bir köşesine iki sandalye çektik, demli çaylarımızı söyledik. Hoş beş, hal hatır sormalardan sonra bana yakınlığı ile bilinen bir arkadaşımızı sordu. Neredeydi, ne iş yapardı, hala öyle uçarı mıydı filan. “Hala öyle uçarı mı?” sözüne hiç tepki göstermedim. Bu arkadaşımızı kendisinin… Devamı

Çirkef

Çocukluk işte, anam neye, kime kızmıştı da “mezarlığın ortasına düğün sofrası kurulmaz, çirkef” demişti. Duymasına duymuştum da anlayacak olan kimdi? Akranlarımızla çelik çomak oynadığımız alandan mezarlık çepeçevre görünürdü. Uzaktan bakmakla yetinmemiş, sofrayı görmek için mezarlığın duvarına tırmanıp pürdikkat sofraya bakmıştım.  Köyde ne düğün vardı ne de mezarlığın ortasına kurulan bir sofra… “Şu mübarek günde fakirin fukaranın yiyecek kuru ekmek bulamadığı umurlarında mı? Yok iftarmış, yok sahurmuş Harun’u kıskandıracak sofralarda zıkkımlananlarda ne ar kalmış ne hayâ. Bari milletin gözüne baka baka zıkkımlanmayın, bari türlü çeşitli taamları gözümüzün içine sokmayın, çirkefler” sözünü duyunca donakaldım.. Bu karnı tok sırtı peklere öfke kusan kadın… Devamı

Hasat Zamanı

“Yıl on iki ay çoluk çocuk çalış çabala, gece deme gündüz deme, zemherinin soğuğunda it gibi titre, ağustosun sıcağında ter kıçından aksın, harmana yığıp çuvala doldurma zamanı hasatı rüzgârın yeline, yağmurun seline bırak gitsin, öyle mi?”   Anasının zehir zemberek serzenişi karşısında mahcuptu oğlu, başını eğmiş, gözlerini yere dikmişti, ağzı kurumuş, dili dönmez olmuştu, edecek bir çift sözü de yoktu. Bakamıyordu anasının yüzüne. Öyle olurdu meret bu yörelerde. Ortalık günlük güneşlikken ötelerden bir bulut kabarır, önce sürü halinde akbabalar süzülmeye başlar, şemsiye gibi açtığı iki metrelik kanatlarıyla alçalır, alçalır milletin tavuğuna cücüğüne musallat olur, sen akbabaların pençelerine taktığı avıyla yıldırım gibi… Devamı

Çöplük

O, mega kentin gökyüzünü delen devasa gökdelenlerini, çarşılarını, görkemli alış veriş merkezlerini, sinemalarını, tiyatrolarını ezbere bilirdi de, mega kent ne onun varlığından ne de yaşadığı kulübemsi gecekondusundan haberdardı. Her bir köşesi bir merkez olan bu koca kentin köşesinde bucağında basmadık yer bırakmayan bu kocakurt yıllar vardı ki bir kez bile gecekondusundan o ezbere bildiği meydanlara ayak basmamıştı. Şehre küskünlüğünün, kırgınlığının sırrı yalnızca kendisindeydi. Bir zamanlar hayat bulduğu o meşhur meydanın adını bile anmak istemezdi. Yerleşim merkezinden uzakta, kayalık bir tepenin eteğine kurduğu gecekondusunun küçücük bahçesinde adını sanını yalnızca kendisinin bildiği çiçekler yetiştirir, yüzlerce çiçeğe kendi bulduğu isimler verir, birbiriyle renk… Devamı

Olur Ya

Gerçekten beklenmedik zamanlar beklemediğimiz zamanlar mıydı, yani bunun bir altı üstü yok muydu da gözlerini kapayıp kendisin koyuvermişti o masalsı ırmağın durgun sularına… Ne yani, neyin hesabını yapmıştı ki şimdiye kadar da şimdi kuş kadar canının hesabını mı yapacaktı… Rahmetli anacığının komşulara yakınırken “ bu göbelin sonu ne olur bilemem anam, isteseler sırtındaki gömleğini de verecek” paylaması aklına düşünce gülümsemelerin o en safiyane hediyesinin değeri hangi parayla pulla ölçülür, ağırlığı hangi okkayla, hangi dirhemle tartılırdı. Sahi nasıl bir şeydi insan olabilmek, hangi mecazla anlatılırdı, hangi sözcükler nüfuz edebilirdi bu derinliğe… Kaç kez denemişti şöyle okkalı birkaç sözcükle meramını anlatmayı, nasıl… Devamı

Fısıltı

Yeşil bir yağmur yağıyor şehrin üstüne. Serçeler acelesi olan vardiya işçileri gibi, vardiya işçileri kendilerine sığınacak gür yapraklı bir dal arayan serçeler gibi sığınacak bir yer arıyorlar. Caddeler,  dere yataklarına sığmayan taşkın suların baskınına uğramış gibi diz boyu su… Kimisi paçalarını sıvamış, kimisi ayakkabılarını çoraplarını çıkarmış, pantolonlarını, eteklerini yukarı doğru çemreyerek, omuzlarına aldıkları küçük çocuklarıyla derenin sularına meydan okurcasına sığınacak kuytu bir yer arıyor.  Kadınlar ellerinde ne varsa çocuklarını yağmurdan korumak için çulla, çaputla sarıp sarmalayıp üstlerini örtüyorlar, yağmurdan koruyorlar. Bir öbek belediye temizlik işçisi sığındıkları üstü kapalı bir alanda çenelerine dayadıkları süpürge saplarıyla konuşur gibi kendi kendilerine kaş göz… Devamı

Ardiye – Öykü

Kendimi onlara yakın hissetmemin sebebi, kocaman meydanlarına sayısız sokaklarına sığdırılmadığım o günlerde can havliyle  kendimi kucağına attığım o insanların bana sahip çıkıp saklamanın bedelini kendilerinden biriymişim gibi beni bağırlarına basmaları mıydı?. Beni o ifrit gözlerden elbette, beni saklamanın, gizlemenin bedelinin ne olduğunu bilmelerine rağmen bu endişelerini, korkularını bana hissettirmemişlerdi. Farkındaydım, elbette kokuyorlardı. Şayet aralarında yakalanırsam o küçücük dünyaları başlarına dar edilirdi. Onca çoluk çocuk, kadın kızan nereye giderlerdi, nereye sığınırlardı. Bir gün çeribaşına “ beni başınıza bela almayın, Jandarmalar çemberi daralttı, sizin başınızı belaya sokmayayım, izin verin gideyim” dediğimde, tütünden sararmış bıyıklarını burarak gözümün içine bakan çeribaşı eliyle işaret ederek… Devamı

Thomas Moore’u kim öldürdü?

İçimizin hüznünü ustalıkla saklayıp dalıp dalıp giderken o günlere, dudaklarımızın kenarına yerleştirdiğimiz zoraki gülümsemelerle başlayıp da içine kel alaka şeylerin de davetsiz misafirler gibi gelip oturduğu sohbetlerimizin ne zaman biteceğini hiç birimiz bilmez, kimsecikler kestiremezdi. İki kişiyle başlayan, ciddiyetinden kuşku duyulmaz derin sohbetlerimize birimizin oradan geçen bir tanıdığı da katılır, yeni gelenin hoş beşle başlayan sohbete zoraki katılışı yerini bir an suskunluğa bırakır, iki arkadaşın gözleri birbirine dikilir, sözsüz ve yazısız olarak “içine etti” de birleşirdi. O gün sohbetimize katılan zoraki misafirin kişiliğinde ve kimliğinde yanıldığımızı arkadaşımla daha sonraki bir günde karşılaştığımızda başımızı yere eğerek ve biraz da yüzümüz kızararak… Devamı

Şeyler

Ayağını kaldırım taşlarına sürüyerek yürüdüğün o Ağustos ayının aysız gecesinde beyninde hangi fırtınalar esiyordu, hangi deryaların korsanıydın, hangi uçsuz bucaksız denizlerin derinliklerinde sana merhaba diyerek gülümseyen bir damlanın hayaliyle kendinden geçiyordun a benim acemi korsanım, a benim acemi oğlum, canımın ötesinde canım olan kardeşim. Düşünüyorum da nasıl da asık suratlıydın, yanına yanaşmak ferman, seninle iki çift laf edebilmek derman, senin söylediklerini aksini söylemek mangal gibi yürek isterdi de sanki öyle görünmeyi bir görev edinmiştin… “Sert adam” olmak için kendini çok mu zorluyordun a benim yufka yüreklim, a benim gani gönüllü dervişim… Ben dâhil, niçin hiç kimsenin aklına gelmemişti ki, seni… Devamı

Duman

“Bir hikâyenin sonunu getiremeyeceksen ya hiç başlama, ya da seni taşa tutamlarından yakınma, sonucuna da katlan” Onu, çamurdan çıkılmayan gecekondu mahallemizin sokaklarında top koştururken tanımıştım. Mahallemiz işsizlik haritasında birincidir. Fiiliyatta hemen herkesin öyle kayıtlı kuyutlu, sosyal güvenceleri olan resmiyet tanınmış bir işi yoktur. Devletin resmi kayıtlarda aylaklar, polis lisanında kafadarlar olarak geçeriz. Çizelgelere rastgele serpiştirilen, sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen birkaç memur ile birkaç gündelikçi işçi her ne kadar mahallemizin işsizlik raconuna ters gelse de zararsız insanlardır, herkes onlarla, onlar herkesle iyi geçinir. Allahları var günlük yaşamımızın vazgeçilmez ritüellerinden olan polis baskınlarında aranan hiç kimsenin ne adlarını adreslerini bilirler, ne… Devamı

Cer Memet

Kullanılan dilde ne bir kaşlığı vardı, ne bir anlamı. Yöresel bir şive olmalıydı adının başındaki lakabı. Çoluk, çocuk, büyük küçük öyle seslenirlerdi, Cer Mehmet beri, cer Mehmet öte. Araptı Cer Mehmet ama bana neydi Türkünden, Kürtünden, Arap’ından Çerkez’inden.  Cana yakın, hoş sohbet birisiydi işte, daha başka ne istenirdi ki. Lakabının anlamını o da bilmiyordu, ya da bana öyle gelmişti.  Arap arkadaşlarıma sordum, onlar da bilmiyordu.  Önceden bir tanımışlığım, tanışmışlığım yok. Sık sık gitmek zorunda kaldığım kasabadaki arkadaşlar öyle hitap ediyorlardı, sonra ben de onlar gibi hitap etmeye alıştım. Çok geçmeden de alıştık birbirimize. Biz emsallerden birkaç yaş daha büyüktü. Merakımı… Devamı

Kuzey Işıkları

“Nefretin sabahları serin olur, bu sele kapılanlar boğulur, bir daha kıyıya dönemez” demişti direnişin lideri yaşlı felsefe profesörü… Söz kulağında kalmıştı da sözün kime ait olduğunu hatırlamıyordu. Hapishaneden, kendisinin ve yoldaşlarının firar etmelerine yardımcı olan genç gardiyan olabilir miydi?.  Kaç kez beynini yoklamıştı ama bir türlü çıkaramamıştı. O günkü konferansına başlarken de barışa ilişkin bu cümle aklına gelivermiş ve konuşmasına da bu cümleyi referans alarak başlamıştı. Söz her kime aitse aitti, bu sözü söyleyenin kendileri için söylediğinden hiç kuşkusu yoktu, bu vazgeçemeyecekleri bir ilkeydi ve devrimci direnişçilerin de kılavuzu, düsturuydu. ”Zorunlu şartlarda bile hiç kimse devrimci eylemlerimizin mağduru olmamalıdır, böyle… Devamı

Büyük insanlar ansiklopedisi

Gizli bir şey söyleyecekmiş gibi etrafı kolaçan ederek kulağıma eğilip önümüzde yürüyen birisini gözüyle  “ büyük adamdır” diyerek işaret ettiği kişinin arkasından uzun uzun baktığımı hatırlıyorum. Çelimsiz, bacakları içe dönük dembil destek yürüyen birisinin büyüklüğü neresindeydi Allah aşkına… Hadi be sen de dercesine burun kıvırıp güldüm, gözlerimi kısarak almaz almaz yüzüne baktım. “Büyük adammış”… Lafa bak… Adamın gittiği yöne doğru yöneldim, söylene söylene yürüyorum. Öfkeliyim, kızgınım. Kafamı kaldırmamla bizim şefle göz göze geldim. Sırtında her zamanki siyah parkası… Eskimiş, bir yerinden çeksen iplik iplik eline gelecek. Göz ucuyla ayakkabılarına baktım, ahı gitmiş vahi kalmış. Bizim şef iyi koşar, hızlı koşar,… Devamı

Dik kafalılar

Ne mevsim o mevsimdi, ne de gün o gün. Yazın yakıcı ve boğucu sıcaklarının şehri terk ettiği, sonbaharın ılık bir akşamı… Hani yaş ta kemale ermiş, eş dostla muhabbetin dibine vurulacağı akşamdı… Çok istemesine karşın bir türlü o kaygısızlığa kendini bırakamadığı, beyninde kurdeşenlerin birbirini kovaladığı bin bir türlü vesveseyle o sohbet erbaplarının içlerinde olmasına rağmen bir türlü içselleştiremediği sohbetlere de bir tutam tuz biber katamıyordu. En olmadık zamanlarda eşin dostun bir araya geldiği ağız dolusu kahkahalara limon sıkarak suratını ekşitmek onun Allah vergisi huyuydu. “İzninizle dedi, lavaboya”… Şöyle bir dolaşıp geri dönecekti. Cadde upuzundu ve boylu boyunca yere serilmiş, herkesin… Devamı

Dönüşüm

Epey zamandır olup bitenlerle ilişkisini kesmişti, bugününe, yarınına, biricik kızına ilişkin beklentilerini de tüketmişti ya da askıya almıştı… O TV kanalından bu TV kanalına bir umutla saatler boyu gezinir, kendine, kendi hayatına ilişkin şöyle içine su serpecek bir umut kırıntısı aramıştı… Adamların tuzu kuruydu, umurlarında mıydı onun gibilerin aşsız, işsiz kalmaları, Her gün aynı şey… Ona posta koymalar, buna efelenmeler, refahı şöyle uçurmalar, parayı böyle kanatlandırmalar…”Öff, yetti be dedi, siz paraya kanat taktıkça bizim cebimizdeki zeytin peynir parsı da kanatlanıp avenelerinizin cebine uçuşuyor”… Kızının korkup göğsüne yaslanması bardağı taşıran son damla olmuştu… “Bıkkınlıkla TV kumandasını aldı, gerçi umudunu çoktan kesmişti… Devamı

İçimizden biri

Atlattın be usta yine beni… Hani kendi hikâyeni kendin anlatacaktın, “olur demiştin,  bugünlerde kafam biraz meşgul, en kısa zamanda”… Seninle sık sık değilse de karşılaşmamız, öyle aylar yıllar da sürmez, bir şekliyle bir yerlerde karşılaşırdık, Bir otobüs durağı, bir gecekondu kahvesi ya da bilmem şehrin hangi caddesi… Benim bakışlarımdan anlardın ya, doğrusu ben de tam bunu söylemek isterken sen lafı ağzımda bırakırdın… “ Tamam, tamam, en kısa zamanda”… Usta be,  aradan bunca yıl geçmesine rağmen senin en kısa zamanının enini boyunu bir türlü kestiremedim… Senin anlatacağın hikâyenin peşine düştüğümde mesleğe yeni başlamış, bir derginin çiçeği burnunda muhabiriydim… Şimdi emekliyim. Zaman… Devamı

Dağın yüzündeki yara

Efsane, çözülmeyen bir sır gibi yıllarca gizini korudu. Bu giz sadece bu dağın etrafında yer alan yörelerde değil, bütün çevrede “üzerinde konuşulması yasak” bir olaydı ve herkes bu adı konulmamış, yasayla ya da cop zoruyla kabul ettirilmemiş yasağa, nedeni bilinmeyen, anlaşılmaz bir sadakatle bağlıydı. Belki herkes her şeyi bilirdi de hiç kimse hiçbir şey bilmezdi. Üzerinde konuşanın büyük bir günah işlemiş gibi ele güne karşı itibarının sıfırlanacağına, insan içine çıkamaz olacağına, konuşanın çarpılıp ağzının yüzünün eğrileceğine inanılırdı. Hatta bunun öbür dünyada da hesabı sorulurdu, günah meleği alimallah omuzundan inmezdi. Yaşı daha küçük çocuklardan biri o bağırış çağırış saklambaç oyunlarında dağa… Devamı

Perşembenin Gelişi…

Tarih, kendi hikâyesini anlattırırken kuşkusuz yaşanılan çağın sınıf mücadelelerinin dinamiklerini rehber edinir. Anlatılan hikâye kimi zaman dram, kimi zaman komedi ya da çoğunlukla trajedi olarak sahnelenir. Çok az biriktirip mirasyedi gibi harcayan tarih,  “yavaş ilerleyen” yüzyıllarda yarattığı potansiyelin birikimlerinin bilançosunu çıkarır, hikâyesini yazar ve sahneye koyar. Bağrında taşıdığı ve “zamanı dolan” , artık çekilir tarafı kalmayan ve tahammül edilemeyen  “eskiyi” bağrından kovmak için yeni güçlere gebe kalır. Yirminci yüzyıla gelinceye kadar bir kaç yüzyılda bir- iki defa gebe kalan tarihin yirminci yüzyıla kadar gebeliği de bir anlamda sorunludur ve yirminci yüzyıl öncesi yüzyılların hikâyesi   “yavaş yüzyılların” hikâyesidir. Hatta öyle ki… Devamı

Yalan

Evet ya, tabi ki bütün küfürlerin dik alasını bilirim. En üstü açılmadık küfürleri sıralayan kulağı kesiklerin,“en kültürlü”, “en saygıya değer kişiler” sayıldığı çocukluk döneminin üstünden çok zaman geçmiş, yaşamımın, kişiliğimin şekillenmeye başlamasıyla bütün küfürlü sözlere karşı mühürlemiştim dilimi. Malum günlerdi. Mengeneden geçirilmiş insanların çöpe atılmak üzere istiflenen kelle paça artıkları gibi paslı kancalara asıldığı, iradelerinin dışında  “mecburi ikamete” tabi tutuldukları mekânlarda herkesin sus pus olduğu sessizliği, onun “ yalanınızı sikeyim” sivriliği bozmuştu. Üstüne tiz perdeden attığı ya o kahkaha… Keşke onun kadar rahat olabilseydim… O kimin yalanını sikmişti bilemem ama benim yalanını sikeceğim o kadar zübük vardı ki yanımda yöremde…… Devamı

Karşı Kıyılar

“Dünyada faşist hareketler hızla güçleniyor… Seçimle yönetime gelen sağ iktidarlar birbiri peşi sıra faşizan uygulamalarıyla dikkat çekiyor… Güvenlik gerekçeleriyle, yasal yetkilerini de aşarak bir taraftan devletin yerleşik bürokrasi, yargı,  ordu ve polisini amaçları doğrultusunda kadrolaştırırken, diğer yandan ırkçı ve dinci seçme kadrolardan özel silahlı güçler oluşturuyorlar… Denetleme, takip ve sindirme halkta korku ve paniğe yol açıyor, halk seçimle gelen bu iktidarların seçimle gideceğinden kuşku duyuyor”… (Basından)… Çocukluğu, muhafazakâr ve dar bir çevrede geçmişti. Bütün akranları gibi büyüklerinin övgülerine mazhar olmak için bir günde şu kadar duayı ezberlemeli, bir haftada elif cüzünü, on günde emme cüzünü ezberleyip, köy meydanında büyüklerinin alaycı… Devamı

Çatışma

Akşam ansızın inivermişti. Nerede ve ne zaman peyda olduğu anlaşılmayan, gri, siyah, beyaz pamuk yığınları gibi üst üste bindirilmiş bulutlar kaplayıverdi gökyüzünü… Çepeçevre kuşatılan güneş, gece yarısı baskınlarına uğrayanların tecrübesiyle penceresinin ışığını söndürüp dağların arkasına çekildi.  Kırçıl tepelerin arkasına sarkarken, koca çınarın göklere yükselen dallarının arasından yavaşça süzülüp, çınarın her bir yaprağını ayrı ayrı öperek veda etmeyi de ihmal etmedi. Güneşin, kendisini kuşatmaya alan bulutlara karşı savunmasını anlamayacak bir şey yoktu da, kendisine de bir veda işareti gönderebilirdi. Güneş, çınar ve kendisi… Güneş hayat verecek, çınar kocaman yapraklarının gölgesinde yorgunları dinlendirecek, kendisi haramilere karşı büyük insanlığın koruması olacaktı… Alınmıştı kendisine… Devamı

Meydanda bir gün

Hani, insanın “saplanacak yer aradığı” günler vardır ya, gökyüzünün tepenize bindiği, yeryüzünde bastığınız toprağın ayağınızın altından kaydığı, nereye basacağınızı bilmediğiniz ve nereye baksanız bütün ufkunuzu kara bulutların kapladığı günler… Şayet inançlı biriyseniz “ hatırladıkça göğsünüze karabasanların çöktüğü, nefes alamadığınız, Allah bu günleri bir daha göstermesin” diye iç geçirdiğiniz günler… Şayet bencileyin itikadınız kıt ise “vurun ulan vurun, ben kolay ölmem” dediğiniz “günlerdi. Simit satsanız güvenlik soruşturmasına çarptığınız, ayakkabı boyacılığı yapsanız sabıka kaydınızın “münasip” olmadığı gerekçesiyle boya sandığınızın asfaltta parçalandığı, zemheri soğuklarında üşümeyi, ağustos sıcaklarında terlemeyi unuttuğunuz, devr-i iktidarın sizi dize getirmeye yeminli intikam tugaylarının burnu kokuyu sektirmez tazı gibi kokunuzu… Devamı

Gün ağarmadan

Nasıl ve nerede başlardı hayatlar… Mesela nüfus cüzdanınızın hanelerinde doğum gününüz ay ve yılıyla yazılardan mısınız? Yoksa ilk nüfus cüzdanını ilk mektebe kaydolurken mecburiyet nedeniyle köy muhtarının arada beş on yaş farkı olanların tümünü günü, yılı, ayı aynı tarihli yazdırılanlardan mısınız? Mesela anneniz sizi dizinin dibine yatırıp masum, ak pak yüzünüzü seyrederken doğum sancısının hangi eş dost sohbetinde ansızın bastırmasıyla, komşunun arabasıyla filanca özel hastaneye nasıl yetiştirildiğini, dünyaya attığınız ilk çığlığınız duymanın mutluluğunu anlatırken sizin de annenizin nur yüzünü hayran hayran seyretmenizden daha insani ne olabilir ki… Ya da o güne değin hiç merak edip dikkatinizi çekmemesine rağmen şöyle kemale… Devamı

Yansıma

O yaz gecesi birkaç arkadaşıyla birlikte oturduğu bahçenin ufku örten koyu yeşil dalların arasından seçmişti karartı halindeki hareketli siluetleri… Her biri diğerinden rahat görünmek için tedirginliklerini içlerine bükmelerine karşın, her birinin tedirginliği diğerini bastırıyordu… Sohbet dedimse öyle yaşlarının gerektirdiği yeni yetmelere mahsus konu ne aşık oldukları kızlara ilişkin Keremvari yangınlar, ne karıştıkları kavgada karşı taraftan bir çimdik bile yemeden Zaloğlu Rüstem’in gürzüne rahmet okutan yumruklarıyla arka arkaya yere serdikleri delikanlı bozuntularıydı… Her biri savaşı, faşist saldırılara karşı savundukları mahalle cenginden ibaret sanan, ruh halleriyle bütün dünyadaki bizimkilerin bütün cephelerdeki savaşlarını üstlenen cephe komutanlarıydı. O günkü sohbetin konusu da buydu. Ülkede… Devamı

Tarla Kuşları

Büyük şehirlerin en meşhur mahallelerinin, en bilinen semtlerinin sıradanlaşmış yaşamların pek anlam veremediği, arkadaşlıkları, dostlukları, düşmanlıklarının kendine mahsusluklarının içine girilemeyen, mavi, beyaz gri, renklerin binlerce ara tonlarının oluşturduğu,  dünyalar kurmada misli menendi olmayan “kent apaşlarının” mekân tuttuğu adresleri olmasının bir sırrının olup olmadığına ilişkin ne eski kutsal kitaplarda ne sayfalarından bilgi sızan ansiklopedilerde rastlanır, ya da vardır da ben ben de bilmiyorum.  Tanırım bu mekânları… Bir zamanlar eğlence merkezlerinin, kısa eteklerinden dolgun kalçaları, devirme yaka gömleklerinden göğüsleri dışarıya fırlayan kenar mahalle dilberlerinin, rakı kadehinde kederlenen, caddelerde efkârlanan bıçkın delikanlılarının gece âlemlerine aktığı mekânlardır.  Nerede o günler… Çapkın kocaların, yeni yetme… Devamı

Karınca Duası

Şehre yeni taşınmıştım, nafakayı sağlamam için “gel, hallederiz” demişti de öyle gelmiştim zaten… Pek karışanının görüşeninin olmadığı bir kahvede garsonluk yapıyordu… Ben biraz, nasıl söylemeli maruzatım var, onun çalıştığı kahveye tesadüfen gideceğim, birbirimizi tanımayacağız… Sabahtan akşama tabanlarım patlıyor, geç vakitlerde mahalleye dönüşümde yorgunluktan fırsat bulursam uğradığım kahvede bir çay içimlik sohbetler esnasında garsonla bakışlarımızla selamlaşıyoruz, birbirimize yanaşmıyoruz, ben müşteri o garson… Isındığım birkaç kişiyle sohbet ediyoruz… Çoğu mevsimlik işçi… Ben yaşta biri kahvenin garsonu, iktisattan terkmiş “benim iktisatçılığım bu işe yaradı diyor, istersen seni yanıma çırak alayım, sonra terfi eder garson olursun”… Bir sessizlik çöküyor ortalığa, içimden “ bu ne… Devamı

Gölge

İçinden geldiğim yaşamın çocukluğunda her şeyin bir duası vardı, onsuz yataktan kalkılmazdı, yemek yenmez su içilmezdi, hatta bir canlıya ya da cansıza bile el sürülmezdi. Dua tanrı kelamıydı, bütün kötülüklerden, musibetlerden, arsızlıklardan, hırsızlıklardan koruma kudretine sahipti. Hırsızlık günahtı, çalmak haram… Bu yaşamın ayrıksı bir çeşnisi, zaman zaman birkaç veledin bir kümesten yumurta aşırması ya da komşunun bağından bahçesinden birkaç erik koparmasıyla sınırlıydı. Evlerinde olmayan bu “ “fazlalıkları” gören anaları, süpürgenin sapını cingöz çocuklarının kıçına yapıştırır, “bu eve haram girmedi” deyip hızını alamaz, bir tokat daha aşketmek için çocuklarının arkasından koşardı. Kimin aklından geçerdi ki hırsızlık, tövbe haşa… Konu komşunun ne… Devamı

Göl

Çocukluğunda rüyalarını süsleyen büyük şehir yaşamı, artık bir doygunluk, çekilmez bir bıkkınlık halini almıştı. O fırtınalı günlerde bir avuç arkadaşıyla, hayatın devamı için bir zorunluluk, bir olmazsa olmazlık kazanan devrim mücadelesinin karmaşık dehlizlerinde gezinirler, sabahlara kadar içtikleri birinci sigarasının kül tablasında yatan izmaritlerinin alaylı bakışları arasında herkesin ittifak olduğu devrim meselesinin öncelikli konuları karşısında hep muhalif kalırdı. Fırtınanın gemilerini karaya oturtmasıyla her biri bir yerlere savrulmuş, darmadağınık olmuşlardı. Olsundu be, hayalleri bile cihan değerdi, sonra hayali olmayanın gerçeği de olmazdı ki… O dönemden kalma tek tük arkadaşıyla köşe bucak karşılaştığında sanki aradan yıllar geçmemiş, köprülerin altından çok sular akmamış gibi… Devamı

Erken açan çiçekler

Akdeniz ikliminin insanın içine işlediği en soğuk günlerinden birisi… Rüzgâr poyraz esiyor… Dondurucu soğuk içinize işliyor, dişlerininiz takırdıyor… Ayağınızı yere berkiterek basmasanız, neredeyse asfaltı sökmeye ahdetmiş fırtına, havaya savurduğu çatıların arasına sizi de katıp bir yerlere savuracak… Bir kamu kuruluşunun bahçesinde birbirine mesafeli ağaçların dalları fırtınaya karşı sanki bir dayanışma örneği sergiliyormuşçasına dallarını yukarıdan birbirlerine kenetlemişler… Fırtına, Derinlerdeki köklerine tutunan ağaç gövdelerine karşı amansız saldırılarını aralıksız sürdürüyor. ”Bu size az bile” dercesine, sanki bir eksikliği tamamlıyor gibi bindiren sağanak yağmurda herkes birbirine çarparak sığınacak bir korunak arıyor. İtiş kakış sığındığımız üstü kapalı otobüs durağında kadınlı erkekli insanların arasına birkaç sokak… Devamı

Ada

Şafak sökmeden kalkılırdı, küçük oğlan yatağında döne döne uyuya dursun, karısı koyunları sağar, köpeklerine yiyeceğini, suyunu verir, kendisi çayırlara koyunların kışlık yiyeceği için ot biçmeye giderdi. Kızı dağarcığına Allah ne verdiyse tayınını hazırlar, ıpılıpıl yıldızların altında bin bir çiçeğin kokularının harmanlandığı, berrak derelerin aktığı, serin rüzgârlı tepelerine yaslandığı meranın yolunu tutardı… Mevsim yazdı ama sabaha karşı biraz üşüdüğünü hissettiğinde kepeneğine sarılır, yün döşeğe uzanır gibi uzanıp yattığı toprak döşeğinde renkli rüyalar görürdü. Güneşin ısıtan ilk ışıklarının üstüne düşmesiyle uyanır, yüzüne bir gülümseme yayılırdı. Yazın köyün dar ortamında pek görüşmeseler bile okul zamanı her teneffüs okul bahçesinde birlikte yürürler, kantinde birlikte… Devamı

Simetri

Uyku sersemi bir gece yarısı uyurgezer bir halde kendimi büronun salonunda buldum. Amaçsız, nedensiz, yitik bir şey arar gibi bütün çekmecelerin, rafların, dolapların altını üstüne getirdim. Sarı yaprakları üzerinde yer yer mürekkebi dağılmış, soluk renkli bir defter elime geliverdi. İlk satırlarından itibaren dikkatimi çekti, ilerleyen sayfalarında uykum dağıldı. Bu yazı bu defterin birkaç sayfasından değiştirilmeden alınmıştır. Son sayfasında yazarı muhtemelen bilinçli olarak adını yırtmış, yine muhtemelen bir arkadaşının durum değerlendirmesinin notlarından ibaret olan bu yazının yazarının adını zikredemeyişimin nedeni budur. Danimarka krallığındaki çürümüşlüğün leş gibi kokusunun burun direklerini kırdığı günün birinde, Horaito serserisinin Hamlet’e hitaben “çürümüş bir şeyler var şu… Devamı

Mavinin Hikâyesi

Lisede resim öğretmenimdi. Öğrenciler arasında “ Mavi hoca” derdik, lakabı buydu…Yaptırdığı resimlerde mutlaka mavi olmalıydı, değilse basardı sıfırı…Niçin Mavi?… Bilmiyoruz, bir sebebi yok… Öğretmenimize göre elbette diğer renkler de muteberdi, ama illa mavi… Nedenini, niçin’ini bilmiyoruz… Mavi, mavi, mavi… Bana beş santimlik çizgiyi hatasız çizdirmek için az mı emek sarf etti. Gel gör ki bunu ne öğretmenim başarabildi, ne de ben… Doğru çizgi çizdirme konusunda benim üzerimdeki emeğinin heder olduğunu bilirdi de pek sesini çıkarmazdı. Bir gün artık nah şurasına gelmiş olmalı ki yüzüme bir tokat aşk etti, “çizmek için değil çizmemek için eşek gibi inat ediyorsun”… “Hocam dedim, resim… Devamı

Kerberos Masalı

Hallice bir ailede büyümüştü. Ana-babasının biricik oğlu, ninesinin dizinin dibinde masal çocuğuydu,  masallar dinleyerek büyümüştü. Ninesinin masal belleğinde kötülerin kazanmasına yer yoktu. Maazallah olur ya, kötüler bir fırsat bulup dişlerini göstermeye görsünler, ninesi hokus pokusuyla bu kötülerin hakkından öyle bir gelirdi ki, onları analarından doğduğuna pişman ederdi. Masalın ilerleyen saatlerinde öylece uyuyakalır, dudağında gülümsemeleri kalırdı. Sanki bütün masallar onun gülümsemesi için kurgulanmıştı. Bu gün bile ninesinden kalan masal mirasları dün gibi aklındaydı. Yedi cücelerden Ali Babaya, Bağdat Hırsızından Binbir gece masallarından kadar bütün masal kahramanlarıyla kankaydı, sanki aynı mahallede büyümüşler, aynı yaramazlıkları birlikte yapmışlar, sokak arasında oynadıkları bez futbol topuyla… Devamı

Diktatörün Ölümü

Bir Rind’e has yaşam tarzıyla meydan okumuştu hayata. Kendine özgü direnme gücünün harcına kırmaların, dökmelerin isi sinmemiş, bütün kırılmışlığına, incitilmişliğine rağmen kabalığı, gönül kırıcılığı eşiğinden içeri sokmamıştı.  O, değil sadece dostları nazarında, düşmanlarının indinde de nezaketin ve inceliğin sembolü olmuştu.  “ insan nasıl yaşarsa öyle ölür” vecizesi yalnızca onu tarif ederdi. Çok bilinmeyenli matematik denklemleri gibiydi. Oldukça varlıklı bir aileye mensuptu ve ucu bucağı bilinmeyen bir servetin sahibiydi. Benim gözlediğim yaşam tarzıylaysa Hint fakirlerinden beterdi. Üstü başıyla, gömleği ayakkabısıyla, saçı sakalının dağınıklığı, oturuşu kalkışı ile bir tiyatro oyununda mahallenin saf, aldatılmış bir garibinin yaşamından kesitler sunan profesyonel bir oyuncuydu. “Eğitim… Devamı

Kaçak

İtaatsizliğinin miladını kim hatırlayabilir ki… Hele benim gibi köy yaşamından gelenlerin evin dışına ilk adımını atması efelenmenin ilk raconu, bıçkın delikanlılığın mühürlü nişanesi ise bir ömür silinmeyecek yaşam sicilinde de ilk çiziklerin kazındığı bir kaçaklık öyküsü başlıyor demektir. Bu öykü nerelere uzanmaz ki… Bıyık, büküle büküle kaytan olurmuş ya, insan da daha çocukluğunda ne olduğunu kavrayamadığı, bir anlam verme kaygısı taşımadan tamamen içgüdüsel reflekslerinin yol gösterdiği eyleminin zamanla anlam kazandığını, ele avuca sığmaz haşarılığının yaşamının her dönemecinde bir yenilgiye, bir direnişe dönüşeceğini hangi müneccimin sihirli formülü, hangi astroloğun kozmik verileri açıklayabilir… Anasının patiska bezinden diktiği donuna karabina tabancayı, yatağan palayı… Devamı

Arayış

Ne Musa’ya yaranmak geçmişti aklının ucundan ne İsa’ya hoş görünmek… Musa olup firavunun sırtını yere getirmenin, İsa olup çarmıha gerilme pahasına Roma imparatorlarının tahtını sarsmanın ne sarsılmaz bir inanç, ne bıkmaz usanmaz bir çaba, nasıl eğilip bükülmeyen bir irade ve inanç istediğini bilirdi. Bir firavun bin olmuştu, Roma’nın kimi kaçık, kimi sapık, tümü de zalim imparatorları metamorfoza uğrayıp amipler gibi çoğalmıştı. Dün yeterli olan bugüne azdı, “yetmez” derdi, onların başaramadığını başarmak için onların ötesine geçip limandaki hazır bütün gemileri yakmadan yola çıkılamayacağına inanmıştı. Laf aramızda Musa’ya içerlerdi, “madem asan ile denizi yarma kudretine sahiptin de bütün firavunların kökünü kurutmak yerine… Devamı

Avcı

O günlerden tanışırdık, o atılgan, dışa dönük, biraz da serseri ruhlu biriydi. Ben çekingen, içine kapalı, pek etliye sütlüye karışmayan biri… Yine de severdik birbirimizi. Nereden nereye… Yıllar sonra karşılaşmamız da tesadüftü… O yine bildik o, ben yine bildik bendim… Konu o günlerden açılmıştı… Gel dedi diline biraz acı biber süreyim, seni o günlere dair bir gezintiye çıkarayım… Dikkat et, saltanat kayığı ile sadabada götürmeyeceğim seni, hala anlam veremediğin o günlerin bizine dair bir kesit anlatacağım… Söz onundu, bana anlattıklarını not etmek düşmüştü… Buyurun gezintiye… Öyle bilinir, öyle tanınırdı çevresinde diye başladığı konuşmasını kesmeden dinliyorum.  Adı sanı nedir, kimin nesidir… Devamı

Aymazın Biri

Kasım ayına neden bu kadar taktığımın cevabı inanın bende de yok. Yıllardır düşünürüm, taşınırım da şöyle incir kabuğunu doldurur “hah, işte bu” diyeceğim bir gerekçe bulamam. Ya da çoktan seçmeli sıraladığım gerekçelerin hiç biri o boşluğu doldurmaz. Yıllardır peşine düşülüp te sizden haberi bile olmayan bir sevgilinin terkedilişi gibi terk edersiniz, ya da terk ettiğinizi sanırsınız… Dalgın dalgın yürüdüğünüz Çınarlı kaldırımın ıssızlığında kopan bir hortumun kurumuş gazel yapraklarının yüzünüze savrulmasıyla prangaya vurulmuş gibi olduğunuz yerde kalakalırsınız. Düş ya da gerçek, ne fark eder, yakalandınız işte… Merhaba, ben Kasım… O çekingenliğinin, endişelerinin, yiğitliğinin ve korkaklığının ayı… Yalnızlığına tüy diken Kasımım ben,… Devamı

Yen

Selami Efendi deyip geçmeyin. Fabrikamızın gözbebeğidir o. Ömrünü, patronun,  patronun gölgesi müdürünün çekilmez afra tafralarıyla geçirenlerin, gençliğini küf kokulu mahzenlerin üstü bir parmak toz kaplamış ahşap rafların efendisi defteri kebirleri dehlizlerin loş ışığının dik merdivenlerinde bir aşağı indir, bir yukarı çıkar talimiyle geçiren büro çalışanlarının, ikide bir makinelerin yamyam dişlilerine kolunu parmağını kaptıranların, “kölelere ancak reva görülen ücretlerin ne zaman artırılacağı” ile kafa yoranların ulaşamadığı “gözdelik mertebesinin”  vazgeçilmezidir Selami Efendi… Anlama yeteneği ne kadar gelişmişse, duyma, işitme, tepki verme, karşı koyma gibi gereksiz şeylere ayıracak zamanı da bir o kadar yoktur. Müdürü leb demeden leblebiyi anlar, görmezlikten gelmesi gereken şeyleri… Devamı

Sessizlik

Çocukluğundan beri çözemediği bilmecesini çözecekti hayatının dağılgan ovasının kuytularında. Issızdı,sessizdi dağılgan ovası. Köy irisi bir yerdi burası, gelip yerleşmişti işte. Soranlara “daha önce yolunun buradan geçtiğini, burayı pek sevdiğini, uzun zamandır da buraya gelip yerleşmek düşüncesinde olduğunu” söylemişti. Kısa sürede öğrenmişti etrafı. Köyün bir yerlisi olup çıkmıştı. Köyün girişinde yer alan düzlüğün adı dağılgandı, dağılgan ovası derlerdi. İşten güçten vakit bulamayan yerlilerin pek uğramaya zaman bulamadıkları,  ıssız, sessiz bir yer. Giderek gününü geçirdiği bir yer olup çıkmıştı. Havalar da güzelse hardal otlarının üzerine sırt üstü uzanır, birbirine karışmış bin bir çiçeğin kokularını içine çeker, uzaktan geçen kuşların, üşütmeden tatlı tatlı… Devamı

Saygılar Delikanlı

O yıllar kamu kuruluşları arpalıktı adeta. Falanca bakandan, filanca müsteşardan ya da hatırı sayılır bir “ağır abi” den torpili olanlar becerisine, yeteneğine bakılmaksızın “münasip bir kadroyla” işe yerleştirilir, bu “müstesna yetenekler” asma kütükleri gibi üst üste yığılırdı. Benim torpilim de beni “münasip bir kadroyla” teknik okulda işe yerleştirdi. Teknik okuldaki kadro “münasipti” ama ben teknik becerilere fena halde Fransız’dım. Torpilim, ciddi bir kamu kuruluşunun genel müdür yardımcısıydı ve hatırı sayılır bir kadın akademisyenin kız kardeşiydi. Akademisyen, o güne kadar tanıdığım insan tiplemesinden ne kadar farklıydı, ne kadar vakur ve onur yüklüydü. Ben onun manevi oğluydum, mutlaka okumalıydım. Her ne kadar… Devamı

Sarı/Kırmızı

Kahvenin yola açılan kapısının berisinde oturduğu tahta sandalyesinde sesini sadece kendisinin duyacağı kısık bir sesle türkü söylüyor. Tanıyorum Cemal amcayı, Erzincanlı. Yetmiş yaşın üstünde. Devlet Demir Yollarından işçi emeklisi, “Hayrola Cemal amca, sesli söyle de bari biz de dinleyelim”… Gözüme bakıyor, gülümsüyor, cemal amcam hep gülümser zaten. “ Avukat” diyor “sen beni salak mı sandın, böyle bir günde bu türkü sesli söylenmez”. Kararı bir buyruk gibi, kesin ve tartışmasız, kestirip atıyor “ sesli söylenmez”. “Ya Cemal amca, söylediğin alt tarafı türkü, sesli söyleyince ne olacak” “Etraf muhbir dolu, Cemal “sarılı” türkü söylüyor derlerse beni alıp doğru kodese tıkarlar. “Neden?” “Halkı… Devamı

Pisi pisi

“Tehlikeli madde, yaklaşma, uzaktan geç”. Neden?. “Ne neden, oğlum salak mısın nesin, şu akaryakıt tankeri uzun aracın arkasında ne yazıyor… “Tehlikeli madde, yaklaşma, uzaktan geç”… Yani, ufuk ötesi ülkelerde gezin, uzaklara git, aradığın her neyse, kusmak istediğin ne haltsa oralarda da çokça var, araman gerekmez, onlar gelir ayağına takılır… “Ama ateş çemberine girme, yanarsın”… Okuduğu gazetenin makalesindeki satırları gösteriyor, pis pis sırıtarak: “ İster sandıktan çıksınlar, ister kışladan. Totaliter liderlerin gidişleri gelişleri kadar havalı olmuyor. “Kullanım süreleri” dolduğunda kendilerini iktidara getiren güç tarafından derlenip, toplanıp deliğe süpürülüyorlar.”… Ne demek istediğini anlamıyorum, söylediklerini de uymuyorum bile. Arkadaşımla çay içtiğimiz kafenin kenarında… Devamı

Sahi mi?

Çekingen, içine kapanık… Kahvenin giriş kapısının önüne konulan tek sandalyeye otururken, birisinden azar işiteceği, ya da küçümsenerek adam yerine konulmayacağı endişesiyle önce garsonun gözüne, sonra yakın masadakilerin gözlerine teker teker bakar, umursanmadığını görünce, başıyla ahaliyi selamlayıp usulca sandalyesine çöküverir… Herkesin birbiriyle haşır neşir olduğu kahvede adını sanını bilen yoktur, merak da etmezler.  Allah’ın bir garibi işte, kim bilir kimin nesi… Dikkatimi çekti, sandalyemi alıp yanına geldim. Oturabilir miyim? Ürküyor, tedirgin oluyor, gözüme bakıyor, azarlayacağımı, ya da “kalk lan buradan” diyeceğimi düşünmüş olmalı… Sadece gözüme bakıyor, sesi çıkmıyor. Affedersin, rahatsız ettim galiba… Yok, estağfurullah, buyurun… Çay içeriz değil mi?… Garsona sesleniyorum,… Devamı

Ses

Bıyıklarımızın henüz terlemeye başladığı yaşlardaydık. Bu yaşlarda insan kendini keşfeder önce ya, bizim önceliğimiz, ilgimiz kendimize ait değildi. Kendimizi merak etmeye zaman bulamadan dünyaya çevirmiştik gözlerimizi… Dünyanın herhangi bir noktasında olup bitenleri dert edinmiş, anlamaya çalışıyorduk. Hiç birimizin diğerinden bir kelime fazla bir şey bilmediği dünyanın ahvalini, ezberlediğimiz matematik formülleriyle çözmeye çalıştığımız cebir problemi çözer gibi çözeceğimize öylesine inanmıştık ki… İçimizde en entelektüeli olan arkadaşımız İşçi Partiliydi. Ona göre İşçiler, Köylüler bu seçimlerde İşçi Partisine oy verecek ve sosyalizm de kurulup gidecekti. İnanırdık o arkadaşımıza… Okulun tatil olduğu günlerde gittiğimiz köylerde propaganda yaptığımız köylüler dinlemezdi bile bizi… Daha babacan olanları… Devamı

Yusuf’un Hikâyesi

O günlerin çocukluğundan Yusuf’la ilgili anılarımda ve aklımda kalan tek şey “Pevlili Birdane demiştir ki”… tekerlemesi,  üzerinden geçen yıllara karşın eskimemiş, silinmemiş, beynimde inatçı bir iz bırakmıştır… Yusuf’la aynı yaşlarda, aynı okula giden iki çocuktuk. Ben, Yusuf’a göre daha bir haşarı, ele avuca sığmaz biriydim. Yusuf, hani övgüye değer görülen kız çocuklarına yüklenen “ağzı var dili yok” cinsinden melek gibi bir çocuk… Halamın oğlu… Okul vakti okula, kuran kursu vakti hocaya… Yerli yersiz haylazlıklarım sayılmazsa ben okulu aksatmayan biriyim ama Yusuf okulda nadiren görülür, gelmediği günler için öğretmenden ellerine yediği cetvelin acısıyla kıvrana kıvrana ağlayan biriydi.  Ağıtı kısa sürerdi, kuran… Devamı

Doğu-Batı

En çetrefil sorunlarımıza en pratik çözümler üretenimizdi, arkadaşımızdı anlayacağınız. Sevimli, cana yakın, şımarık kişiliği ile beklenmedik bir başarısızlık karşısında sanki ortada cenazemiz varmış gibi biz asabileşir, burnumuzdan kıl aldırmazken, o ne alımıza ne morumuza aldırış bile etmeden, hatta o sinirli halimizin kendisine tepkiye dönebileceğini umursamadan son derece rahat bir tavırla işi matraklığa vurdurur, zaman zaman içimizden birinin terslemesine sebep olan dalgasını geçerdi… O an, yüzündeki mahcubiyeti gizleyemez, çaktırmadan olduğu yeri terk eder, giderdi. Bizi çileden çıkaran bir olay karşısında yüzünün asıldığına tanıklık eden neredeyse hiç kimse olmamıştı. Doğal olarak içinde yaşadığınız ortamın psikolojisi davranışlarınızı, düşünce ve hareketlerinizi elbette etkiliyor. Bir… Devamı

Yakılacak yazı

Köyün “ yiğit delikanlısı” olmayı, daha ilkokula bile gidecek yaştadeğilken koymuştu kafasına.  Kendisinden neredeyse on yaş daha büyük olan, o güzeller güzelikız, köyün çeşmesinden su taşırken helkesinden ona su içirir, annesi de “kızımı sana vereceğim” derdi de, o kızı herkese karşı korumak nasıl olurdu da onun boynunun borcu olmazdı ki… Bu güzel kız onun namusuydu, kim yan bakabilirdi… Ardından laf eden zengin şımarık çocuklarını alimallah “ahır teresi gibi duvara yapıştırmak”, değneklerine değnekle karşılık vermek yiğitliğin şanındandı da yaşamının sonraki yıllarında duvara yapıştırılan da hep kendisi olacaktı.  Evlerinde, elde avuçta ne varsa fakire fukaraya dağıtmak da hesaba dâhildihani… Yiğitlik vermekle olurdu,… Devamı

Sırası mı şimdi?

Yeminliyim. Şu hayatın bir parçası olmayacağım, ne herhangi bir meşgalesinin içinde de olurum, ne gelgitlerinin, ne meşakkatlerinin, med-cezirlerinin derdine düşerim,  bana ne… Payıma düşen dört günlük ömür, gülüp eğlenip keyfime bakmak varken bana ne elin üç oğlağından, beş keçisinden. Bana ne boynu koparılan papatyalardan, bana ne hedef tahtasında boyunları uçurulan goncalardan… Bana ne bülbülün ahından karganın gakından, derdi beni mi aldı papazın amentüsünün, imamın haçının… Bana ne, bana ne, bana ne… Tanrıların hışmına uğramak, onların gazabını üstüme çekmek neden hoşuma gitsin ki…Gelen ağam, giden paşam… Ben kimseye dokunmazsam, kimse de bana dokunmaz. Bana değmeyen yılanla ne işim olur ki… Haydi,… Devamı

Mevsim takıntısı

Beni böylesine kendine tutsak edecek kadar sarıp sarmalayan Haziranda ne bulurum bilemem ki… Ölesiye yaşanan aşklar mı, canını dişine takacak kadar saf, temiz delibozuk gençliğimizin geleceğe fütursuz koşusuna sinen serden geçmişliğimiz mi, ya da ikindiüstleri kokusunu kilometrelerce uzaktan içine çektiğin, ta Kızılaylardan yalın yapıldak inatla yürüyerek gelip her akşam o tek katlı evin küçücük bahçesinden kopardığın susam gülü mü?  Kopardığın susam gülünü mü koklardın, haziranı mı?..Bunların hepsi, ya da hiç biri… Sel gider kum kalır ya, işte öyle… Yıllar geçer, aylar geçer de Hazirana gelince geçmişe takılır kalırım, ya da haziran bir türlü bırakmaz yakamı… Sabahın erken bir saati… Uzaktan… Devamı

Lavuklar müzesi

Her halinden kent “apaşı” olduğunu ilan eden bıçkın, sağ elini kah yumruk yaparak, kah avuçlarını açarak telefonda konuştuğu birisine iki lafının birinde “lavuk”  diyor. Konuşurken kâh gülüyor, kâh kızıyor, kâh karşısındakini azarlıyor. “ Bak canım kardeşim” diyor “ seni öyle bir gömerim ki, yedi sülalen cin çarpmışa döner”…Sonra sesinin tonu tekrar yumuşuyor, bu kez karşısındakine mahallenin haşarı veledine öğüt veren büyük abi gibi öğütler vermeye başlıyor, sinirleri gevşiyor, yüzüne bir gülümseme yayılıyor. Yanına yaklaşıp elimi omzuna koyuyorum, sanki yakayı ele vermiş bir kaçak gibi irkiliyor, “ne istediğimi soran gözlerle yüzüme bakıyor. “Affedersin, rahatsız ettim galiba”. İğne batırılmış balon gibi sönüyor,… Devamı

Eyersiz atlar

Kışları haşindi oraların. Mevsimler kitaplardaki kronolojik sıralamaya uymazdı. Yaz ne zaman biter, kış ne zaman başlardı Allah bilir. Yumuşak iklimlerin ilkyazında açmaya başlayan begonvillere, güzle birlikte sararıp asfaltı işgal eden akasya yapraklarına yazılan güzellemelerin buralarda yeri olmazdı. Daha güzün başlarında bir başladı mı yağmaya başlayan kar bu coğrafyayı dünyadan yalıtır, her şeyle ve herkesle iletişim kesilirdi. Gümrah ormanların yeşili, sarp dağların başları, uçsuz bucaksız ovaların düzlüklerine tek bir renk hâkim olurdu… Kar… Karın süt beyazı… Akarsular, dereler buz tutar, yemek, çamaşır ihtiyacı sobanın üstündeki bakır kazanda eritilen kardan karşılanırdı. Sabahın ayazında yeldir yepelek giysileri içinde dışarıya atılan ilk adımda toprak… Devamı

Karanlığın sultanları

“Hayat hak etmektir” demiştin ya… Takıldım kaldım, gerçekten yaşanan neydi, hak edilen neydi, çıkamadım bir türlü işin içinden. İnandırıcı bir cevabı var mıydı?. Benim için beynimin bir cevap üretemeyeceği kadar karmaşık bir mesele. Mesela hayal etmek, sonsuz bir ufka dikip gözlerini ufkun ötesindeki cennete ulaşmak için çırpınmak, yarattığın halüsinasyonlara inanmak, ayağına taktığın prangayı söküp atacak güç ve iradeyi taşımana rağmen beynine taktığın pranga karşısında çaresiz kalmak hesaba dâhil miydi?  Hayatı hak etmek uğursuz bir elde tike tike parçalanan ekmek ufaklarının, henüz tarifi yapılmayan bir maharetle kendini çoğaltarak kendi parçalarından bütününü oluşturmak mıydı?  Dünyanın şeyine parmak atmış bilim adamlarının bile cevaplamakta… Devamı

Karanfil kokulu şehirler

İki eski arkadaştılar, uzun yıllarının hücre arkadaşları. İki kişilik hücrelerinde, cezaevinden çıktıklarında bir deniz kasabasının denizi gören yüksekçe tepesinden üzerinde buğusu tüten demli çaylar eşliğinde gün batımını izlemenin hayalini kurmak günlük hücre yaşamının olağan mesaisiydi.  Denize, özgürlüğe olan hasretlerinin biricik öznesi yine denizdi, yine gün batımında güneşin kızıllıklarını da bohçasına doldurup tepelerin üstünden yitip gitmesiydi. Ah, ah… Yaz akşamlarında güneşin denizin üzerinden aşıp gitmesini görebilecekler miydi?. Güneş batınca hava kararırdı, geriye karanlıklar kalırdı. Karanlık sözcüğü ikisinde de istemleri dışında bir ürpertiyi, tedirginliği çağrıştırır, bir süre konuşmadan endişeli gözlerle ve birbirlerinden saklayarak göz ucuyla birbirlerine bakar, ortalık sus pus olurdu.  Birisi… Devamı

Kumsalda yaz

Ah şu Mayıs ayları… “Buna da şükür” dedi, “bunca yıllık yaşamımda elimde kalan tek varlığım sabah serinliği, öğle sıcağı, akşam esintileriyle, hayatın bütün kapıları teker teker yüzüme kapanırken, her aklıma düştüğünde kapısını çaldığım, hiç yüzünü asmadan, gelişimi geri çevirmeden güler yüzüyle beni içeri buyur eden, bağrına basan vefa abidem, arkadaşım,sırdaşım, yoldaşım… Merhaba Mayıs…” Elden ayaktan düşmemişti daha çok şükür, kendi başının çaresine bakabilecek gücü vardı, kendiişlerini kendi görüyordu, kimseye muhtaçlığı da yoktu. Eee, ne de olsa yaş kemale ermişti, eski gücünün, kuvvetinin zindeliği yoktu. Birde şu emekliliğini hak edebilse… Gerçi iki buçuk, bilemedin üç yıl sonra emekli olacaktı. Elin işi… Devamı

Issız bir yer

Tesadüfi karşılaşmalarla başlayan hoşbeşlerin yaşam boyu aranan dostlukların başlangıcı olabileceği kimin aklına gelirdi ki. Sıkıntıya gelemem. Bir bahane bularak günlük yaşamın hengâmesinden kaçıp deniz üstü bir tepede alırım soluğu. Deniz iyi gelir, yalnız kalırsınız, kendinizin altını üstüne, üstünü altına getirir, didişir durursunuz. Etrafınızdaki curcunanın farkında bile olmazsınız. Ne ciddi ciddi yavaş, usul sesle tartışanlar, ne her şeyi gırgıra alıp kahkahayı basıverenlerin gürültüsü dikkatinizi bile çekmez. Yalnızca deniz ve siz… Ara sıra bir meltem eser, gömleğinizi havalandırır, “oyalanma da oku” der gibi önünüzdeki kitabın sayfalarını çevirir, tepenizden sürüyle uçan yaygaracı kuşlar çınar ağacının dallarına tüneyiverir. Bir süre onları seyredersiniz. Sonra yine… Devamı

Damlalar

Aslında şimdiye kadar hiç tanımadığım, içinden geçmediğim, kahvelerinde bir bardak çay bile içmediğim o ilin kasabasını beynimde ulaşılmaz bir diyar, benim kutsal mabedim yapan duygu birikimi o kitabın içinde saklıydı. Yeni okumuştum eski, yıpranmış sayfalarına okyanusları sığdıran o kitabı. Şeyh Bedrettin’in varidatı ve üstüne Nazımın Şeyh Bedrettin Destanı… Destanın her satırı ezberimde, yolda belde, yatarken, yürürken dilimin ucunda hep o destanın dizeleri…  Kitabın her sözcüğü, her satırı nakış nakış işledikçe beynime, destanın her satırı dalga dalga geçtikçe gözümün önünden, olayın geçtiği, hiç görmediğim, hakkında adından başka hiçbir şey bilmediğim, hiç görmediğim o il ve kasaba bir tutku olup çıkmıştı… İl… Devamı

Bir entellektüelin iç sıkıntısı

“Kendi dilimiz nerede? Kendimize, aynı saflarda mücadele ettiklerimize anlatamadığımız bir şeyi başkalarına nasıl anlatırız. Sen insansın, belinin kamburunu doğrult, beynine yüklenen prangalara teslim olma, bu esaretindir, bütün bildiklerini yırt at, sözüme kulak ver, kalk ayağa demenin dilini neden öğrenemedik hala… Bütün insanlığın üstüne çöken bu yapışkan, yılışık, arsız sisi nasıl dağıtacağız”… Onlar İki eski arkadaşlardı, gençliklerinde aynı örgüt saflarında mücadele etmişler, ayni ideal için işkencelerden geçmişler, yıllarını cezaevlerinde geçirmişlerdi. Uzun zamandır birbirlerinden haber alamamışlar, nihayet filanca şehirde buluşmak için sözleşmişlerdi. Sarılıp kucaklaştılar, hal hatır sordular, yeniden yeniden kucakladılar birbirlerini. İkisi de değişmişti, saçları ağarmıştı, içinden çıkılması mucizelere kalmış birçok derdin… Devamı

Amin

Yorucu bir günün akşamında önüme çıkan, gözüme çarpan ilk kahveye kapağı atıp , şöyle bir sandalyeye yaslanıp bir sigara eşliğinde demli çayla yorgunluğumu atacağım. Şehrin orta halli bir mahallesinin ara sokaklarından yürüyorum. Vişne rengi gömlekli garson kahvenin bahçesine çay servisi yapıyor, açık hava iyi gelecek. Sessizce yaklaşıp boş masaya bakıyorum. Yüksek sesle tartışıyorlar mı kava mı ediyorlar pek farkına varmadığım öfkeli bir tonuylakonuşanın sesi diğerlerini bastırıyor. Beş altı kişilik bir grup, belli ki arkadaşlar ya da birbirlerini tanıyorlar. Yakınlarına oturup tedirgin etmek istemiyorum. Boş bir masa var, o da aksi gibi burunlarının dibinde… Oturacak bir yer aradığımı anlamış olmalılar ki… Devamı

Pusu

Hikâyeyi, kendi babası anlatmıştı. Kadere bakındı, üç yıl önce de babasının hayranlığını kazanan bu kadının oğluyla evlenmiş, bir buçuk yaşında da bir kız çocuğu dünyaya getirmişti. “Anne” dedi, “yüz ve alın yapısı, gözleri ne kadar da sana benziyor”. “Elbette dedi, o benim bir parçam, tabi benzeyecek”. Çocuğu kucağına aldı, kucaklayıp öptü. Kaşına, gözüne, yüz yapısına baktı, hayretle kendiyle torunu arasındaki benzerliği gördü. “Torunuma yaşayabileceği bir dünya bırakamadım, hiç olmazsa iyi nine olacağım, ona bildiklerimi, dünümüzü anlatacağım. Her halde benden yana utanacağı bir leke taşımayacak”… Gelini, kaynanası hakkında kendi babasından olsun, kocasından olsun epeyce şey dinlemişti de şu “leke” meselesine bir… Devamı

Büyülü Ay

Bir şairin her şiirini sever misiniz, bilemem ama sanki onlarca yüzlerce şiiri arasında sizi şak diye yakalayan bir şiirinin tümü ya da birkaç dizesi en olmadık zamanınızda bir yerinizden yakalar, siz yaşadıkça sürmene bıçağının yürek başınızda açtığı derin, silinmez bir iz gibi, durmadan zonklayan bir yaranın kendini hatırlatması gibi hatırlatır durur dizelerini. Önce, o sizi sarıp sarmalayan dizelerdeki aromanın farkında bile değilsinizdir,  sizin için sadece bir şiirdir, önce okuduğunuz bir şiirden sonra gelen, duygulandığınız, hüzünlendiğiniz, öfkelendiğiniz bir şiirdir sadece.Dilinize pelesenk etmediğiniz, olur olmaz yerde mırıldanmadığınız, özel bir çağrışımı da olmayan sadece bir şiirdir. Şiir hayatı mı yakalar, hayat şiiri mi… Devamı

Tabiat Bilgisi

“Benim oğlum büyük asker mektebinde okuyacak, şöyle pırıl pırıl üniformaları ile çivi gibi, bastığı yerleri titreten bir başçavuş olacak” demişti dedem. “Kara başçavuş diyecekler, onu gören herkes korkusundan gizlenecek yer arayacak”. Hükmetmek, dedeme tanrı vergisiydi, hükmetmek için yaratılmıştı. Onun torunu bu mirasını devralacak “ kara başçavuş” olarak hükmedenler sınıfına katılacaktı. Bu gün dedemi tebessümle anarım. Avuç içi kadar köyde gümüş kamçısıyla topuklu çizmesinin gücüyle hükümdarlık düşü kuran dedem, acaba “hükmediyorum” derken hükmedildiğinin farkında mıydı? . Babamla arası iyi değildi, konu komşuyu sık sık tembih eder, “ benim kara başçavuşumu okutsun” dermiş. Ama önce dinimizi öğrenecektim, bütün duaları ezbere öğrenip, elif… Devamı

Issız bozkırın alacakaranlığında kocaman görünen yıldızların altında ayın ışıkları gözkapağında oynaşıyordu. Hayatın anlamı, mutluluk yaz gecelerinin serinliğinde bütün kaygılardan uzak, endişelerden azade olmaksa, bu tam da kendini tarif eden bir andı, hiç bitmeyecek olan ve hiç bitmesini istemediği… Başını gökyüzüne çevirdi.  Ay çıplaktı, yıldızlar çıplaktı. Ovanın sık, yeşil dallı selvilerinin, dikenli böğürtlen çalılarının arasından birer birer fırlayıp çıkan, göz açıp kapayıncaya kadar firari kaçaklar gibi sayısız sürüler oluşturan, bozkırın gri toprağını aydınlatıp hemen gökyüzü anasının kucağına kaçan ateş böcekleri çıplaktı.Başının üstündeki gökyüzü, ayağını bastığı toprak, çalılıkları yurt yuva tutmuş börtü böcek, sığ derelerde varaklayan kurbağalar, yelelerini rüzgâra verip rüzgârla yarışan… Devamı

Tekerleğin İcadı

Boynuna boyunduruk vurulan öküz kendini ayrıcalıklı hissetti ve her şey tekerleğin icadıyla başladı. Beşbin yıl önceydi ve Avni Arbaş gem almaz atların muhteşem tablosunu yaptığında henüz tekerlek icat edilmemişti ve  Nazım henüz Bursa cezaevinde değildi.  İbrahim Balabanın ise “ıslah edilmiş öküzlerin” boynu bükük tablosunu resmetmesi için beş bin yıl beklemesi gerekmişti. Her şey tekerleğin icadıyla başladı ve Balaban boynunu boyunduruğa uzatırken kendini ayrıcalıklı sayan öküzlerin tablosunu beş bin yıl sonra resmetti.   İbrahim Balaban İlkokulu bile bitirmemiş kan davalısını öldüren gözü açılmamış bir köy delikanlısı iken Nazım “ İbrahim bak bunlar öküz” deyivermişti de öküzlerin içinde büyüyüp öküzleri görmeyen Balaban şaşakalmıştı. Balabanın ressamlığı da böyle başlamıştı ve ustası Nazımın kendisine fark ettirdiği öküzleri başkalarının da fark… Devamı

Karanlığın Yürüyüş Kolu

Gece başlarken gümüş parlaklığı ışıklarıyla aydınlatacağı yeryüzünde, gülümseyen insanların yüzüne düşmeyi bekleyen dolunay, pususuna düştüğü bulutların arasında esir alınırken kurt ve çakal seslerinin uğultuları gökyüzünü sarar… Yarı uykudaki bedenler huzursuzlanır, kımıldamaya başlar. Teker teker çoluk çocuk bütün ev halkı uyku mahmuru gözlerini ovuşturarak endişeyle birbirlerine bakarlar.  Baba, güngörmüşlüğünün tecrübesiyle sakin görünmeye çalışır, aslında en çok korkan da odur ama korkusunu içinde saklayarak kuruyan boğazını ıslatmak için bir bardak su ister. “Yine nerede kim boğazlanmıştır, kimlerin ocakları söndürülmüştür”… Kurt ve çakal ulumaları gecenin altını üstüne getirir… Başı çaresiz öne düşer “ ya sıra bizdeyse”… Göz ucuyla oğullarına, gelin ve kızlarına, torunlarına… Devamı

“Sol” Vicdandır…

Gecenin geç bir vaktinde uyku tutmadı, rast gele bir TV kanalını açtım. Bir yabancı film… Tıp fakültesinde bir bilim insanı öğrencilerine anatomi dersi veriyor, kadavra maketi üzerinde organların yerini gösteriyor… “İnsanın kalbi sol taraftadır… Beynin sağ tarafında hareketlerimizin kontrolünün sağlayan bir lob bulunur”… Gerisini dinlemedim.  Gülümsediğimi hatırlıyorum, bir arkadaşımın “sol vicdandır” , sağ lopçudur” tekerlemesi geldi aklıma… Bir beyin sürüklenmesi miydi beni anatomi dersinden “sol vicdandır” ve “ sağ lopçudur” tekerlemesine alıp götüren… Belki… Belki de son günlerin yolsuzlukları, hırsızlıklarıydı, deveyi hamutuyla yutanların geğirmeye bile gerek duymaması, pişkinlikte emsallerinin bulunmamasıydı… Yoksa “Denizin parkası” mıydı? Sahi kimdi bunu söyleyen?. TV lerin… Devamı

Hayat Hikâyeleri (5 Bölüm)

Hayat Hikâyeleri-01 Pazartesi günlerini hiç sevmedim, geçerli bir gerekçem, belli bir sebebim de yok. Sanırım tamamen içgüdüsel bir tepki. Düşünsene ben orta halli bir özel şirkette ücretli bir çalışanım. Haftanın altı günü üzerime düşen işlerin yorgunluğu bir tarafa şirket sahibinin bir halta yaramaz yakınlarının afra tafralarına iç geçire geçire bir hal olmuşsun, gözün iki de bir saatin yelkovanında… Mesai bitse de kendimi bir dışarı atsam… Medarı maişet derdi işte, şöyle geri çekilip elinde ne varsı, Allah ne verdiyse, patronunu, müdürünü, bunların bokunda boncuk görmüş görgüsüz akraba taallukatını alıp karşına, şöyle sıraya dizip baştan sona şırak, şırak ses getiren tokadı yapıştırıp,… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme Bölüm-1 -DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Marksistlerin ilk elden -Marks ve Engelsin teorik düzeyde, Lenin’in teorik ve pratik düzeyde-  iktisadi yapısından sosyal ve kültürel, felsefi ve ahlaki yapısına uzanan oldukça geniş bir yelpazede kapitalizmin ipliğini pazara çıkaran kapsamlı çalışmaları burjuva dünyasında paniğe neden oldu. Erken Marksizm döneminde Marksist ekonomi politiğe Kautsky ve Bernstein eliyle “cepheden saldırmayı” yeğleyen burjuva ideologları, saldırılarının Marksizm’i doğrulamaktan başka işe yaramadığını anlamalarıyla içine düştükleri çaresizliği  “ kaleyi içten fethetme” kurnazlığını keşfederek “Marksizm’i çürütme” gayretkeşliği ile Marksizm’e saldırı görevini kalenin içine yerleştirdikleri Marksist görünümlü kapitalizmin sadık ideologlarına bıraktılar. Yaklaşık iki yüzyıldır “Marksist görünümlü”  burjuva ideologlar eliyle… Devamı

Sesler ve Renkler

“Hayır” dedi, yaşamın anlamını aramıyorum, bu anlamı daha ilk gençlik yıllarımda o yüzü akı öğretmenlerimden öğrendim, hem de sağlam öğrendim. O günden bu güne Israrla, inatla o anlamı yaşatmaya, yaşarken anlatmaya çalışıyorum. Resim sergilerini izlemeye düşkünlüğümün sebebi budur”… Naif ve kırılgan görüntüsünün altında granit sağlamlığındaki iradesi, net ve duru anlatımı uzaklara bakarken gözlerinden süzülen hüznü gizlemeye yetmediğinin farkında bile değildi. Tanık olduğum konuşma muhtemelen geçmişlerindeki derinliğin saygısıyla iki yakın arkadaşın birbirlerine saygıda kusur etmeyen sohbetiydi. Ne kalmasını bekliyordun dedi,  biz kaldık ya, piştik, deney tecrübe sahibi olduk, yanlışlarımızı amentü bellemeden, atlarımızı hayal dünyamızın cennet vadilerine sürdük. Kim dedi ki geçtiğimiz… Devamı

Masallar Masalı

Masallar ülkesinde hayat, hayatın masalıyla başlar, sürer giderdi. Belde halkı,  o yaz yakıcı günesin altında günlük işinde gücünde iken, ikindiüstü nereden, nasıl geldiği bilinmeyen eli kılıçlı atlıların sinsice beldeye sızmalarını ve ortalığı göz gözü görmez hale getiren bir toz bulutunun ansızın kabarmasını, giderek beldeyi simsiyah karanlıklara boğmasını şaşkınlıkla, elleri yanlarına düşerek izlediler. Kuzey rüzgârlarının hırçın fırtınasının yıkıp attığı beldede sağ kurtulanlardan birisi hariç diğerlerinin hatırlayamadığı, yalnızca birisinin tanık olduğu, dilden dile dolaşan, yüzlerce yıldır kuşaktan kuşağa aktarılan ve bizim öykümüze konu olan büyük tufanın ve kırımın öyküsüdür bu. Tufanın büyük yıkımının tanığı, aykırı ve aksi yaşamından illallah eden belde halkının… Devamı

İkilem

Yanlarına çoluk çocuk, büyük küçük, kadın erkek, hısım akrabaları alıp bayram ziyaretine giden kalabalık bir ailenin erkeklerinin kadınları geride bırakıp, ahalinin kâh yan yana, kâh tek sıra halinde yol almasına benzetirdim, aynı kökteki filizleri geride bırakıp gökyüzüne uzayıp giden ikiz selvi dallarını.  İnsanın kırılma yeri neresiydi, bilinmez, gözle görülmezdi ama işte şu gökyüzünü delecekmiş gibi uzayıp giden ikiz selvi dalları tam çatallarından kırılmıştı. Birisi inadına gökyüzünü delercesine uzayıp giderken, diğeri kaderine teslim olmanın çaresizliği içinde yüzünü toprağa dönmüştü. Yavaş yavaş ölüyor, yavaş yavaş toprağa bırakıyordu kendini. Yaprakları solgun, dalları dirençsiz ve hüzünlü. Ben, görüntüyü seyreden adam, “Topraktan geldik, toprağa gideceğiz”… Devamı

Düş ve Gerçek (12 Bölüm)

Düş ve Gerçek – 01 Kendimle ilgili anlatacağım bir hikâyem yok. Şayet onu tesadüfi bir ortamda tanımamış ve daha sonra yine tesadüfi bir ortamda karşılaşmamız uzun bir sohbetle sürüp gitmeseydi bu öykü de ortaya çıkmayacaktı. Üç beş eş dostun bir araya geldiği, gündeme ilişkin konuların sohbet havasında tartışılacağı bir toplantı için o lokale gitmiştim. Bazı tipler vardır hani yanınızda, yanı başınızda bitiveren, kendi işe yaramazlıklarını başkalarının omzundan “işe yararlığa” çevirmeyi meslek edinmiş hödük tipler… Gittiğim lokal toplantısında bu üç beş eş dostun arasındaydı, doğrusu daha masaya oturmadan içimden kalkıp gitmek geldi ama, bunun kaba bir davranış olacağı düşüncesiyle bir sandalye… Devamı

Bir Kadın Portresi

Çekingen, ürkek gözlerle beni izliyor, bir şeylerden korkuyor da sanki “elin yabancısına ne diyeyim”  tedirginliğinde ailenin oturduğu salona geliyor, gözüme bakıyor, kıvranıyor, tekrar odasına gidiyor… Bu gidiş gelişleri akşamdan geceye tekrarlanıyor. Tedirginliğini sezinliyorum… Tanımıyorum ve bana söylendiğine göre ailenin erkek tarafının yeğeni, abisinin kızıymış… Yani arkadaşımın yeğeni… İş gereği Ankara’dan bu kente gelip gittikçe arkadaşımın evinde kalıyorum. Birkaç geliş gidişten sonra “resmiyet” kırılıyor ve çekingenliği de üzerinden yavaş yavaş kalkıyor… Arkadaşımın eşi yeğenlerinin bir alacağının hukuki yollardan tahsiline yardımcı olup olamayacağımı soruyor, hay hay diyorum. Alacağın dayanağı senet belge ve saire… Sorun bir şekilde çözülüyor. Dışardayım ve telefonum çalıyor. “… Devamı

Memed… Memo

Telgrafın tellerine kuşlar mı konar… Bir zamanlardı telgrafın tellerine kuşların konduğu, akşamın alaca karanlığında dağdan bayırdan, ırgatlıktan herkten, fabrikadan atölyeden dönen, evde kazan kaynatacak kimsesi olmayanlara kıyı kıyıya, evlerimizden akşam çorbası uzattığımız yıllardı. Düğünlerde omuz omuza halaylar çekilen, acılara ortak, sevinçlere paydaş olduğumuz yıllar… Türkçe oyun havalarına Kürtçe zılgıtların eşlik ettiği zamanlardı… Memed türkü söylerdi “ Telgrafın tellerine kuşlar mı konar”.. Memo türkü söylerdi “ Gelini gelini Kürdün gelini”… Memedle Memo eşlik ederler birbirlerine, birlikte söylerlerdi, birlikte gülerler, birlikte hüzünlenirlerdi… Maden ocağında çalışırdı Memed, pamukta ırgattı Memo… Memedin çöken madendeki cenazesini Memo getirdi, Memonun nehre uçan ırgat kamyonundaki cesedini Memed… Devamı

Dalga büyür Tsunami olur

Mülayim, ağırbaşlı, adeta “İstanbul efendisi” dedikleri türden yaşını başını almış biriydi. Öncesinden tanışıklığımız mesleki nedenlerdendi, hitap biçimi ile, oturuşu kalkışı ile diğerlerinden farklıydı, sınıfında bir karizma… Kısaca sorunlarına ilişkin mesleki açıklamalar yaptım, teşekkür etti. Borcunu sordu “yok” dedim. Oysa bu meslek grubu mensupları pek “ teşekkür edilmeye” alışkın değillerdir, başımla onaylayarak ben de ona teşekkür ettim. Pazar gününün bilerek mi seçmişti bilmiyorum,  bana biraz öyle geldi, anlaşılan sohbet etmeye gelmişti. Eğitimli birisi, bir üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmış, yurt dışında bulunmuş, emekliliğini yaşıyor. “Geçen görüşmemizde söylediğin şey mıh gibi beynime çakıldı” dedi, “seninle bu konuda konuşabilir miyiz” dedi. Olur dedim,… Devamı

Bacaksız Gelmedi…

“Dövüşenler de var bu havalarda, el ayak buz tutmuş, yürek cehennem…” Akşamın alaca karanlığının inmesi ile sokakları boşalan ıssız kasabanın ölgün sokak lambalarının aydınlattığı kimsesiz parkı kaç kez dolaştım, bilmiyorum. Gören, duyan olsa eminim deli derdi, kendi kendime mırıldanıp durdum bu şiirin iki mısrasını… Bir avuç cehennem yüreklinin yürüyüşüydü hayat. Kimse bilmezdi hangi kuytuda saklanırlar, hangi meydanlarda kılık değiştirip hangi fabrikada grev gözcülüğü yaptıklarını… Ama ben bilirdim. Tahıl pazarında heybesini omuzlamaya dermanı kalmamış bir ihtiyarın heybesini omuzlayıp köyüne döneceği at arabasına kadar sırtında taşıyan, karşıdan karşıya geçmeye mecalsiz bir ninenin elinden tutarak özenle varacağı yere götüren, sokakta oynarken düşüp kanayan… Devamı

Heyy… Fidel !…

“Durun diyeceğim onlara, bu kadar erken sevinmeyin”… Ama… Haber ajanslarının bültenlerine suyun şelaleden akışı hızında düştü haber… Fidel Castro öldü… Köhne dünyanın efendileri viskilerini yudumlayarak, hem birbirlerini hem haberi kutladılar… Finans merkezlerinin CEO’ları boğazlarını sıkan kravatlarını gevşeterek gülümsediler, Wall Street bankerleri “ sahi mi “ diyerek şaşkınlıklarının gizleyemediği sevinçlerini şampanya patlatarak kutladılar… Fidel Castro öldü… “Durun diyeceğim onlara, bu kadar erken sevinmeyin”… Ama…. Hindistan’ın Yeni Delhi’sinde derme çatma bir gecekonduda çocuğunu emziren annenin eli böğrüne düştü, Fidel’i tanımazdı, Fidel de onu tanımazdı, kadının bütün bildiği Hindistan’ın yoksul gecekondu semtlerindeki çocuklara sütleri Fidel’in gönderdiğiydi. Bir genç kız odasına kapanıp Fidel’le birlikte… Devamı

Utanmak

Hakkımda açılan bir soruşturmada yanımda olmak istedi, savcıya birlikte gittik. Malum dönemde benim değilse de birlikte yargılandığımız arkadaşlardan birinin veya bir kaçının avukatıydı, tanışıklığımız oralardan geliyordu. Cezaevi çıkışından sonra onunla epey bir zaman sonra karşılaştık, kucaklaştık. Hal hatır sormalar, o günlere ilişkin sohbetler, şakalaşmalar, takılmalar…Sonraki günlerde aynı mesleğin mensupları olmuştuk.  Hakkımda açılan bir soruşturmayı duyunca birlikte gidelim dedi, kabul ettim…Onun bürosu adliyeye daha yakındı, akşamüstüydü ve acıkmıştık. Sipariş verilen yemeği beklerken ana caddeye bakan pencereden dışarıyı seyretti uzun bir zaman. Yanına yaklaştım, yüzündeki hüznü gizleyip saklamaya çalışıyordu. “Abi hayrola, daldın” dedim. Gözüyle caddeyi işaret etti, acelesi olan insanların telaşıyla birbirini… Devamı

Yorgo’ya Mektup

Merhaba Yorgo. Mektubum eline geçtiğinde şaşıracaksın biraz, malum birbirini tanıyan kişiler mektuplaşırlar aralarında. Oysa biz birbirimizi yüz yüze tanımıyoruz, hiçbir mekânda, meydanda, caddede, şehirde karşılaşıp ne bir çay içimi sohbet ettik, ne şakalaştık, ne ortak sevinçlerimizi paylaştık, ne ortak kederlerimize üzüldük. Metrik ölçülere göre birbirimizden fersah fersah fersah uzağız belki de. Ben, “Dörtnala gelip uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan” Anadolu’nun ismi cismi bilinmeyen bir köyünde doğup büyüdüm. Gerçi benim de ismim cismim doğup büyüdüğüm köyün ahalisinden başkalarınca pek bilinmez. Siyasetten anlamam, politika bilmem, Borsa, banker, finans hak getire… Adımı kim, nereden nasıl bilebilir ki… Nasıl söylesem Yorgo,… Devamı

Demokrasi ve Din

Demokrasi ve Din Bölüm-1 İslamcı bir cemaat grubunun siyasal İslamcı iktidara karşı giriştiği 15 Temmuz 2016 darbe girişimi esnasında, TRT de okunan bildirisinde “Demokrasiden”, inşasından dem vurmakta, yolsuzluk, hırsızlık yapanlardan hesap sorulacağından ve diktatörlüğe son verileceğine ilişkin bir dizi vaatler sıralamakta, darbe girişimi komitesinin adını da “ “yurtta sulh konseyi” olarak ilan etmekte iken; Darbenin başarısızlığa uğramasıyla birlikte siyasal İslamcı iktidar da darbenin bastırılmasını demokrasinin zaferi olarak ilan etmekte, demokrasinin korunması için iktidarın yetkilileri halkı sokaklara çıkmaya “direnişe” çağırmaktadır. Darbeci İslamcılar demokrasi getirmeyi vaat ederken, siyasal İslamcı iktidar “Demokrasiyi koruduğunu ilan etmektedir. Darbeci cemaate göre “demokrasi yoktur, bunlar darbeyle diktatörlüğü… Devamı

İpsizler Müfrezesi

İki kişiydiler ve inanmışlardı çağın teknolojisinin en modern ateş kusucusunun ellerindeki eski, çakaralmazlarla alt edileceğine… Onlar, çağın teknolojisinin en modern ateş kusucularına mermilerini sürerken, eski çakaralmazların namlularına sürülen yaşam ve namustu. Teknolojinin son harikası silahlar sahipleri gibi yaşamı yok etmeye programlanmış asık suratlı, omuzlarındaki apoletlerinden kuş sürüleri ürken generallerdi… Generaller… Konçlu çizmeleri ve deri kırbaçlarıyla gökyüzünü ateşe vermenin hazzıyla sevişirler, çocuk ölümleriyle orgazm olurlardı… Kadınlar saatlik ve satılıktı ve kendilerini de bir ana doğurmamıştı… Her yerdeydiler ve geçtikleri ovalar yangın, denizler çöldü, yerde bir tutam çimen bitmez, derelerden bir avuç su akmaz, gökyüzünde sabahın alaca serinliğinde bir kırlangıç kanat çırpmazdı…. Devamı

Darbenin Anatomisi

Darbenin Anatomisi Bölüm-1 -DEVLET VE DEMOKRASİ- Pehlivan tefrikasına dönüştürülen 15 Temmuz/2016 başarısız darbe girişiminin nedenleri tartışılırken, sınıfsal karmaşıklığın çok yönlü toplumsal ilişkileri gözetilmeden konu üzerinde ahkâm kesmek, görünürle yetinmek günceli tarihsel olana tercih etmekle eş anlamlıdır. Konu üzerinde birçok varsayımlar üretilip sorunun üstünün örtülmesi, nedenlerinin örtbas edilmesi sorunu ortadan kaldırmaz, tersine kangrene çevirir, yazılı ve görsel medyada yapılan da budur, sorunu magazinleştirmektir. Askeri darbeler tarihin bir mirası değildir ve kapitalizmin emperyalist aşamaya ulaşmasıyla birlikte Emperyalizm olgusunun geri bıraktırılmış ülkelerde devleti ekonomik ve siyasi, toplumsal/sınıfsal ilişkilerde kuşatmasıyla birlikte ortaya çıkan bir olgudur. Devlet elbette kapitalizmin sağlıklı geliştiği, siyasal ve ekonomik bağımsızlığı… Devamı

Sıcak Yaz

Rahmetli anam, hiçbir baltaya sap olamayışımdan yakınır, bu gidişle de hiçbir halta yaramayacağıma dair kesin kanaatini  “nem ki nem” diye kestirir atardı. Hani haksız da sayılmazdı. Daha çocukken ilkokulda çalışkanlığı köyün diline düşmüştü de, öğretmenleri ısrarla beni okutmaları için ekmek bulsa soğan bulamayan, soğan bulsa ekmek bulamayan anama babama nasıl ısrarcı olmuşlardı. Valla bu oğlan cin gibi bir çocuktu, zekiydi, hesabı da kuvvetli. Onlar da o yaşta umut bağladıkları çocuklarını ortaokula göndermişler, çocukları ortaokulda da rüştünü ispat etmiş, hep sınıf birincisi olmuştu. Köylülerimizin, benim ne olacağıma ilişkin meraklı sorularını babam köy odasında köyün erkeklerine, anam yolda belde karşılaştığı köyün kadınlarına… Devamı

Gülümseyin Çocuklar

Hiç yakışıyor mu bahar sana, kendine nasıl yakıştırabildin taşı taş üstünde, başı baş üstünde bırakmamaya yeminli bu yaban, bu cinnet topluluğunun görünür görünmez, bilinir bilinmez yaratıklarının ensemizde hissettiğimiz soluklarının karabasana dönüştüğü melanetli günlerin şafağında allı morlu, kırmızılı beyazlı çiçeklerini sere serpe salıvermek sokaklara… Ne vurdumduymaz, ne kadar gamsızın birisin… İnadıma mı yapıyorsun, amacın beni delirtmek mi? O ne öyle sabah uyku mahmurluğunda, yarı uyur yarı uyanık halimde kumru seslerini getirip kulağımın dibinde melodiler söyletmek, binbir çiçeğin kokusunu harmanlayıp serin bahar yelleriyle burnumun ucuna sürükleyip getirmek… Sonracığıma şıp şıp esrikliğinde o köpüklü dalgaların kumsalla öpüşmesi, zeytin dallarının sanki Darülaceze gibi sahipsiz… Devamı

Alevilerin Devrimcileşmesi mi, Devrimcilerin Alevileşmesi mi?

Alevilerin Devrimcileşmesi mi, Devrimcilerin Alevileşmesi mi? Bölüm-1 Yaşanan pratiğin görüntüsü, zaman içinde pratiğin içeriğine, oluşumuna ve olgulara ilişkin sonuçların da sorgulanmasını zorunlu kılar, pratiğin maddi ve toplumsal analizine dair biriken sorulara karşı cevaplar bekler. Bu bir yol ayrımıdır ve sınıf mücadelesinde farklılıkları ve farkındalıkları ortaya çıkaran turnusol kâğıdı görevi görür. Bizi bu sorgulamaya iten sebep, elli altmış yıldır egemen sınıfların siyası/politik temsilcisi siyasi iktidarları denek olarak kullanan, vücudunda mayalanan, koltuk altında beslenen çağ dışı hastalığın, yerel bölgesel alanlarda egemenlik kurarak serpilip gelişmesi, giderek ülke genelinde alenileşmesi ve gelinen noktada toplumsal egemenliği ele geçirmesi karşısında, solun, sosyalist ve komünist hareketlerin bu… Devamı

Haziran Sendromu

Kasvetli, uzun kış gecelerinin birbirine benzeyen, birbirini tekrar eden usanç verici gecelerinin solgun renkli, uyuşuk, iğreti mekânlarında gördüğünüz bir düş’ün görülmeye değer, şöyle ayaklarınızı yerden kesip sizi kanatsız uçuracak bir düş olmadığının farkında bile olmazsınız, bu düşün öylesine yabacısısınız, öylesine uzaksınız ki insan olmaya böyle bir düşü özlemeye, her bir ilkelliği tıka basa doldurduğunuz “fıtratınızda” yeriniz de kalmamıştır. Dilim sürçüp “bilirsiniz bilmesine de” diyecektim ama aslında bilemezsiniz, bilmek size göre de değildir alsında. O yüzden rahatsınızdır kendi içinizde, bok böceğinin bokun içinde rahat olduğu kadar rahatsınızdır. “Olmam gerektiği burası işte, nihayet” dedirtecek bir düşün nerede filizlendiğine aklınız da pek ermediğinden… Devamı

Mahşerin Atlıları

Bugün Pazar… Hafta içinin hummalı koşuşturmalarından, Cumartesinin “yarın yazarım uyuşukluğundan” fırsat bulup yazamadığım ve dergi yönetiminin gittikçe artan nazikçe uyarılarını, muhtemelen aldırmazlığıma “la havle” çekerek “yetti artık ulan, yazacaksan yaz artık” sabır sınırlarını daha fazla zorlamadan yazı makinesinin başına oturdum. Pazar yazısı yazacağım… Etliye sütlüye karışmadan, elin üç oğlağına beş keçisine kafayı takmadan, fincancı katırlarını ürkütmeden… Ve de zülfü yare dokunmadan…Hani Nazımın “ toprak, güneş ve ben… Bahtiyarım” türünden… Siyaset, politika, ekonomi, savaş, göç, kadın cinayetleri “ şeylerini” eline alıp nereyi bulurlarsa oraya “sokmaya” teşne âlimlerin, henüz cinsiyetlerinin farkında bile olmayan oyun çağındaki kız çocuklarının gülüşlerinde günah arayan, oğlan çocuklarıyla… Devamı

Gri ve Yeşil

Dehşet mi, olağan bir hal mi? Bunca yıldır kapitalizmin toplumsal ve insan boyutu, kültürü, sanatı, felsefesi, ideolojisi konusunda yazarım, çizerim. Çoğunu kuşkuyla karşılasam da bok çukurunda karanfil yetişmeyeceğini adımın ötesinde bilsem de kapitalizmin merkezlerinden, kurumlarından yapılan bir açıklama, kalemşorlarının dudaklarından dökülen sahte gülümsemeler zaman zaman içime bir su serper, bu aşağılık, insan soyunun en büyük düşmanından insana ve hayata dair şöyle tırnak ucu kadar bir şeyler ararım, boğulmuşluk havasından bir an kurtulur, yaratılan serinliğin suni ve sinsiliğini anlamam uzun sürmez, başa dönerim yine… Lanet olsun şu cehaletime, bilgisizliğime… Şeytan, koynunda uyanmak istemediğim düşler vaat edip beni şehvetle sarmalarken, esrikliğin en… Devamı

Toplanın, geri dönüyoruz

Yabancısıydım onların. Ayrı dünyalardan, ayrı coğrafyalardan gelmiştik. Suyumuz ayrı, huyumuz ayrı. Kader işte, her nasılsa kesişiverdi yolumuz bir ilkyaz ikindisinde. Onlar Şubatın dondurucu ayazından kaçıyorlardı, ben Martın ansızın ısıtıveren güneşinin yakıcılığından. Onlar allı yeşilli, sarılı kırmızılı, morlu siyahlı çiçektiler, ben iki ayaklı, tek burunlu iki gözlü bir âdemoğlu. İlk tesadüfî karşılaşmamız kışın bitip baharın başladığı işte şu daracık merdivenlerde oldu, aheste aheste indiğim merdiven basamağında omzuma çarpıp beni kenara ittiler. Kenara çekilip yol verdim. Özür dileyerek ürkek, tatlı bir tebessümle teşekkür ettiler. İstemeden, kasıtsız bir çarpışmaydı. Önce en önden kaçan, sonra arkasındaki, sonra üç kişi, beş kişi derken düzensizliği ilke… Devamı

Masayı Kim Devirdi?

Beni tanıyorsunuz değil mi?.  Her ne kadar mesleğim müdürlük değilse de adım Hıdır. Adı, sanı, namı iki kapı komşunun ötesinde bilinmeyen beni bir siz tanırsınız zaten başka kim tanısın ki… Her ne kadar adım Hıdır ise hiç kimse beni bu ismimle çağırmadı. Bildim bileli adım mızmız oğlan. Zaten Hıdır deyince siz de şaşırdınız, kim bu diye. Ben mızmız oğlan… Biliyorum, hareketlerime tavırlarıma güler, alaya alırsınız ama yine de beni sevdiğinizi bilirim. Sokak aralarında güngörmüş büyüklerimin, kapı önlerinde “ıradıyon Anşa”nın borazan gibi sesiyle bütün mahalle kadınlarını sorguya çeker gibi  “masayı kimin devirdi”ğine ilişkin tellallığı bende öyle bir merak uyandırdı, öyle bir… Devamı

Eşkiya Zamanlar

“Bu ne ya dedi, dağda mı yaşıyoruz, eşkıyalık düzeninde mi yaşıyoruz”… Annesiyle gitmemek için inatla direnen çocuğunu çekiştirerek sürükleyen genç kadın, kasabanın tenha sokaklarında arsız bir sırıtışla sırnaşan yarım efe kasaba delikanlısının kendisine musallat olmasından paniğe kapılmış, ansızın dar sokaktan çıkan adamı canına minnet bilip kenar mahallenin bıçkınına böyle posta koymuştu. Adam durumu hemen anlamış, özenle belinden çıkardığı gümüş kakmalı kamasını sırnaşık bıçkının bacağına saplayıvermişti… Kadını kaş göz işaretiyle olay yerinden uzaklaştırmaya çalışırken, bir taraftan da kadına “ keşke eşkıya düzeninde yaşasaydık” dedi, “ bu pislikler boka yapışmış böcek gibi inlerinden çıkmaya cesaret edemezlerdi, eşkıyalık devri bitince, çakallara gün doğdu”… Devamı

Uğultu

Ekin sanat dergisinin kasım sayısı için yazı zamanımın geldiğini söylediler. Yazmalıyım… Şöyle çelikten çivi gibi bir yazı olmalı, duvarları parçalayıp, sarayların kalbine çakılmalı, hanedanların korkulu rüyaları olmalı… Vallaha mı lan… Haaa, haaa, haaa… Hassiktir, bunun yazıyla çiziyle olmayacağını sen de biliyorsun ama zevahiri kurtarmanın ucuz yolunu buldun… Yaslan oğlum yaslanabileceğin kadar, bir gün nasıl olsa sırtını dayadığın o yastığı bulamayacaksın bu gidişle… Iıhhh… Yazı yazmak istemiyor canım… Her defasında bir yudum aldığım çay ikinci yudum da buz gibi oluyor… Kış güneşinin belki de son ışınları altında ruhum kararıyor. Önümdeki gazeteyi bir hışım buruşturup fırlatıyorum. Başka bir gezegende başka bir yerde… Devamı

Hafifliğin Derin Analizi

Yılın son güzüydü, güneş yaz mevsimi kadar cömertçe ısıtmasa da şöyle bir görünmesi de yetiyordu bir tişört bir şortla sere serpe sokağa çıkmak için. Kaygısız görünümüne yakışmıştı üzerindeki kıyafet ya da görünümüne uyum sağlamak için kaygısız rahat, kendinden emin görünmeye çalışıyordu. Yok, sandığınız ya da tahmin ettiğiniz gibi bir hoppa bir boş vermiş, ya da ne bileyim bir gösteriş budalası da değildi. Yüzündeki ifadeyi anlamak için alfabeyi okumanız yeterliydi, tersine kaygılı ve endişeli haliyle görünümünü kendisi yalanlıyordu. Seçim günü yolda karşılaştık, bilmem kaç yıl önce aynı üniversiteden arkadaştık. O gün de farklı kulvardaydık, bugün de. Gerek ideolojik gerek örgütsel konularda… Devamı

Teröristler…

Onu müdavimi olduğum kahve ortamında tanımıştım, “gurbetçi” idi, uzun Yıllar Almanya’da çalışmış, emekli olmuş, birikimiyle Antalya’dan bir ev alıp buraya yerleşmiş… Gençliğinde MHP, Ülkü ocakları gibi faşist yuvalarında “arz-ı endam” eylemişti. Tanışmamız da zaten bu yüzden olmuştu, kendisiyle birlikte gelenlerin oturduğu masadan gelen kaba milliyetçi lakırdılarına tahammül edemedim. Özellikle kahveye gelen kürtlerin gözünün içine baka baka rencide edici kabalıkları sinirlerimi bozdu… Oturduğum yerden kalkıp masalarına oturdum, içlerinden bağıra çağıra yüksek sesle, muhtemelen birilerinin kendisini duyma hevesiyle konuşana “ senin hakaret ettiğin insanlar da var burada, madem buraya geliyorsun neden bu insanları rencide ediyorsun, kalkıp onlar da sana hakaret etseler haksız… Devamı

Ey Uygarlık… Sus Artık…

Gece kuşağı filmlerine bayılırım. Günün yorgunluğu iradem dışında bedenimi bir külçe gibi oturduğum kanepeye mıhlayıp gözümü açacak hal bırakmamışsa, kahpe felek yapacağını yapmış, beni güldüren, eğlendiren gece kuşağı filmlerini izlemekten mahrum bırakmıştır. Uyuyup kalma huyumu iyi bildiğim için bütün önlemimi alır, o gece çay, kahve uyku kaçırıcı ne varsa hepsini boca eder, feleğe meydan okurum. İzlediğim filmlerin mekânsal görsellerinin görkeminde üzerlerine ödünç geçirilmiş endamlarıyla iğreti şık bayanlara, kalıbının adamı olmayan centilmen erkeklere yer yoktur. Köylü amcalar, ağabeyler, ablalar kâh herk tarlasında toprağa gömülü sabanı çekmekte zorlanan bir çift öküzün boyunduruğuna güç verirler, kâh ırgatlık tarlasının dikey yamaçlarında koro halinde şarkılar… Devamı

Post Modern Bir İşgal Hikâyesi

Farklı sol geleneklerden gelmemize, o günlerde birbirimize çok “yüklenmemize” karşın, en şiddetli tartışmalarımız da bile birbirimize karşı kırıcı, yaralayıcı bir dil kullandığımızı hatırlamıyorum. Kırk yıllık arkadaşlığımızda da bu samimi, içten ilişkilerimiz hiç bozulmadı… Ufak tefek iğnelemeler dışında… O beni biraz  “erken” bulurdu, ben onu gereğinden  “yavaş”… Kimsenin haklı çıkma diye bir derdi de yoktu üstelik.  İkimizin derdi de kişisel sınırlarımızın dışında olan biten karşısında üzerimize düşen müdahalenin biçimi, takınılması gereken tavra ilişkindi. “Seni özledim” dedi. “Gelsene” dedim. “Epeydir görüşemiyoruz”. Sözümü bitirmeden kapı zili çaldı, karşımda… Kucaklaştık, Hoş, beş… Sürpriz yapmış. Rahat, nefes alacağımız bir parka geldik. Çaylarımızı yudumlayıp tavla oynayacağız…… Devamı

Gulyabani

Ne zaman Karadeniz yöresine doğru bir yolculuğa çıksam otobüslerin zorunlu güzergâhı üzerinde olan kasabamıza yaklaşırken bir heyecan bir heyecan… İçim içime sığmaz. Oysa Ankara terminalinden başlayan yolculukta ne kasabaya uğramak vardır ne de Ankara-Samsun asfaltının ortasından yarıp geçtiği köyümüze dönüp bakmak… Otobüsümüz Kasabanın girişinde bulunan dinlenme tesislerine geldiğinde acele acele hemen muavini uyarırım… “Muavin kardeşim, Sungurluda inecek var!…” Muavininin ters ters yüzüme bakarak “ abi sen Samsun yolcususun, daha gelmedik ki” uyarısına “ yok yok, Sungurluda ineceğim” yanıtıyla muavin sol elini havada sallayarak “ in be adam” dercesine beni kibarca asfaltın ortasında bırakır, Sungurluya kadar dört beş kilometre yolu kâh… Devamı

Kıyamet sesleri

Akşam, yatağına girerken kaygısız ve rahat bir uyku uyuma hayali yine karabasana dönüştü. Sabaha karşı yıldırımları odanın içini keskin bir aydınlığa büründüren gök gürültüsünün şiddetli patlamalarıyla sıçradı. Arka arkaya çakan şimşeklerin alazı yüzüne vurup gözlerini kamaştırırken, uyku sersemliği ile bir an nerede olduğunu kestiremeyip, balkona çıkan koridoru şaşırdı. El yordamıyla koridorun duvarını takip ederek balkona çıktı. Caddenin boydan boya kesilen elektrikleri caddeyi karanlığa boğmuştu, evlerin pencerelerinde ışıldayan bir ışık aradı. Cadde boş, karanlık ve yalnızdı.  Caddeyi kendi yalnızlığıyla özdeşleştirip ürperdi.  Fırtınanın şiddetinin kendisini de savuracağını düşünerek balkonun demirlerine sıkı sıkıya tutunarak boydan boya caddeyi izledi. Fırtınanın şiddeti yağmurun şiddetine karışmış,… Devamı

Köpeklerin Gecesi

İstanbul Hukuktan İdare Hukuku hocamız İL HAN ÖZAY ilginç bir kişilikti. Söylenenler doğruysa 12 Eylül faşizminde yurt dışına çıkmış, ABD’den Japonya’ya birçok ülkenin Hukuk fakültelerinden davetler almış, bu ülkelerin Hukuk Fakültelerinde öğretmenlik yapmış… Türkiye’ye döndüğünde İstanbul Hukuk Fakültesinde öğrencisi olmuştum. Sınav sorularının “alışılmamış” sorular olduğunu söylerlerdi.  Soruların alışılmamışlığı nasıl olur diye de merak ederdim. O yılın Mayıs ayıydı. Çıldırtan, coşturan, kederlendiren, başınızı alıp gitme isteğinizi bastıramadığınız, içinizin kıpır kıpır olduğu ay, Mayıs… Nihayet yazılı sınavda soruları önümüze sürdüler. Hani biz kitap içeriğinden sorular bekliyoruz ya, ne gezer. Efendim “Diyarbakır olağanüstü hal valisinin konağını akrepler basmış, sarayın içi dışı akrep dolu…. Devamı

Kimlikleriniz Lütfen

Bir günlük gazetenin sekiz sütuna manşet haberinde yer alıyordu. İstanbul’da bir tiyatro topluluğunun badem bıyıklı oyuncularının üzerlerinde Nazi üniformalarıyla Beyoğlu’nda ne işleri olabilirdi ki? Haberin ilk satırlarını yakından okuyunca dehşete düşüyorsunuz. Nazi üniformalı adamlar Beyoğlu caddesini kesmişler, gelenden geçenden kimlik soruyorlar. Kimlik bitte… Kimlik bitte… Kimlik bitte… Kimlikleriniz lütfen… Hiçbir itiraza mahal kalmadan cicili bicili beyler hanımlar, yakışıklı delikanlılar, genç kızlar, gelen geçen kim varsa Nazi göstericilere bir zorluk çıkarmanın ötesinde onların işlerini kolaylaştırmak için kimliklerini cüzdanlarından, çantalarından çıkarıp sıraya geçmişler Nazilerin eline uzatıyor. İtirazsız uzatılan kimlikleri inceleyen Nazi kılıklılar kimlik sahibini şöyle bir yukarıdan aşağı süzüp, yarı alaycı, kaş… Devamı

Işıkları Söndürün Lütfen

Şayet çalakalem yazdığım yazıları Ortaokul öğretmenim sevgili hocam Tayfur Bey okuyorsa eminim içinden “ yok canım, ne dersem diyeyim, kırk yıl önceki kompozisyon çala kalemini bugün değiştirmedi. Retorik hak getire, hitabet sıfır. Kulaklarını çeksem eşek kadar adam oldu, bu çocuk adam olmayacak ” dediğini duyar gibiyim.  Sevgili hocam ne diyeyim ki, bizlere gösterdiğin özenin yazı yazma” konusunda ” karşılığını bulamamanın bir gerekçesini bulamam, kendimi “mazur” gösteremem ki. Gözünüzden kaçmayan haylazlıklarımız, karşılığını kulaklarımızı çekmede bulsa da kızarken bile nasıl bir baba, ağabey gibi gülümsediğini hiç unutmadım. O sert görünümünüzün, kaya gibi duruşunuzun altında yatan çocuk yüreğinizden neler geçtiğini nasıl bilmem çocuk… Devamı

Kâbus

Çocukluğumda anamın en çok tedirginlik duyduğu yanım “alttan almamayı” bilmememmiş ve bu yüzden ileride başımı derde sokacak bir şeye maydanoz olmamdan korkarmış. Hatırlıyorum elbette bölük pörçük de olsa. Köy çocukları arasında bir meydan kavgasında en çok da benim kaşım gözüm patlar, kafam yarılırdı. Ağzım burnum kan içinde eve gelmekten de çekinirdim ama bir yolunu bulan anam o gün müneccim gibi benim yine bir yerlerimin kırılmış olacağını düşünüp köşe bucak beni aramaya çıkarmış. Anamın köteğinden korkardım da. “Gâvur çocuğu ne senden çektiğim her gün bir kavga, her gün bir dövüş… Kafanda kırılmadık yer kalmadı” der, bir güzel paylardı beni. Hemen oracıkta… Devamı

Kahramanlar Geçidi

Şayet benim gibi sokaklarını yalnızca ay ışığının, evlerini ölgün, sarı ışıklı gaz lambalarından başka aydınlatacak ışıklı cisimlerin bilinmediği bir köyde doğup büyümüşseniz beyninize kazınan ilk kahramanlarınız sürüde yarım ay boynuzlu koç, sığırda boynu mavi boncuklu, boynuzu muskalı, ala benekli tosundur. Her ikisi de etrafında çizdiği dairede başını yarı döndürüp ön ayağı ile toprağı eşelemeye başlayınca sürünün ya da sığırın aklı başından gider, bir alay dolusu yaratık onların da kendileri gibi bir baş dört ayaktan ibaret olduklarına bakmaksızın başlarını birbirlerinin kıçına sokarak başlarlar kaçışmaya… İşte, kahramanınız bir kez daha rüştünü ispat etmiştir, bütün meydan onlarındır… Sadece benim değil, bütün yeryüzünün eşsiz… Devamı

Kederli Kentin Şövalyesi

-Suphi Nejat Ağırnaslı’nın anısına- Masallara özgü vakur duruşlu adamdan belleğinde iki anısı kalmıştı. Kıstırılmışlıklarını boyunlarında onur nişanesi gibi taşıdıkları günlerdi. Kızılay’da çembere alındığı polis koridorunu yırtıp nefes nefese ara sokaklara daldı. Kızılay, Doğudan Ayrancı-Çankaya yönüne, Batıdan Sıhhiye-Ulus yönüne tutulmuş, her yer polis. Bir sokaktan, bir caddeden diğerine geçişte kovalamacıyı buradakiler devralıyor, oyun aralıksız devam ediyor. Yakalanması diğer devrimcilerin moralinin bozulması açısından önemli çünkü tazı gibi koşardı ve polisin onu mitinglerde boykotlarda yakaladığı vaki değildi.  Anlaşılan bunların hepsi zincirleme onu yakalamak için seferber edilmişti. Caddelerin, sokakların tutulmuş olması onu yakalamaları anlamına gelmiyordu ve yakalanmayacaktı.  Kaçacağı, şaşırtma vereceği ara sokakları iyi biliyordu…. Devamı

Stalingrad, Balkanlar…Ya da Kobani

(BİR GÜN TARİH DE KONUŞUR) Yeni sömürgeciliğin değişkenleri adlı on yedi bölümlük irdelemenin birkaç bölümünün küresel kapitalizmin 21.yüzyıl ideologlarından Fukiyama ve Huntington’a ayırmamız elbette nedensiz değildi. İŞİD’in Kobani’ye saldırısının görünen sonuçları üzerinden çözüm arayışlarına gitmek, bataklığı görmezden gelerek tek tek sivrisineklerle uğraşmaktır. Kestirmeden söyleyelim: Kobani pratiğinde İŞİD emperyalist/Kapitalizmin bataklığında üretilen, beslenen, donatılan sivrisineklerdir ve Kobani’de Kürtlere musallat edilmişlerdir/ olmuşlardır. Her asalak yaratığın beslenmek için insan kana ihtiyacı vardır ve Kobani’de bir halkı yok edercesine kan dökmelerinin de şaşılacak bir yanı yoktur. Devrimciler açısından şaşılması gereken, sebeplerin ötelenerek günlük sonuçlar üzerinden varsayımlar üretmektir. İŞİD nezdinde görülmesi gereken Emperyalist/Kapitalizmin beslenmek için kana… Devamı

Sınıfsal İçgüdü Üzerine İki Not

(AZ GELİŞMİŞLİĞİN KAPİTALİZMİ Mİ, KAPİTALİZMİN AZGELİŞMİŞLİĞİ Mİ?) Soma kömür madenindeki sonucu önceden kestirilebilen kitlesel katliamın dördüncü günü biterken, yazılı ve görsel medyada haberler, yorumlar, açık oturumlar birbirini izledi. Toplumsal “acıma algısının yaratılmasında” medyanın oldukça başarılı olduğu teslim edilmelidir. Oğlunu, eşini, yakınını kaybedenlerin acıları sömürünün sarmalında bir görselliğe dönüşüyor, en muhalif olanların tepkileri, olayı duyurma biçimleri ve yorumları bile “işverenin gerekli güvenlik önlemlerini almadığının” ötesine geçmiyor. Katliama duyulan tepkinin yarattığı iktidara yönelik öfke iktidar sahipleri tarafından tekme-tokatla karşılık bulurken resmi güçler yine biber gazlarıyla, tomalarıyla acılı insanların içgüdüsel tepkilerine göz açtırmıyor. İktidarın resmi güçleri olay yerini, maden ocağı çevresini kuşatıp kuş uçurmazken,… Devamı

Hançerinde Fesleğen Büyüten Bedevi (Yeniden)

(Yazı 2002 yılında yazıldı. Ekin/Sanat dergisinin muhtelif sayısında yayımlandı. Paris, Londra, Roma, Fransa, İngiltere, İtalya… Ama bir de Türkiye vardı. 2013 yılının Haziranında sıra Türkiye’nin “çapulcularındaydı ve bu bir nöbetti. Selam olsun size ülkemin “çapulcuları”… Bir ülkeyi dirilttiniz, ölüydüm… Beni de dirilttiniz…Yazıyı olduğu gibi yeniden yayımlıyoruz.) Aynı fotoğrafın karesindesiniz, aynı çizginin izdüşümünde. Rüzgar Paris’in banliyölerinden İstanbul’a mı esiyor, İstanbul’un gecekondularını çapraz yalayıp geçen ay, Paris’in işçi mahallelerine mi düşüyor? Fotoğraflar ne çok karışıyor birbirine,  İstanbul neresi, Paris hangisi… Haber bültenlerinde, siz Paris’te yaşayan yetmiş iki millete uygun bulunan sıfatlar, bizim buralarda yaşayan yetmiş iki millete layık görülen sıfatlarla nasıl da… Devamı

Kürt Hareketi “Destan ve Ağıt”

“Kürt hareketine yakılan lirik destanın trajik bir ağıta dönüşmemesini umuyoruz” “Bizim oğlanlardan devşirme oğlanlara ve Türkiye’de karşı devrim süreci,1980-2008” başlıklı yazılarımızda, tartışmaya çalışacağımız bu yazının ipuçları verilmiş, ancak konunun dağılmaması için, tartışma konusunun ayrı bir yazı dizisi olarak irdelenmesi gerektiği düşünülmüştü. Tartışılan konunun, evrensel ölçekte yaşanan olayların “sınıf mücadeleleri” ilişki ve çelişkileri kapsamında cereyan ettiği ve “akademik araştırma derinliğinde” olduğunun bilincindeyiz. Ancak, gerek zaman açısından gerekse olanaklar açısından yazımız bir akademik araştırma boyutunda olmayıp, yatın tarihsel sürecin “gösterilmeyen, üstü küllendirilmeye çalışılan” sınıfsal karakterine işaret edilmekle yetinilecektir. İşaret edilmeye çalışılan evrensel boyutta cereyan eden sınıf ilişki ve çelişkilerinin ülkemizdeki özgün görünümü “Kürt… Devamı

Demokrasi ve Diktatörlük

Tarih sahnesine çıkışından beri burjuvazi ne zaman “yönetemez” duruma düşmüşse, “yönetememe”  gerekçesini, demokrasinin kurumsallaşmadığına bağlamış, yönetilebilir bir toplum yaratmanın yöntemini de demokrasinin toplumsal sınıf ve katmanlarda yerleşmesi olarak görmüştür. Egemen sınıf olarak burjuvazi bu tezini toplumun sözü geçen ve etki alanı yaratan, kanaat önderlerine, yazar-çizer kesimlerine de ezberlettirmiştir. Bu gün her kesimden, sağ-sol, liberal, irticacı, faşist bütün kesimlerin koro halinde bıktırırcasına tekrarladıkları nakarat  “toplumsal açmazdan kurtulmanın” reçetesi olarak demokrasinin işlerlik kazandırılmasıdır. Bunlara göre, -söyleyenlere göre, ama söyletenler asla böyle olmadığının çok açık bilincindeler- demokrasi öylesine bir kuş ki, bu kuşun havalanması için “istemek” yeterlidir, hele bir istenince dünyanın en gelişmiş demokrasisini… Devamı

Emperyalist Kapitalizmin Yeni İmajı:AB

Mizahçılara inat bir bilim adamı “savaş ve terör”ün tanımını yaparken “büyük devletlerin terörüne savaş, küçük devletlerin savaşına terör denir” diyor. Emperyalizmin ABD eliyle ve öncülüğünde yürüttüğü savaşlar 20.yüz yıl ortalarında ABD nin saldırgan yüzünü ve kullanılan yöntemleri bütün çıplaklığı ile ortaya çıkardı. Dünya halklarının gözünde ABD artık bir katil ,bir sömürgecidir.Otuz yılı aşkın süredir Vietnam’da,Kamboçya da, Laos gibi Asya ülkelerinde doğrudan, Latin Amerika ülkelerinde faşist işbirlikçileri eliyle uyguladığı vahşet ABD nin emperyalist politikalarını uygulamada “ havuç ve sopa” ikileminde “sopa”yı, yani doğrudan ve açık biçimde “zor”u araç olarak kullanmasındandır. Biraz aşağıda değineceğimiz gibi “havuç politikasını tamamen terk ettiğini düşünmek saflık… Devamı

Tamil-Elam Kurtuluş Kaplanları Deneyimi ve Bir Kez Daha Yurtseverlik Üzerine

Geçtiğimiz on beş günün dış basın haberleri, Sri-Lanka ordusunun, Tamil-Elam Kurtuluş Kaplanları hareketini askeri olarak çökerttiği, gerillaların topluca öldürüldüğü haberlerine geniş yer verdiler. Etkinlik kurdukları bölgede adeta “ayrı devlet” konumu gücündeki ve otuz yıllık deneyime sahip bir gerilla hareketinin, Sri-Lanka ordusunun askeri gücü karşısında aldığı ağır yenilginin nedenleri hakkında bir kez daha düşünülmesini zorunlu kılmaktadır. Kitle dergisinin daha önceki sayılarında ısrarla vurguladığımız bir olgunun, “sosyalizm ve yurt severlik” konusunun yeniden gündeme taşınmasının nedeni, Tamil Kurtuluş Kaplanları hareketinin özelinde yeniden düşünülmesi gerektiğidir. Sri Lanka, iki ayrı etnik kökene dayalı, Tamilllerin ve Sinhallerin yaşadığı bir ülkedir. Ülke yönetiminde Sinhaller egemendir. Kaplanların çıkış… Devamı

Küresel Kapitalizmin Demokratları

10 Aralık 2005 tarihli Cumhuriyet gazetesinin iç sayfasında “CIA skandalı Berlin’i sarstı” başlıklı haberi elbette bizim dışımızda pek çok insan okumuştur. Haber şöyle devam ediyor: “Irak’a saldırıya karşı çıkan Schröder yönetiminin bir çok konuda ABD ye destek verdiğinin ortaya çıkması şaşırtıyor.Alman hükümetinin bazı üyelerinin üzerindeki “CIA bulutları” giderek kararıyor. CIA’nin ,Irakın işgali ve terörle mücadele kapsamındaki yasadışı bir çok faaliyetinde , Almanya’nın en üst düzeyde temsilci bulundurmuş olabileceği savlarının artması, dehe da tedirgin edici boyutlar kazandı.CIA’nin sorgularına Alman ajanlarının katıldığı…” şeklinde haber sürüp gidiyor… Sözü edilen kişi , CIA’nin keçırarak beş ay sorguladığı kişi Lübnan kökenli Alman vatandaşı Halit el… Devamı

Bizim Oğlanlardan Devşirme Oğlanlara

TÜRKİYEDE KARŞI DEVRİM SÜRECİ 1980-2008 Yazının amacı, “bir şeylerin yeniden keşfi” olmayıp, somut olgulardan hareketle karşı devrimin gelişme çizgisini izlemek ve antiemperyalist-antikapitalist sınıf hareketi açısından olanlar, olması gerekenler ve olabilirlikler üzerinde tartışmaktır. Yazının başlığından da anlaşılacağı gibi, karşı devrim sürecinin 1980’lerden itibaren irdelenmesi, bu tarihin bir başlangıç değil, karşı devrim açısından bir dönüm ve yapılanma sürecinin başlangıcı olduğu nedeniyledir. Karşı devrimin yapılanmasının “niçin 1980” tarihi alındığına ilişkin irdelemenin bu tarihe kadar olan gelişiminin açılımı için Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş sürecinin kısa bir özetinin zorunlu olduğunu düşündük. Bu nedenle giriş bölümü Kuruluş süreci ile 1960 dönemini kapsayacaktır. 1950’lerde başlayan emperyalist-kapitalizme adapte olma… Devamı

Kapitalizm Nereye? “Gerçek ve Fantazi”

İki bin on bir yılının Şubat-Mart aylarında küresel krizin Avrupa’da yarattığı panik karşısında ABD zoraki “soğukkanlı” görünmeyi yeğlemesine karşın, ABD’nin de bu zoraki soğukkanlılığı ancak birkaç sürdü. Haziran ayında kredi kuruluşları ABD ekonomisinin girdiği darboğazı peş peşe açıklamaya başladılar. AB deki panik karşısında “bize bir şey olmaz” diyen AKP hükümeti ABD’nin de bir açmaz içinde olduğunu itiraf etmeye başlamasıyla “kriz geliyor” demeye başladı.Kapitalizmin yeniden örgütlenmesinin ve şişmesinin de, onun ölümünün de nedeni olacak olan “kapitalizmin Krizi”nin, sınıf mücadelesinin örgütlenme ve atağa geçmesinin, işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesinin işaret fişeği olması açısından izlerinin sürülmesi, bir başka ifadeyle mücadelenin strateji ve taktiğinin… Devamı

Hectordan Bu Güne: Anadoluda Direnişin Sanatı

Anadolu’nun işgaline ve halkının kıyımına giden yol Afrodit’in “aşk” oyunuyla başlamıştı. Söylenceye göre, Zeus tarafından Olympos’taki düğüne çağrılmayan haset tanrıçası Eris, güç tanrıçası Hera, zeka tanrıçası Athena, aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’in oturduğu masaya, üzerinde “en güzeline” yazılı altın almayı bırakır. Elmayı kimin alacağı konusunda anlaşamayan tanrıçalar, hakem olarak Zeus’u gösterirlerse de Zeus, karısı ve iki kız kardeşi arasında kalmak istemediğinden, hakem olarak İda dağında çobanlık yapan Troya prensi Paris’i hakem olarak görevlendirir. Her üç tanrıça da kendisinin seçilmesi için Paris’in saflığından yararlanmak için rüşvetler teklif ederler. Hera, Paris’i Asya’nın kralı yapacaktır, Athena dünyanın en akıllı ve zeki kişisi yapacaktır…. Devamı

Sanatsal Yaratış Sürecinde Sınıfsal Tavır

Bir sanat ürününü ve bu ürünün yaratıcısı sanatçıyı anlamak, sanat ürününün yaratılış sürecini ve sanatçının bu süreçteki tavrını anlamaktır. Sanatçının toplumsal konumu ve bu  konumunu algılayışının sanatına yansıyış biçimini anlamak demektir. Bütünlüklü ve doğru değerlendirmenin ilk koşulu budur. Her sanat eseri, yaratıcısının düşünsel eyleminin maddeleşerek dış dünyaya yansıyış biçimidir. Bu eylem Puşkin, Lermantov, Nerval, Nazım Hikmet’te şiir; Balzac, Tolstoy, Floubert, Şolohov’da roman; Beethoven, Mozart, Çaykovski’de müzik; Goya ve Picasso’da resim olarak ifade biçimlerine dönüşür. Şimdi bir bütün olarak –ve kitabi tanımlar umursanmaksızın- sanat nedir? Sorusuna yanıt olarak kısaca “insan ruhunun mimarıdır” denilirse, bu tanımlamanın işaret ettiği sanatın yaratıcı öznesi olarak… Devamı

Kasım Rüzgârları

Yüzünden hiç eksik etmediği tebessümünden tanıdım onu, tamı tamına otuz iki yıl sonra. Ak düşmüş, yer yer ağarmış saçlarının dışında hiç değişmemiş, koca bir otuz iki yılı devirmişti. Dalgındı, akşam saatlerinin o kalabalığında hiç kimsenin ve hiçbir şeyin farkında olmadan kaldırımın en solundan sanki yürümüyor da gezintiye çıkmış gibi kalabalıkların arasından geçip gidiyordu. Soğuk bir kasım ikindisiydi. Rüzgârın sert darbelerinden paltosunun yakasını yukarı kaldırarak korunmaya çalışıyordu. Otuz iki yıl önceki gibi yine kısacıktı saçları. Dil-Tarihin önünde göz göze geldik, bir anlık tereddütten sonra hiç konuşmadan bunca yılın özlemiyle kucaklaştık, sarıldık birbirimize. Birkaç dakika öylece kalakaldık. Gözleri buğulandı, “öldürüldüğünü duymuştum” dedi. “Görecek… Devamı

Kitle Kültürü ve Yabancılaşma Üzerine Bir Deneme

“Gergedan” adlı oyununda Eugene İonescu, sakinlerinin kaygısız ve herkesin işinde gücünde bir yaşam sürdüğü köye bir gergedanın gelişiyle köy halkının “başkalaşımını” anlatır. Burarda elbette gergedan bir simgedir, çirkinliğin, yok ediciliğin, ezip geçmenin simgesi. Gergedan köye girişinde bir kediyi ezer ve bu olaya karşı kahvede oturan köylünün tepkisini anlamaya çalışır. Köylünün “ayağa kalkan” bir tepkisi olmaz. Gergedan “ilk adımı” kazanmıştır. Kahvenin önünden geçerken yadırganır ve halk “homurdanır”, ancak, gergedanı köyden kovmak gibi bir eylem de söz konusu değildir. Hemen bir kabulleniş yoktur elbette, ancak bu çirkin yaratığın köyde elini kollunu sallaya sallaya dolaşmasına da bir tepki gösterilmez. Gergedan kahveye girer ve… Devamı

Bir Çift Güvercin Havalansa

Nereden duymuş ya da okumuştum, Will Durant mı söylemişti “Gerçeğin besleme gücü anlıktır… Hayal öyle mi ya… Öncesizlik ve sonrasızlıktır… Ezelden gelir, ebediyete gider… Gerçek cimridir, hayal cömert” diye… Yaz, uzun gündüzlerinin boğucu sıcağında, kısa gecelerinin ılık esintilerinde kişinin kendisini sorguya çektiği ve anıların yakamıza yapışıp bir türlü düşmek bilmediği bir yalnızlığın adı mıdır? Zamanın cellâdı bir başka gülümsüyor da… O yaz, bir gazetenin iç sayfalarında, kenar sütunu haberlerinde beş altı satırlık haber sende deprem etkisi yapmış, evin tavanı bir sağdan sola, bir soldan sağa gidip gelmeye başlamıştı. Sonra olduğun yere yığılıp kalmıştın. Evinizde kalan, yaşı sana göre küçük olan… Devamı

Küsmelerin Müzmin Tarihi (17 Bölüm)

Küsmelerin Müzmin Tarihi –Bölüm 01 Kuşları neden severim, bilir misin?. Sesleri, rengârenk tüyleri, şu benim paçalı güvercin gibi yere çakılır gibi takla atmaları… Bunlar güzel şeyler, hoş şeyler ama benim kuşlara olan yakınlığımın asıl nedeni bu değil ki. Çocukluğumda bir avlu dolusu güvercinim vardı, anamdan az kötek yemedim işten güçten kaytarıp güvercinlerimle uğraştığım için. Onları barındıracak bir kümes bile yoktu da çalı çırpıdan damın içinde bir bölme yapmıştım anamdan gizli gizli. Gündüz gökyüzünde, akşam olunca buraya tünerlerdi. Sabah malın maşatın çekilmesini, anamın babamın tarlaya bağa gitmesini, ortalığın sakinleşmesini dört gözle beklerdim. Ortalık sakinleşsin ki meydan bana kalsın. Damdan güvercinlerimi avluya… Devamı

Mayısta… Mutlaka

O uzun yolculuğa başladığın şehrin çıkışında, aracı süren arkadaşını terslercesine “ kapat be şu radyoyu… Arabesk, arabesk” diye söylendiğinde, sürücü arkadaşın alaylı bir tavırla “tamam tamam” deyip radyoyu kapatmış, içinden geçeni okurcasına kasete Ruhi Su’nun Zeybeklerini sürmüştü. Sen arka koltuktaydın… Ruhi Su türküsüne “Şeytana inanır mısınız?… Yarenimizdir derler” girizgâhıyla başladığında, yüzünde acıyla karışık bir gülümseme belirmişti, fark ettim. Sürücü arkadaş “al işte” der gibi seninle dalga geçecekti, elimle “sus” işareti yaptım. Elini çene koyup gözlerin kapalı dinliyordun… Türkü bittiğinde CD yi tekrar başa alıyorum, yeniden yeniden aynı türkü söylüyor… Hiç tepki vermiyorsun… “Şeytana inanır mısınız?… Yarenimizdir derler”… Şeytana inanır mısınız?…… Devamı

Endişe

Endişe – Bölüm:1 Yok, yok… Rahmetli anam yine haklı çıktı. Ben adam olmam… Nerede melanet bir olay, nerede “üstüme vazife olmayan”, sinirlerimi alt üst edecek bir şey varsa onu iğnenin deliğinden çıkarır, arar bulurum… Onlar beni bulmaz, ben onları bulurum… Görmek istemediğim bir şeyi görür rahatsız olurum, duymak istemediğim bir şeyi duyar kurdeşen olurum… İçime bir kurt düşer, tırmalar da tırmalar… Ne dur durak bilir, ne gecesi vardır, ne gündüzü… Doymak bilmez bir iştahla kemirir durur içimi… Yağmura yaşa, soğuğa kara, geceye gündüze aldırmadan bir o caddeye vururum kendimi bir bu sokağa… Dünkü Cumhuriyette Ahmet Tan’ın köşesinde okumuştum. Kızılderili bir… Devamı

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri Bölüm-1 Güncel durum açısından AKP kanadının ve hiç de onun paralelinden uzağa düşmeyen sağlı-sollu siyasal görüşler açısından yansıtılan kapitalizm açısından “olması gerekenler” yoğun bombardıman altında kitlelerin bilinçaltına yerleştirilmekte ve sistemin politik siyasasına kitlesel destek sağlanmaktadır. Güncele ilişkin analizlerin sol ağızlardan/kalemlerden, “soldan” yapılması da pek bir şeyi değiştirmiyor. Egemen kılınan görüş kapitalist sistemin değirmenine su taşıyor. Olanlar seyirlik bir oyun gibi izlenmekte, değerlendirmelerde sahnede görünen oyun ve oyuncuların rol kabiliyetleri esas alınmaktadır. Emperyalist Burjuvazinin tam da istediği budur. Nesnel olanın yerine öznel değerler konulmakta, değerlendirmeler bunun üzerine inşa edilmektedir. Egemen sesin kalabalığına koro olarak katılmanın adı da “soldan… Devamı

Uzaklar

“Bazen yüreğinde taşıdığın uzaktaki, yanında taşıdığından daha yakındır”. Bu cümleyi okuyunca ben de birçoklarınız gibi sözün sahibi bir edebi otorite aradım durdum. Ne bileyim şöyle ünü yeryüzünü tutmuş bir şair, Nobelli bir yazar, bir bilge, feylesof diye düşündüm. Bir arkadaşım Hintli bir derviş dedi, diğeri bildiğinden o kadar emin bir Budist rahip olduğunu söyledi. Bu arkadaşım bu sözün sahibini bu kadar emin bildiğine göre bize de inanmak düşerdi elbet. Tarih kadar geriye, ütopya kadar ileriye gidecek bir yeteneğimin olmadığının farkındayım. Her şey tesadüfen oldu. “No pasaran” ve “ Venceremos” u bir araya getirmeye çalışıyorum. “Faşizme geçit yok” ve “yeneceğiz”. Tarih… Devamı

Devrimci Sınıf Hareketinin Güncel Sorunları

Devrimci Sınıf Hareketinin Güncel Sorunları Bölüm-1 Türkiye devrimci hareketinin bugün içinde bulunduğu durum kuşkusuz dünya devrimci sınıf hareketinin içinde bulunduğu durumun bir özeti, bir yansımasıdır. Genel görünüm, yaşam alanları elinden alınmış, çaresiz, dahası sindirilmiş ve ürkütülmüş devasa bir kütlenin, muazzam yığınların burjuvaziye teslim olmuşluğudur. Sınıf hareketinin sorunlarına samimiyetle çözüm arayışında olanların karşı çıkacakları bir tespitten söz etmiyoruz, tersine sorunu doğru ortaya koymadan doğru çözüme ulaşılamayacağından söz ediyoruz. Sorunu atlayarak, ayakları yere basmayan, tek dertleri bu boşluktan yararlanarak sınıf hareketi arenasında sirk cambazlığı yaparak kendilerini “fark ettirmek” olan “ucuz şöhretlere” elbette sözümüz olmayacak. Seslendiğimiz hedef kitle, sınıf mücadelesinin sorunlarını ciddiye alan,… Devamı

Ay Doğarken Şavkı Vurur Ovaya

Çocukluğumun geçtiği köyde, baharın yaza evirildiği mevsimlerde, gündüzlerin kararmaya durduğu akşamüstlerinde, malın-maşatın sığırdan eve döndüğü, davar sürülerinin boynundaki çanların armonik sesler çıkararak salkım salkım ovaya indiği saatlerde, köy halkı da irili ufaklı tarladan, bağdan-bahçeden eve dönmüş olurdu. Yaşamın kendiliğinden oluşturduğu iş bölümü ile büyük-küçük, çoluk çocuk, kadın kızan, yürümeye yeni başlamış çocuklar dâhil, bütün ev halkı üzerlerine düşen işi bilir, sessiz sedasız herkes kendi işini yapardı. Kimi sürüyü sağmaya koşar, kimi sığırdan dönmüş ineği danayı ahıra yerleştirir, kimi yemek, kimi temizlik işiyle uğraşırdı. Köyde bulunan tek radyonun sahibi ve köyün ileri gelenlerinden Ahmet amcanın, akşamın alaca karanlığında bastonuna dayanarak köyü… Devamı

Dün’de donup kalmak – ASEV: “DEVRİMİN KAMASI”

“Hayat dünü yaşadı ve bu güne aktı, gün bu gün. Bu gün de bitecektir, yarın ise yeni bir gün. Şimdi yürüyoruz, ileriye… İleri bir noktaya, bir hedefe… Attığımız her adımda sorunlarıyla, anılarıyla bir şeyler geride kalıyor. Sen dün’de donup kalıyorsun”. “Evet, öyle olmasına öyle de, yine de insan, geçmişte yaşananın yarın da yaşanabileceği endişesinden bir türlü kendini kurtaramıyor, takılıp kalmam ondan”. “Mesele ne” der gibi gözüne bakıyor. Rüzgârın sert vuruşlarına, çiselemeye başlayan yağmura aldırmadan açık hava çay bahçesinde sigaralar tazelenip çaylar söyleniyor. “Kurgu-Bilim avantürleri ne okumaya, ne de seyretmeye pek yatkın olmadığımı bilirim bilmesine de, bazen elinizde olmayan nedenlerle ve… Devamı

2011 Haziran Seçimleri

Burjuva demokratik düzenlerde genel seçimler, kitlelerin iradelerinin ya doğrudan ya da “inceltilmiş” biçimlerde, ileri sürdüğü ve seçtirdiği “seçilmişler” aracılığı ile burjuvazinin kendi meşruiyetini sağlamaya yönelik bir eylemidir. Bunun için ya doğrudan ve açıkça sistemin gönüllü sürdürücüsü partiler bu niteliğe uygun adaylarla, ya da esas olarak sistemle ilgili bir sorunu olmamakla beraber sistemin vahşi ve “çuvala sığmayan” karakteri karşısında mırın kırın etmeyi, mızrağın ucunu törpülemeyi, “muhaliflik” “düzen değişikliği” olarak kitlelere sunan parti ve adaylarla kitlelerin karşısına dikilir. Aslında her ikiz durumda da sistem kendi meşruiyetini onaylattırmaktadır. Evet ama oyun burjuva demokrasisi ya da burjuva demokratik kırıntıları içinde konulan kurallar çerçevesinde oynanırsa… Devamı

Ortadoğu Devrimci Çemberi

1970 li yılların ortalarında THKP/C kökenli bir grubun, Filistin’in İsrail-ABD işgaline karşı direnişinden etkilenerek, bu direnişin bütün Ortadoğu Halklarınca bu coğrafyaya yayılacağını, ABD işbirlikçisi Arap yönetimlerinin birer birer yıkılacağını tespitle Ortadoğu’da Antiemperyalist bir halk hareketinin beklentisi içine girmelerini yukarıdaki başlık şeklinde formüle etmelerinin üzerinden kırk yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu’da Arap yönetimleri/ ABD ittifakı yeni şekil ve boyutlarıyla işbirliğini daha geniş alana yaymakla kalmayıp, etkisi altında kalınan Filistin Halk hareketi de “sol” ağırlıklı kitlesel özelliğinden uzaklaştırılarak İslami bir yapıya büründürüldü. Uzun ve çetin mücadelelerin ürünü olan Filistinli sol hareketler bizzat Arap/ABD yönetimlerince adeta tasfiye edilerek, Hamas gibi İslamcı bir… Devamı

İtin biri

“Bu köpeği bu alanda görmek, birisinin anama sövmesi gibi bir şey. Kendimi nasıl da çaresiz hissediyorum, sanki bütün atmosfer üstüme kapandı. Sanki ben bunu burada göreyim diye birisi kasıtlı olarak gönderdi miting alanına”… Hava serin olmasına karşın alnında boncuk boncuk biriken terler yüzüne aşağı akmaya başlamıştı. Miting alanının dışına taşırken, elimden kaçabileceği endişesiyle belinden sımsıkı kucakladım, mümkün olan çabuklukta alanın dışına çıkarıp bir şişe su ile yüzünü yıkattım… Kastettiği kişiyi ve neyi kastettiğini biliyorum… Oralı olmadım. Kendini toparladı… “Hayrola, ne bu halin?”… “Görmedin mi kahpe kasığından çıkanı” “Kim” dedim, “kimi görmedim mi”? Ters ters yüzüme baktı. “Baksana orada işte” dedi,… Devamı

Sol Majör

“Seni özledim” dedi, “ Nerdesin”?. Filanca şehirdeyim dedim. Burada olduğunu biliyorum dedi, ben de bu şehirdeyim. “Nerdesin peki”!.. Bulunduğu yeri tarif etti, meşgul olup olmadığımı sordu. “Bırak lan işi dedim, hemen geliyorum nerdeysen, bekle”… Telefonla konuşmuştuk, söz dedi o olayı anlatacağım sana. Karşılaştığımızda ilk sözü “ söz verdim, geldim” oldu. Aynı süreci paralel fakat farklı kulvarlarda yaşamıştık… Sevgili arkadaşımın saçlarında aklar da olmasa zamanı önüne katmış kovalamış dersiniz… Hoş beş, kim nerde, nelerle meşgulsün, çoluk-çocuk… Bir kızı varmış, eşiyle cezaevi sonrası ayrılmış… Nedenini niçini sormadım… Bizim kuşağın yazgısı… Ne garip dedi, anlatacağım olayın yaşandığı ay da bu aydı… Lan oğlum… Devamı

Yazarını Vurduran Yazılar

Babeuf’u tanır mısınız?. Gracchus Babeuf… Hani şu Fransız burjuva ihtilali günlerinde, burjuvazinin kendi iktidarını sağlama almaya çalıştığı fırtınalı günlerde ortaya çıkan, burjuvaziden yana esen rüzgâra karşı işeyen adamı… Biliyor musunuz, Babeuf önceleri burjuva iktidarının saldırganlığını örtbas etmede bir hayli deney ve tecrübe sahibi, burjuva iktidarın eşitlik, özgürlük ve kardeşlik üzerine kurulacağı yalanına kitleleri de inandıran, Jirondenlerden daha saldırgan olan Jakobenlerin yanında yer alır. Jakobenlerin sözcüsü Robespiyere inanır ve bir süre onunla birlikte hareket eder… Burjuva iktidarının geniş kitlelere, özellikle Fransanın en yoksul kesimini oluşturan sansculotts’lara -yoksulluklarının derecesini vurgulamak açısından kullanılan bir sıfat, çıplak ayaklılar, ya da donsuzlar anlamında kullanılıyor- eşitlik… Devamı

“O” nun Hikayesi

“Nereden takıldım dedi” o şiirin dizelerine durup dururken, bir açıklaması yok. Bu dizelerin ve çağrıştırdıklarının, yanından yöresinden geçmeyen, ilgisiz ilişkisiz bir yığın sorunu kafamda döndürüp dolaştırırken, nefesimi kesen o dik yokuşta soluk soluğa kaldığım o an dilimin ucunda bitiverdi… Usul usul şiirin dizelerini mırıldandı. “Ey unutuş! Belleğin aynasındasın yine Unutulmuş muydu sahi, unuttum dediklerin Anıların duldasında yaşlanan atlılar gibisin Kuzguni siyah gülümsüyorsun tadı buruk hayata…” Epeydir görüşmediğim ve özlediğim bir arkadaşımdı ve bütün kaygılardan uzak ve günlük koşuşturmaları bir yana bırakarak eski iki arkadaş özlem giderecektik. Önceden kararlaştırdığımız buluşma yerine geldiğinde o yine tedirgin ve endişeliydi. “Ulan dedim bozgun yemiş… Devamı

Manzara-i Umumiye

İki bin Yirmi İki yılının Mayıs ayının yirmi ikinci gününü yirmi üçüncü gününe bağlayan gecenin saat dördü. Uykumu dağıtmak için birkaç kez yüzümü yıkadım, pencereyi açıp, başımı iyice dışarıya çıkararak bir baştan diğerine caddeyi izliyorum. Fırtınayla birlikte yağmurlu bir hava var, hafiften çiseliyor. Arada bir geçen araçların motor gürültüleri rüzgârın sesini kesiyor, araç uzaklaşınca rüzgârın yine acı tiz bir sesle çıkardığı ses yankı yapıp kulaklarımda çınlıyor. Yüzümü pencereden iyice uzattım, ışıklı panoların renklerine bürünen yağmur damlaları dalgalar halinde hücum ediyor. Gökyüzünde küme küme yıldızlar… Ay, büyümeye başlıyor. Ne üşüdüğümün farkındayım, ne gecenin. Günün telaşlı ve gergin koşuşturmasının ardından yağmur ve… Devamı

Haysiyet Cellâtları

Rüzgârlı bir ilkyaz ikindisi… Etrafı ısıtmaya çalışan yeni doğmuş bebek yüzlü güneşin sevimliliğine aldırmaksızın, rüzgâr iğne ucu gibi sivri dişlerini yüzüme batırırken, bir yandan uzun kış boyunca görüntüsünü özlediğim güneşin göz alıcı ışınlarını izlemek, diğer yandan bir an önce kuytu bir yere kendimi atıp yapışkan soğuğun sivri dişlerinden kurtarmak ikilemiyle açmaza düşüyorum… Güneşin yüzüme düşen ışınları altında kim bilir neyi,  neleri hayal ederek upuzun caddeyi yürüme isteğim, iliklerime işleyen soğuğun aman vermezliğine yenik düşüyor ve kendimi açık penceresinden sigara dumanlarının hücum ettiği bir mahalle kahvesinin köşesine atıyorum. Bıçkın,  onbeşlik, kıvırcık saçlı esmer garsonun özgün şivesiyle ve sözcükleri yayarak ” abeme… Devamı

Hapisanenizi nasıl istersiniz?

Sol siyasi hükümlü veya tutuklu olarak, bir zaman diliminde bilmem ne tipi herhangi bir cezaevinde yaşamlarını sürdürmek zorunda kalanların yaşayarak, cezaevi dışındakilerin de görerek, duyarak tanık oldukları gerçek, adli tutuklu veya hükümlülerle kıyaslandığında, cezaevi yönetimlerinin zora dayalı aygıt ve araçlarının devrimci tutsaklara yönelik, onların inanç, yaşam ve davranışlarını kontrol etme amaçlı kullanıldığıdır.  Cezaevlerinde adli tutsakların gerek bilinç faktörü nedeniyle, gerekse bireysel/örgütsüz yaşamları, cezaevi zor aygıtlarına karşı bunlardan gelebilecek tepkilerin rahatlıkla bastırıla bilindiği gerek ülkemizdeki gerekse kapitalist dünyanın çeşitli ülkelerindeki cezaevlerinin tipik görünümüdür. Konu yeni değil. Özellikle F tipi cezaevlerine karşı kampanyaların hız kazandığı dönemlerde, F tipi cezaevlerine karşı kampanyayı gerek… Devamı

Utanç

Tepeden tırnağa edebi, sanatsal kaygı dışında başkaca hiçbir anlam ve amaç taşımayan bir yazı yazmak, şöyle “yazma” eylemine benceğiz gibi kıyısından köşesinden bulaşmış birinin hep hayal ettiği, ne çare  vuslatın hep bir başka bahara kaldığı, bir türlü ulaşılamayan, fani ömrünü  uzaktaki sevgiliye ram eden biçarelerin düşü olagelmiştir. Kaç kezdir düşünmüşümdür, Volter’in ” yazmak, kötü yola düşmektir” demesinin içeriği bu mudur diye. Yazacağınız yazının çatısını, içeriğini günler öncesinden kurgulamışsınızdır, sıcak, buram buram hayat kokan, canlı cansız bütün varlıkların kendilerini  kocaman bir gövdenin parçaları olarak kabul ettiği, gövdenin bir parçasının acısının bütün gövdenin acısı, sevincinin bütün gövdenin sevinci olduğu, bütün gezegenlerin kardeş… Devamı

Rosenbergler

“Sahi niçin bu kadar güzelsiniz” Lavosier’i iyice öğrenin demişti kimya öğretmenim Hikmet Bey. Katlı oranlar kanunu da önemli. Toplumsallaşmanın ve insanlaşmanın yasalarına önemli katkılardır, Ethel Ve Julius Rosenberg’e ulaşacaksınız. Ethel ve Julius Rosenberg!… “Hocam demiştim” ÖYS de bundan da soru çıkacak mı? Hayır demişti, tersine bunlar size unutturulmaya çalışılacak. Ethel ve Julius Rosenberg!… Bir kasaba lisesinin kültürel olanakları, birikimleri, içinde bu isimleri arıyorum. Edebiyat öğretmenimiz ” kim o be” dedi. Sosyal Bilgiler öğretmenimiz bu isimleri duymadığını söyledi. Psikoloji öğretmenimiz her şeyi bilirdi, ” Avrupa gol kralları, x takımında oynuyorlar”. Kütüphane memuru ” o yok, istersen safahat oku” dedi. Safahatı okumuştum,… Devamı

Tükeniş yeni bir başlangıç mıdır?

Bahar, çelişkili duygular yumağı gibi avuçları içine alıyor insanı. Açmazdayım.  Kendimi, çıkışı olmayan örümcek ağının içinde hissediyorum. Örümceğin zehrine karşı korumaya alıyorum vücudumu, ellerimle yüzümü kapatıyorum. Bütün vücudum yüzümden ibaret, sanki diğer parçalar bana ait değil, ya da sanki yüzümü koruyabilirsem bedenimin diğer uzuvlarını da korumuş olurum diye düşünüyorum. Daracık alanda çırpınıp duruyorum. Belli belirsiz cisimlerin flu görüntülerinden cesaret almaya çalışıyorum ne ve kim olduklarını bilmeksizin. Siluetler yavaş yavaş belirginleşmeye başlıyor, bana yansıyan görüntüleri korkunç. Rahatlık ve kaygısızlıktan öte, bu halden  “memnun oluşlarından” şaşkınlığım gittikçe artıyor. Ürpererek yarım yüzlerine dokunuyorum. Her dokunuşta yüzlerinin bir kısmı yok oluyor… Önce küçük bir parçası… Devamı

Latin Amerika: “Kış Ortasında Bahar”

(Latin Amerika’yı anlatan sözün başı olmadı, görülen o ki sonu da olmayacak, ye da şimdilik. Western filmlerinin “kötü adamları ” kötü adamlıklarına devam ediyorlar!… “Kadır-i mutlak beyazları” ve yerli ortaklarını tedirgin eden ” kötü adamlar”, kendi ülkelerinin efendileri olmayı kafalarına koymuşlar bir kez!… “Beyazlar ve yerli şerifler” uykusuz geceler geçiriyorlar, tedirginler… Fazla söze gerek yok: Simon Bolivar’ın asi torunları, yankeelerin yüzyıllardır kan ve ateşe boğdukları ülkelerinde asiliklerine devam ediyorlar, kış ortasında baharı davet ediyorlar ülkelerine!…) Amerika, 15. yüzyılda keşfedildi diyorlardı, büyük kaşif(!) Ameriko Vesbuçi tarafından. Daha sonraları, aynı güçlerin yandaşları tarafından da kabul gören gerçek, Amerika’nın uygarlığın beşiği olduğu gerçeğiydi…. Devamı

Meşeler Gövermiş, Varsın Göversin

Hiç kimseye hiçbir şey söylemeden çekip gittiğim meçhulde, sütbeyaz gecenin içinden Troya harabelerini izliyorum. Şubatın arka penceresi çirkin bir yüzün gölgesi gibi düşüyor ovaya, ön penceresi pervazlarını çatırdatarak açılıyor Martın vuruşlarına. İlkyazın her saldırısı, kışın burçlarında gedikler açıyor… Sadağından çıkardığı okunu gergin yayına takan bir savaşçı kışın kalbini hedef alırken, ok, sarışın, mavi gözlü bir kız çocuğuna dönüşüveriyor. Kökleri taze toprak kokan elindeki bir demet çiğdemi savaşçıya uzatıyor çocuk… ” Düşman sinsi ve kurnazdır, okunu fırlat” diyor bir bilge. Dehşete düşüyorum, bilgeyi kınıyorum, ” kız ölümün aracı olmamalı, kimseyi öldürmemeli”… Kız, dünyanın en güzel gülücüğü ile gülümsüyor, alnının ortasına kondurduğu… Devamı

Haz Sıcağı

Güz geldi ya, ansızın bastırıveriyor akşam. Gökyüzünde bir telaş, bir telaş. Birbirinin üstüne ağarken bulutlar, dörtnala kalkan uzun atların şeklini alıyorlar. Gri ve kurşun rengi atlar ufkun tan kızıltısında kayboluyor. Yeniden ortaya çıktıklarında bacakları kafalarının üzerinde, gökyüzünün yıldızlı cisimleri gibi ıpıl ıpıl ışıldayan yeleleri, Orta doğudan Kafkaslara uzanıp, Ümit Burnunu teğet geçerek Cebelitarık üzerinden Haliç sularına bırakıp ışıklarını ufkun sonsuzluğuna koşarken kocaman yarım çemberler çizerek, toynaklarından nefes alıp vermeye başlıyorlar. Kübist bir ressamın hayal gücüyle dağılıp, yeniden toplanıyorlar, yitip yeniden ortaya çıkıyorlar. Hız, hız, hız… Çelik bir yay gibi gergin bacaklarıyla kıtalardan okyanuslara, dağlardan ovalara inip çıkıyorlar. Damlalarını toprağa bırakmaya başlayan… Devamı

Hançerinde Fesleğen Büyüten Bedevi

Aynı fotoğrafın karesindesiniz, aynı çizginin izdüşümünde. Rüzgâr Paris’in banliyölerinden İstanbul’a mı esiyor, İstanbul’un gecekondularını çapraz yalayıp geçen ay, Paris’in işçi mahallelerine mi düşüyor? Fotoğraflar ne çok karışıyor birbirine, İstanbul neresi, Paris hangisi… Haber bültenlerinde, siz Paris’te yaşayan yetmiş iki millete uygun bulunan sıfatlar, bizim buralarda yaşayan yetmiş iki millete layık görülen sıfatlarla nasıl da birebir çakışıyor. Size uygun görülen bütün sıfatlar bizi tanımlıyor, bize layık görülenler çokça sizsiniz. İyi yetişmiş, iyi eğitilmiş –yani dalkavuklukta- avcılar hedefi tam on ikiden vuruyorlar.. Kalemleri sivri, kılıçları keskin… Paris’te, küllenmiş ateşinizin üstündeki külü silkelemeye başlamanızla birlikte, takım taklavat hücum borularını çalmaya başladı… Çapulcular!… Evet, çapulcuydunuz,… Devamı

İnsanın ve İsyanın Yüzü

N.G. ÇERNİŞEVSKİ “Ben onları pek o kadar yükseğe çıkarmış değilim, belki de siz çok alçaklarda bulunuyorsunuz” Dünya edebiyat ve sanat tarihinde klasikleşmiş Rus edebiyatının devleri Gogol, Dostoyevski, Turgenyev gibi yazarlar, arkasına aristokrasinin desteğini alarak yazmak bir yana, Petropavlovsk zindanlarında “Nasıl Yapmalı?” Romanının baskısının –çarlığın bütün sansürüne rağmen-gün ışığına ve okura ulaşmasıyla, romanın gördüğü ilgi üzerine öfkeye kapılacaklar ve şaşkınlığa uğrayacaklardır. Bir çeşit yukardan bakan ve şimdiye değin yazın dünyasında kökleşmiş sanat anlayışını alaşağı eden Çernişevskiye veryansın edenlere Çernişevski yukarıda alıntıladığımız mizahi cevabı verecektir. Romanın yazıldığı 1860 lı yıllar,  Rusyada “sosyal hareketliliğin” doruğa çıktığı,  o ana kadar, yalnızca “ uşak”, “… Devamı

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme Bölüm-1 AKP’nin iktidar olma arifesinde kendilerine “liberal” yaftası takan güruhun gelinen noktada “biz bilmiyorduk” yollu günah çıkarmaları, bu kesimin salt kişiliklerinin “ defolu olması” ile açıklanamaz. Sorunun kendisi ve düşülen yanılgılar kapitalist sistemde sistemin ve işçi sınıfının ideolojik ve örgütsel olarak mevzilenmesiyle ilgilidir. Kapitalist sistemin işleyişiyle ilişkileri içinde AKP’nin yeri açığa çıkarılmalıdır. Bu tespitin doğru analizi ile AKP’nin adım adım nereye gittiğinin de tespiti de doğru yapılacak, karanlığın üstüne ışık tutulacaktır. Ancak bundan sonradır ki son hamlesi “güvenlik paketi” ile amacına bir adım daha yaklaşan AKP’nin “ileri demokrasisinin” klasik faşizm tanımını aşan özgün… Devamı

Küfrün Güzelleştiği Kentler

2002 yılının başlarında ( Şubat ayında ),adına “ Dünya ekonomik forumu “ denilen, küresel sermayenin temsilcileri New York’ta toplanırken, küreselleşme karşıtları da Brezilyanın Porto Alegre kentinde karşıt gösteriler için bir araya geldiler. Ya sermaye küreselleşecek insan ve emek hiçleşecek, ya da kapitalizmin egemenliği bitirilecek, insan ve emek özgülüğünü kazanmış olacak. Yerküre, kapitalist-emperyalizmle, emeğin, amansız ve bütün cephelerde aynı ayna anda patlak verecek uzlaşmaz kavgasına hazırlıyor kendini. Kim kazanacak? Emperyalist kapitalizm donanımlı ve örgütlü, hiç olmazsa şimdiki durumun görüntüsü bu. Emek güçleri, tarihin bu evresine kadar edindiği birikim ve deneyle, karşı cephede gedik açabilecek güçte vuruşu kotarabilecek mi? Sakın Avrupa’nın üzerinde… Devamı

Kapitalizm ve Yurtseverlik

Son onbeş yirmi  yıldır burjuva ideolojisinin sistemli saldırıları sonucu unutturulan, içi boşaltılan, ya da amacı aşan anlamlar yüklenerek yozlaştırılan bir kavram olan yurtseverliğin , kapitalizmin küresel boyut kazandığı günümüzde  içeriğinin doğru tanımlanması , yeni açılımlarının yapılması ve doğru kavranılması konusunda çaba sarf edilmesi Marksistlerin  görevidir. 1- REKABETÇİ KAPİTALİZM DÖNEMİNDE ULUSÇULUK: Bilindiği gibi sınıfsal ayrışma en net biçimiyle tarih sahnesine kapitalizmle birlikte çıkarken , burjuvazi sınıfsal çıkarları doğrultusunda değer yargılarını da oluşturmaya başlayacaktır. Burjuvazinin, feodalizmi alt ederken işçi sınıfını ve diğer emekçi güçleri feodalizme karşı “cephesel güç” olarak kullanırken , yeni sistemin ekonomik , politik , kültürel ve siyasal oluşumlarında emekçi… Devamı

Emperyalist Kapitalizmin Açmazları ve Savaş

Her sistem gibi kapitalizm de kendini yeniden örgütleyerek varlığının devamını sağlamaya çalışır. Bunu yaparken, bir dönem sistemin işleyişinde başat rol oynamış, yönetme ve yönlendirme işlevini yerine getirmiş yöntemler, sistemin ulaşmış olduğu düzey açısından bir dönem sonra yeni işleyişe cevap vermekte yetersiz kalabilir, yeni örgütlenme biçimleri kaçınılmaz hale gelebilir. Bu olgu insan yaşamında olduğu gibi doğa ve toplum yaşamında da kendini gösterir. Özellikle kaydettiği aşamalar açısından iradi müdahalelerin kaçınılmaz olduğu toplumsal yaşamda bu olgu, sistemin içinde bulunduğu durumun anlaşılması açısından önem arz eder, sistem yeni yöntem ve yönelimleri dayatabilir. Tam da bu noktada işleyişe cevap vermekten uzak yönlendirici faktörler atılarak,  sisteme… Devamı

Emperyalist Kapitalizmin Demokrasisi Ya da Riyakarlığın Böylesi…

Latin Amerika ülkesi Hondurastaki askeri darbe ile Asyadaki Çini’in Sincian bölgesindeki olaylar aynı zaman diliminde gerçekleşti. Hondurasta seçimle devlet başkanlığına gelen Liberal parti adayı Manuel Zelaya 28 Haziran 2009 günü Honduras ordusunun düzenlediği bir darbeyle devrildi. Önce, darbenin ardında yatan gerçeği özetlemeye çalışalım. Zelaya, seçimlere Liberal Partiden aday olmuş, yeterli oyları alarak devlet Başkanlığı seçimin kazanmıştır. Liberal Parti programı,  Uluslar arası emperyalizmin çıkarlarına dokunmayan, Çok uluslu şirketlerin varlığına itiraz etmeyen, işbirlikçileri koruyup kollayan, Honduras halkına “laf”tan başka bir şey vaat etmeyen bir programdır. Yine Liberal Parti ve darbenin hedefi olan Zelaya  Latin Amerika’daki Anti emperyalist  rüzgarlara yelken açmayan, onlarla işbirliğine… Devamı

Vals

Her şey dünde kaldı Koparılmış bir gül gibi önüme düşüyor başım Birer birer soluyor içimizde,yaşamağa değer ne varsa Kanatlarında sabah esintileri taşıyan kuşlar Gözlerimizde leylaki gülümseyişi güneşin Fotoğraflarda anamın perçemli yüzünün ışıltıları Mavi buz parçasından yansıyan çocukluğum Kıyılarına ulaşamadım diye hayıflandığım nehirler Her şey. Sen de gittin Gökyüzünde asılı bir yıldızdan ibaretim Bir tek sular kaldı Aynasında suretimi yadsıyan. Bir de düşlerim Gecelerimin silahsız eşkıyaları Gülüşlerimde hançerini bileyen cellat Alıp divanına götürüyorlar kalbimi her gece Karanlık rüzgarlar esiyor saçlarından/ üşüyorum Çağlayanlar gibi dökülüyor dilinden sözcükler/ soğuk,siyah Ölüsün diyorsun,bende dipnotsun sadece İflah olmaz serüvenci,onmaz bir kaçaksın Beklemelerin umutsuz,yolların geceye gömülü İstasyonlara… Devamı

Uzak Bir Gülüşe Sonat

Kendilerinden sayılırdım, aşinaydı ruhlarımızSadece adım “gaje”ydi-her ne demekse-Biz çingene derdik“Roman” olarak geçerdi edebi metinlerde adlarıKöstekli saat kuşanır bıyık burardı erkekleriBirer Hintli bilgeydiler, uysal ve tevekkelEn çok aşk ve ölüm öyküleri anlatırlardı / akşamlarıAteş başlarındaGizlice ağlardı kimisi de/ ayıp olduğunu bilerek ağlamanınBıçak kullanmada UstalıklarıHorozların ve köpeklerin kutsallıklarına ilişkin inançlarıSayılmazsa şayetBunlardan ibaretti cümle meziyetleri

Temmuz Sancısı

Güz ağırlığı çöküyor üstümeTemmuz ortalarındaKaçıp uzaklaşmak istiyorum bu iklimdenNedensiz,açıklamasızSokaklara caddelere vuruyorum kendimiDilimde imkansızlığın şarkısıTeselli bulmuyor serseri ruhum Bir çiçeğe uzanıyorum yüzünün niyetineUtangaç bakıyorsunYağmur damlıyor gülüşlerinden

Lirik Bir Gülümseyiş

Kapanmak bilmiyor hiçliğin parantezleriUzun cümleler kuruşum bu yüzden, bağışla şaşkınlığımıGünün kıbleye dönüş saatindeyim, sayıklama zamanımGeçmiş bir yaz gibi uğulduyor kulaklarımdaMevsimlere çarpıp dönen yüzündeki gizZehrin ve hançerin lirik gülümseyişiHer dönemecinde helak olduğum o uzun yolculuk

İlkin Tekrarı

Sevgili diyorumYaşlanırsam şayetYani kaldırmadan başımı göğsünden bilmem kaç yılGeçtiğinde zamanın Sen hırçınlıklarımı düşünüp/ dalıp dalıp giderkenGizlice gülümseyeceksin/ bir ayıba gülümser gibiBen sana aldırmadanBütün bir yaşamın çiçeklerini dikiyor olacağımMeçhul aşklar anıtınaRenkleri gülüşünden derlenmiş

Güz Defteri

Kendini anlat diyorsun,gün ağarmadanGecenin diliyle seslenRüzgarın gözüyle bak gözlerime/sıcak,esrikVarsın gurbete düşsün gölgenYüzünü döndüğün yer sılaKırılgan mevsimlere benziyorsunZaman ve mekandan uzak. Dalıp gidiyorsun varlığımdan habersizMerdiven uzatıyorsun gökyüzüneYıldızlara değiyor başın,gülüşün güneşe bedelKoçero sanıyorsun kendini/masum yüzlü eşkıyaIssız koyakların hükümranı,sicili bozuk çingene

Günaydın

Geç kaldım sana günaydın demeyeKusurların bazen güzel olduğunu söylemeyeceğimGece ayın doğuşuna da geç kalırımNehirlerin duruluşunaİmbatın henüz çıkmadığını düşünür tembellik ederim, oyalanırımRüzgâr gömleğimi havalandırmaz, geçer gider yanımdanHayata geç kaldın diyor kâhinAşka olduğu gibi Bağışla demeye alışamadım, ardından koşamam daTelafisi imkânsız bir kusur işte. 29.08.2005

Gümüş Rengi Gölgeler

Arzudur adınız  ya da AlevdirGümüş renkli bir duman gibi çöker Gözlerinize kederYazgısına küfreden heykeller gibisinizAteşe körRüzgara sağırİç çekişlerinize sığınırsınızDışınız şen şakrakİçiniz korÜmüğünüzdeYönü belirsiz öfkenizin elleri

Düş İçinde Düş

Öncesiz ve sonrasızlığında zamanın Ne zaman kırmızı dumanlar yükselse Bir leylak dalı kırılır içimdeRüzgârım kesilir. Yakışıklı ve yasadışı günlerdiGökyüzünün en saydam mavisiyle vurdukçaSulara dolunayDuru ırmakların çağlayanlarına karışırdıRomantik serüvenlerimizin söylenceleriBaşını omzuma yaslar, gökkuşağını işaretlerdin parmak uçlarınla

Bırakmıyor Yakamı Bu İnat

Bırakmıyor yakamı bu inatZehrini kusan şafaktaGülüşlerini beklemiştim, zarafetini, Kelebekler de gelecekler üç vakte kadarArifesindeyiz aşka uzak zamanların Kimsecikler kalmamış meydanlarda diyorsunBen varım ya…Düşmek her zaman kötü değildirKalkıp yürümekte marifet

Bir Masal An’ı

Anımsamamı isteme Öyle bir ülke yoktu Ölesiye yaşanan aşklar da Göğsümüzü, acıtan esintilerine açtığımız Akşamlarına dalıp dalıp gidilen Sabahlarına vurgun İçinden geçtiğimiz mevsimler yoktuSen yoktun…Anımsamamı istemeAklımızdan önde giden adımlarımızıMühürsüz tutanaklarda saklı kalsın Cadde adları, sokak numaraları

Bir Fotoğrafa Dipnot

Uzatıp kuğu boynunuMenevişli sulardanİncecik gülümsemeyiYa daGeceye kalbini bırakan korsanlarınRomantik söylencelerini düşlerdin Katran yeşili rüzgârların eserdi leylaki gökyüzündeParmağını keserdin gizlice bir gülün kırmızısınaManzum bir heceydin, ehveni yadsırdı gölgenÇarmıha gerilirdi her bahar gülüşlerinUtangaç bir öpücüksün hala şuracığımda, sımsıcak

Yazgı

Gökbiliminden hiç anlamadığım haldeYıldızları seyrediyorum durmaksızınAcemi ve tutkulu bir kumarbazıyım hayatınAçık oynuyorum kartlarımıVe rest çekiyorumNiçin hep yenilen benim? Kırmızıya boyamak istiyorum bir palyaçonun burnunuDargınlıklarımı kırmızıya boyamak istiyorum-ki aykırı düşsün ayrılıklar-

Yankı

Yıldızlı geceleri giyinirdinAteş kuşlarına emanetti gökyüzünSesin yüzünde incelirdiGüneş ellerindeHer yanın insandı, her yanın aşk Derin uçurumlarda açardın, soyluYabandın kentlere, aşk acemisiSert eserdi vadinde rüzgârlarÜşürdün sabah serinliğindeAğlamak geçerdi içinden, ağlayamazdınİç çekişler minnetin diğer adıydıBir kurşundu nihayet her aşkın payı

Yağmur Habercileri

Batan güneşin ardından koşarlarKaranlık ölüm demektirAtlayıp şeytanın atınaTiranların gece yasalarınıTağyir, tebdil ve ilga’yaCebren teşebbüs ederler Toprak kovuklarından doğarlarHenüz keşfedilmemiştir ülkeleriAsi rüzgârıdırlarAşkın ve ateşin

Suların Yolculuğu

Gün, beyazını yıkarken suların yeşilindeDingin sabahları yükler yelelerinehırçın ve asi bir atUçar karaca çevikliğindeAsıp terkisine mayıs rüzgârlarınıAy büyür gözlerinde kocaman olur. Gecenin en laciverdi yerindeKâşifler keşfe çıkar gülüşlerindeki giziFatihler talandadır alnının ovalarındaHüznün tetiği çekilir, esmerleşir rüzgârlarBir mevsim yalanıdır, yağmurda unuttuğun gölgen.

Onikilerin Vedası

“Şili halkı faşist Pinochet’den hesap soruyor” Basın Başımızı dizlerine koyar gibi sevgilininBastık ölümüne bir sevdayı bağrımızaArtık konuşmayacağızSöylendi söyleneceklerVe şimdilik kapatıyoruz yaşam defterimiziDinlenip dönmek içinarasına halkların.

Korsan Gülümsemeler

Kusursuz bir çingeneydi evrenin ortasındaDağları sesinden tanırdıBulvarları gülüşünden Tek bir ağaçtı, ulu bir ormanKovuklarında gizlenirdi kaçaklarAlbatros’du ıssız enginlerdeOkyanuslarda korsanYüreğinde nefesti, gözlerinde ışıkDüşlerinde gülümseyen çocuklar

Kopuş

Gizemli düşlerle bağlanırdım akşamın yeşil  ucunaTek tek öperdim yağmur damlalarını mevsimler  boyuYüzün dağlara düşerdi, ak bir buluttum saçlarında gezinenTeslim alan sen değildin, teslim olurdum hayaline. Kalbim, aldanma yalanların atlas  yüzüneÇekilen tetiğin kurşunu değilim artık.

Karşı Eylül

Hırçın bir ıssızlık bu eylülSu üşürSessizlik sesini yitirirKanatlarında taşıdıkları mayısıSeslerinde öldürür kırlangıçlarVe bütün renkler silinir ansızın. Serüvenleri de eskitiyor hayatArtık bir son sözdür her esintiMahşere sürüyor atını küskün bir şövalyeKapanıyor kitap:İşte ortadayımSöze ne hacet.

Karar

Bir tel saçın vardı bendeGeçen yazdan kalmaSana gönderiyorumRo-Ro seferi yapan bir gemiyleOlduğun yere işteEvrenin bir ucuna Bir tel saçın vardı bendeGeçen yazdan kalmaBir yağmadan arda kalmış ganimetYatağında hırpalanmış bir nehir

İtiraf

Sularda yansıyan yüzün olmadıAdın yok ki çağrılasın, gel diye Alnındaki ateşin küllerinde terlerdimYamaçlarıma eserdin, nehirden kopan rüzgârdınSöz olurdu, güvercinler uçsa göğsündenYangınlar çıkardı hep, birlikte görülmekten. Göveren meşelerin yeşilinde sen yoksunBir yağmur kuşuydu kalbim, avuçlarında çırpınanDağları deleyim isterdin, turaçlar konardı sularınaŞirin olmadın kiFerhad’ın olsun

Bağır Beni

Bütün sesimi sana bırakıyorum Bütün rüzgârlarımı Çekip gidiyorum işteKüskün atlılar peşindenDönüşüne yasak konmuş yolcuyum. İzlerimin üzerinde gezinirken bulutlarDağ yamaçlarında, yol boylarındaAvcılar izimi sürer bir dalın uçlarındaYaprağında yeşilinKuşatmaya alırlar bir çiçeğin rengini

Güzelleme

Ben ayakta ölmeliyimMevsimlerin en ölümsüz yerindeBir dal gibi düşmeliyim toprağaminnetsiz. Bir top ateş olmalı nefesimmeydanlardaTespih taneleri gibi geçmeli şehirlerparmaklarımdanYelken açmalı korsanlarçocukluğumun ilk izlerine

Değinmeler

(I)Şirin’i olmadığın aşklar istedinSıkışıp kaldın yer-gök arasıKaşlarını çatma, ey güzel çocukSen hüznü de haketmedin. (II)Bugün senden haber geldiUzaklardan döneceğim demişsinBir yanlışlık olmalıSendeki adresim hükümsüz.

Çinçinli Çocuklar

Yurt tutarızEvrenin bir başka gezegenindeAk bir bulut gibi asılıdır mekanımız gökyüzüneBiz Çinçinli çocuklarız. Kuytu dam altlarında kesilir göbeğimizÖlçüsüdür yiğitliğimizin sabıkamızDünyaya atmadan ilk çığlığımızıPolis kayıtlarına işlenir adlarımızBiz Çinçinli çocuklarız.

Çağrı

Islak bir mendil gibi toplanıyor avuçlarımdaYolların ıssızlığıBütün yolculuklarKanayan bir düş oluyor omuzbaşlarımdaBir parça güneş kurutuyorumgözlerinin korundaVe sesini arıyorum ishak kuşununArnavut kaldırımlı sokaklarda.

Bir Şiir İçin Yas

Felsefesiz düşüyor yapraklara çiyBelirsiz yönlere uçuşuyor kuşlarSağanaklar boşalıyor ard ardaCaddeler bomboşYüzlerini kaçırıyor yağmur kaçakları İlk kaçağını saklayan dağ acemisiEğlenmiyor dudağında gülüşler…Solgun izlerini arıyor  alnındaSokakların öfkesiIlık bir esintiydi oysa nefesinKaranfil yanığı aşklar büyüten.

Bir Aşk İçin Dem

Bir büyük okyanusta buluşacaktı yüzlerimizBirbirimize anlatacaktık sonraKısacık yaşamların uzun öykülerini Oysaİpleri çözmedin hiçDenklerin hep hazırdıBırakıp gideceksin işte, biliyorumKopuşun tetiğinde parmakların.

Ay Batışı

Çöl’ümRüzgâr kendi rüzgârımKum kendi kumumSis basar vahalarımıSığmam kendi  kendimeDüşlerine çağır beni. Yüzümü aşka döndümLanetlisiyim kutsal kitaplarınMinnetim yok Nuh’un gemisineBir sana inandımBir de rüzgârlaraIssızlara götür beni.

Yedinci Mevsim

Kanatlarında kurşun asılıAl-benekli kırlangıçKaranfil yaprağısınBahar yeline düştün Uykusuz geceler, bıçak sırtındaToprak kokusu yoldaşın olduNice fırtınalarda gülümsedin deSavruldun sehere düştün

Ütopya

…Ve senTanrıca kutsanmışZırhın içindeÖylesine çok özlemindesin kiBoynuna geçecek kemendinİngiliz usulü bir zindanda YaniZühre aynı ZühreTahir aynı TahirEn gümrah ormanlarında bile ömrümüzünAynı çöl, aynı bedevi…

Uzağa Çağrı

Dün sabır yüklü bir kervandıSessiz-inatçıYarın doludizgin bir kısrak olacak zamanHesapsız-asiNasıl da uçuşuyor yılan eğrisi çizgilerdeYıldızlarHangi yönden esiyor böyleAkşam akşamEski istasyonlarda rüzgârlar

Portre

Anlamsızdı gökyüzünün lekesiz maviliğiAnlamsızdı yarışı şafağın geceyiBir dalın çiçeğe duruşuUçuşu bir kırlangıcınAnlamsızdı Özlemini çekmediIslak başak kokusununHiç düşünmediSırtüstü uzanıp toprağaYıldızları saymayı

Özleyiş

Ankara’da ikindi sonrası kar yağıyorYorgun kuşlar gibi düşerek yerlereUsul usulAğır ağır Ortalık ana baba günüİnsan seli akıyor caddelerdenHepsi bir başka şekildeBir başka surette her biriDurup seyretmek istiyorumNe çareSana benzemiyor hiç biri

Mektuplardaki Biz

Gün ikindisine seriyorumMamak mektuplarınıSararmış kimileri uçlarındanKimisi gün gibi, uçarıKaç kez okudum bu satırlarıKaç kez okuyacağım dahaBilmiyorum Güneşe tutuyorum Pervasız gülümsüyorlarGizlice yazılıpZuladan çıkanlar

İsyan Öncesinde Yüzün

Çekilmemişse kınındanKorsan gülüşlü bıçaklarBilenmemişse alınların aydınlığındaAteş mavisi çelikVe açmamışsa avuçlarımızda ak zambak gibiAy aydınlığıNedir  ki gökyüzü dediğinizÜç-buçuk yıldızdan başka

Haber Bülteni

Uykusuz geçiriyorum geceyiBitkin düşüyorum, yorgunumGözlerim kan çanağıKalbim bahar sabırsızlığındaVe kısa dalga istasyonlarında kulağım radyoların “Seine” nehri çıldırdı diyor spikerSığmıyor yatağınaŞehirde kıyamet kopuyorKartal pençesini gösteriyor uysal güvercinAkıtarak perçeminden mavilikleri

Gün Ucu Gülüşleri

Dilsiz şövalye heykeli yüzündeVurulmuş kartal düşleri arıyor gezginlerKurt ve çakal sesleri taşıyor serseri rüzgârlarGecenin içindenVe nasıl da yakışıyor yabanıl aşklaraGüz akşamlarının zenci gülüşleriBir deKiraz çiçekli mevsimler Haberin geliyor bir kuşluk üstüOnca acıdan  sonra— yağmurla yıkanmıştı akşamVe leylak kokuyordu gece.–

En Tenha Anında Sokakların

En ince yolculuğuna çıkıyorum düşleriminEn tenha anında sokaklarınSerçe hafifliğinde yüreğimGözlerimAlaycı, tedirgin ve ürkek BenMühürlenmiş sokakların asisiHüznün ilk yaz sağanağıAlaca şafak hayduduÇatlatırcasına uçuruyorumİçimdeki kısrağı

Dolunay Zamanı

Menekşe yaprağından seken bahardaKuşları salsam kentin üstüneAçar mı gamzelerindeki gülüşlerBiter mi gamın kederin Dolunaylı geceler düşürsem haneneBir ıslık çalsam karşı kıyıdan-on beş yıl öncesine dair-Çocuklaşır mı gözlerinYankılanır mı korkusuzluğunGecekondulardan

Dervişçe

Ayazlar ısınır nefesinizdeYer-gök ellerinizdedirDerVe bir derviş kelam ederKitabın ortasından Ey! İnsan der Sürdükçe suskunluğunSürdükçe baş eğişinNe gülün adı kalır ovalardaNe rüzgarın sesi duyulur dağlarda

Çingene Çadırında Bahar

Sihirli bir zambak gibi açarken güneşEski damların ardındanSelvilere düşerdi ilk ışıkları Temmuzun alacakaranlığındaErkendenYeşil sarıya çalardıUmut sevince Yağmur damlaları süzülürken ay ışığındanGeceye bırakırdık ıslıklarımızıGeceye bırakırdı çingene kızlarıBöğürtlen kırmızısı sevdalarını

Bahar Yargısı

Ansızın gelir baharGüneşi, rüzgârı ve yağmuruylaYaprak kımıldamaya başlar dalındaGök gürültüsüyle irkilir yorgun kentVe kırkikindilerle kucaklaşır toprak Ayna tutar gibi durgun bir göleAkasyalar arasından süzülür güneşDerman bulur cümle mahlukatDağ-taş yeşile dururBaşlar senfonisi saka kuşlarının

Sessiz Çığlık

Güneş düğümleyin çıkınımaÜşüdükçe ısınırımMatarama, umut doldurunSusadıkça içerimKaranfil sürün mavzerimeGülümseyip koklarımAdımı insan koyunVurun beni dağlara

Öfke Gediği

Sabırla dinledik Öfkeyle güldük Anlatılan memleket hikayelerine Nasıl da yalnızlaştık bulvar kıraathanelerinde Ve nasıl da çoğaldık varoşlarında kentin Düşümüzü düşler süslerdi Geceyi ay ışığı Ve geceye karışan arkadaş ıslıkları Ve geceyi ağarttı türkülerimiz Ve geceye direndi umut Ve gece yaşandı amansız sevdalar Ve geceyi yırttık makineli tarakalarıyla Eylül’dü Gün gibi güzeldi eylül İçtendi Kınından sıyrılmış bir bıçak gibi On ikiydi takvimlerdeki tarih Yere yapışacaktı sanki kül rengi bulutlar O gece Bir başka ağardı şafak Son hazırlıklar tamamlandı Kışlaların duldasında Uyumaktaydı ki dev Dev gibi uykusunda Buyruklarını verdi tarihin cüceleri “Roma’yı yakın” Roma yıkılacaktı -Çaresiz- Buyruk Neron’dan Varsın açmasındı gelincikler -Ne… Devamı

Hiç Kimselerin Bilemeyeceği Bir Aşkın Öyküsüdür

Bu sevdayı Sen bilmeden evvel Ve benden önce Gelincikler öğrendi Açtılar elvan elvan O nisan safağında Bu sevdayı Sen bilmeden evvel Ve benden önce Yaban güvercinleri öğrendi Kanat çırptılar dağ doruklarında Süzüldüler deryalar üzerinden Kaf dağının ardına Bu sevdayı Tanrılar öğrendi Surat astı Zulüm öğrendi kükredi. Kardelenler öğrendi Kafa tuttular zemheri ayazına Bu sevdayı Sen bilmeden evvel Ve benden önce Kurt öğrendi, kuş öğrendi Ağaç, yaprak dal öğrendi Bu sevdayı Bir tek, insanlar öğrenemeyecek gülüm. Ve sen hiç bilemeyeceksin Öğretilen ne ki şimdiye kadar Ta Urartu’lardan beri Küçük hesaplar dışında Ve ne de çok sevdirdiler Altın kafeslerde Muhteşem Yaşamı

Gül Açar Yangın Yerinde

Bir gecenin şafağındaAyaza keserken gözlerimdeki ateşDonarken dudağımda nefesimDüşmüşüm bir müfreze pususunaHavada; fesleğen kokusu var Ölünesi bir ilkyaz gecesindeBir kurşun daha sürüp namluyaYüzükoyun kapaklanıpUzanıyorum toprağaHavada barut kokusu varMavzer uğultularına karışıyorÇekirge sesleri

Geriye Kalan

Maviye boyanmış duvarGökyüzü sanılsın diyeÇömelip seyrettimAyaklarımın üstüne Ne eylül akşamlarının serinliğiNe ağustos gecelerinin aydınlık karanlığıNe tepemde yükselen ayNe rüzgârda dağılan saçlarınNe de tütün tarlalarından seyredilenO parlak yıldız…Hiçbiri yokBu duvarın mavisinde

Gecenin Türküsü

Yıldızlı bir yaz gecesindeSeni düşünürümBir karanfil bahçesindesinOturup toprağaSamanyolunu seyrederiz Ay düşer saçlarının üstüneBir yıldız kayar tepemizdenGelecekten konuşuruz

Bir Düş Sıcağı

Müthiş yıldızlı o ağustos gecesindeAy yarımdıYıldızlar parlak….. Ve senBir ceylan kadar ürkekAşk gibi güzeldin El ele tutuştuk.İlk defa göz göze geldikSessizce öpüştükKonuşacaktıkUtandıkVazgeçtik

Bir Akşamın Öyküsü

Bu akşamÇok önemli şeyler olacak.Çok önemli şeyler olacakBu akşamÇook önemli Düşündükçe bu akşamıNefesim kesiliyor, sabırsızlanıyorumBastıramaz oluyorum heyecanımıDestursuz geçiyorum caddelerdenGeçit vermez mahşeri kalabalıklarıTemmuzun ikindisiNeredeyseGün inecek.Yükseliyor nabzımın vuruşlarıEndişeleniyorum daDuyulacak diye

Adı Konulamayan

Seni sevmek Bir güvercin uçurmak gibi semada Bir karanfile el uzatmak gibi bahçede Bir Köroğlu türküsü tutturup İsyan bayrağı gibi açılmak havada Seni sevmek Sürüp namluya yüreğimi Hedefleyip zulmün kalesini Dokunuvermek tetiğe Seni sevmek Bir gladyatör aşkıdır Spartaküs’ten kala miras İncil’in ortasında böyle yazılı “Nev’i şahsına münhasır” Seni sevmek Bir çocuğun gözlerindeki gülüştür Sen Yüreğimin kanayan karanfili Dayanılmaz özlemim Vazgeçemediğim

Yürüyüş

Kurumuş başak sapları  kopararakÇiçek yaprakları topluyorsun tek tekRüzgarın sesini dinliyorsun hışırdayan yapraklardaYeşil denizlerine yolcusun buğday tarlalarının Yıllar önceyeİlkyaz gecelerinin firar sıcaklığına Aman vermiyor soğuk Bir gülüş yerleştiriyor dudaklarına militan ruhunMutlusun öylesineYarıp çıkmışsın kuşatmayı ,yollar kesilmişPeşinde  gölgesiz  gölgelerYıldızlar yağıyor üzerine,ışık çemberindesinAteşin göğsüne uçuyor göklerin atlılarıYakalanırsan bir ihtimal

Yaşanan

“ Yaşamı bir yara gibi karşıladım Ve intiharın yarayı iyileştirmesini yasakladım” Laute’rmont Usul usul ne konuşuyorsun öyleEğip omzuma başınıYirmi yıl ötelerdenTedirgin,ürkek…anlatacak anıların olmalı Sardunya sabahlarına vurup kendiniBir dal hayal çiçeği iliştirip ağzınaSoluksuz koşardınEn uzun maratonunu evrenin

Sır

Aldattınız beniGüzel bir yanlışa düşürdünüzDağıldım aşkların orta yerindeRüya dumanı gibi EndişelenmeyinÇapraz kuşanıp gülüşleriniziSiyam gülleri takıyorum yakamaGeçitsiz uçurumlarınıza inat

Serenad

Bir kadını bekliyordun Issız yolların kıvrımında,yaz sağanaklarıyla Bir kadını bekliyordun Sissiz Ağustos sabahlarında Kıyısız denizlereydi yolculukların Kırmızı ışıklarda geçerdin hayatı Hangi zaman kipinde anlatılırdı,bilmezdin Firari kırlangıçların ömrü Hangi yöne savrulurdu rüzgarlar Onmaz aşkların peşinden Bir kaçaktın,bir militan, bilirdin Uzun ayrılıklar girecekti araya İzler bırakırdın dokunuşlarından Nerde yakalandın,nerde vuruldun Ay kızıllaşırdı saçlarının yeşilinde Yeniden,yeniden okurdun o şiiri Yağmur kokardı adının geçtiği dizeler Sırdı aranızda gülüşlerindeki giz Sırdı,ıssız gök altında sevişmeleriniz Gelirim derdi de ikindi üstlerinde Karışır giderdi geceye Beyaz bir gemi gibi derin sularda Bir kadını bekliyordun Akıp gidiyordu zaman,umarsız Gelecek diyordu göklerin atlıları Uzatıp başlarını bulutlardan Mutlaka diyordu kalbin Düşlerin… Devamı

Sahi Siz Kimdiniz?

Yaşamasına yaşıyorum Konuşuyorum da konuşmasına Anlatamıyorum size kendimi Eski bir lehçesiyim belki hayatın. Bir ömür tükettim pembe bir şafak için Ölümü öldürmekti işim Dinamitledim kentlerin zeminlerini Bir demet gülüşünüzle Katil ve kahramandım , soylu ve serseri Sinmişti üstüme bütün sıfatlarım “Yaşam güzel” di iki sözümden biri Bir köpek gibi de sadıktım aşk‘ a Yakınmadım hiç Ödedim bedelini  karşı koyuşlarımın Sustum, sustum , sustum Eylemin safrasıydı çünkü sözcükler Varsın anlatmasındı kendini Önsöz yazmadım hayatıma Yıldızların parladığı bir anda Ay’ı saçlarından öptüm ansızın Çözdüm yüzünüzdeki gizi , evrenin büyük sırrını Ve bir gonca gibi açıldı şafak Tam zamanıydı bir ömür bekleyişin Ellerimle… Devamı

Menekşe Ağıdı

Mutlanırım Ürkek yıldızlara dayayıp başımı Denizci masalı dinlerken akşamları Kuşları havalandırıp upuzun kirpiklerinden Yüzlerinde gezinirken gizlice Utangaç,masum Azat kabul etmez kölesi aşkın Ustasıyım soylu yanlışların da Ölebilirim İncecik yerinde gecenin Bir yıldız serüveninde Ay sulara düşsün yeter ki Gülüşüne benzeyen Ansızın büyür yangınım Yanlış ülkeler ikliminde Tutup rüzgarların elinden Küllerini savuran Korsanlara özgüymüş İnadına küsmek Varsın sen de kalsın aklım Yazgım uzak iklimlere Aşkın isyanıdır Çıkardığın yangınlar Zan altındasın kalbim Düşler tanık istemez Mağlubuz 30.1.2001

Kül ve Lir

             Yollara benziyor anılar              Yürüdükçe bitmeyen              Yoruldukça uzayan              Elde değil çaresiz, dalıp dalıp gitmemek              Ram olurduk rüzgarına o aşkın Ne tuhaf Durmadan çoğalırdı yıldızlar Değdikçe ellerimiz gökyüzüne Yeşil yağmurlar yağardı Kırmızı renkli şehirlere Düş tarlasıydı sokaklar Hangi duraklar aşk‘ tı , hangi meydanlar isyan Ne çok şey anlatırdık birbirimize Sessiz sedasız. Öfkelerimiz bile şiirdi Çıldırırdık şairin bir dizesiyle Afrikadaydık kimi zaman Kimi zaman Asya’da Kardeş kapısıydı Filistin toprakları Ah , bir demet menekşe sunamadık Madrit direnişçilerine Afişlere asardık vurulan düşlerimizi . Pusuya yatıp ay aydınlığında Ezberlerdik çiçek adlarını bir bir Yeşillenirdi kurşun hareli gözlerimizde Ölüme bitişikti… Devamı

Kırık Ayna

Tanıyorum seni Gökyüzü haritasından Samanyoluna komşu bir ülkedensin Aynı ufkun sabahlarına uyanıyoruz Aynı kumrular uçuşuyor  saçaklarımızdan. Menekşe kokuyor sokağın Suretinde secdeye duran mevsimlerde İzini sürüyor her gece, uykusuz Takılıp kalıyor sesine Yüzünde gölgelerin yorgunluğu Gülüşünde baharlar gizleyen İflah olmaz bir haydut Uzak düşler ülkesindensin İç geçiriyor masallarında periler Dalgınsın Karmakarışık renklerin Gözünü kaçırıyorsun istasyonlardan Raylarını terk ederken trenler Duayla damlıyor yaprağından damlalar Yazık, birer hüzün tanrıçası Ateş mavisine teşne gözlerin Bütün kapıların kapalı,ışık sızmıyor pencerenden Rüzgarların küf kokuyor Aşkların yoklukla malul Alsan beni mesela, uyutsan dizlerinde Hiç anlatmadığın bir masalı anlatsan Kapımızı çalsa bahar, gizliden Merhaba desek fırtınalara, ısınsa havalar… Devamı

İtiraz

Kahin Hangi masal ülkesinin şiiri bu Aklıma düşüyor ansızın Zamanın en olmaz yerinde Sulara düşmüş müdür sureti Uzanabilir miyim ellerine Düşlere yatsam Uç diyorum tek kanadınla Yetmiş iki parçaya bölüyor kendini yürek Vebalim boynuna diyor Aklım yetmiyor  kendime Kırmızı renkli atlar koşturuyorum Saçlarının yeşilinde Upuzun bir nehir oluyor yüzü Sularında gümüşler açan Eflatun çizgiler çekiyor buz mavisi gecelerime Sıcak,sımsıcak Yerleştirip dudaklarına gülüşlerini Dem çekiyor iki yıldız arasında Hançerinde fesleğen büyüten bedevi Çalkalandığın kaçıncı aşk bu Durulduğun kaçıncı deniz Kalbim Orda kal Yıllar önce gömdüğüm yerde Unut bir çingenenin Ateş mavisi gülüşlerini Yorgun düşüyorsun serüvenlerden 23.12.2001

İllüzyon

Kar bulutu bir yanıBir yanı zümrüt yeşilÇam yaprağıydı saçlarıNefesi bahar yeli Ayın yanağındaydı bir eliBir eli durgun sulardaFırtınalar çıkarır, yangınlar tutuştururduAdını gülümsedim gizlice“Aşk çiçeğiyim” dediSoylu yanlışı hayatın

İçine Kapanan Yara

Suskunluğundu bana bıraktığın adresinHangi kuytularda açardın, adın neydi bilmezdimKar yolları keserdi, mavileşirdin inadına Yağmurları sürüklerdi peşindenUzaktan geçen gemilerinSular çekilirRüzgar susarDingin gülüşlerin kalırdı geriye

Günce

Durmadan kar yağdı yine bu gece Buza kesiyor dilimde uçuşan sözcükler Ayazındayım mevsimin Gözlerimde sıcak iklimlerin buğusu Çingene tedirginliğinde düşlerimNerede kesişir hayalle gerçekAdsız gülüşler konuyor dudaklarıma

Gözlem

Derelerde biriken sular güzeldirIrmaklara akan dereler güzeldirDenizlere ulaşan ırmaklar güzeldirRivayet odur kiDenizler aşk ’ı ararmış Okyanuslarda. 10.11.1999 kurtköy escort ankara rus escort denizli otele gelen escort

Giz

Bilmediğin şey değil üşüdüğümSıcak bir merhaba bağlıyabilirdin Kasım rüzgarlarının peşine Yorgunluğum bilmediğin şey değil Dinlenebilirdi yüzünün esintilerindeSeraba koşan çölde bir gezgin

Giderken

Kendime en uzak,en yakın an’ımdı sana Hayali fotoğraflarını indirdim duvardan Titriyordun Dağınık ve tedirgindi dudaklarında sözcükler İnce bir yağmurla ıslandı yüzün Öpecektim görmesen,upuzun kirpiklerini Nefesim kesilirdi,eksilirdim gidersen Düşler yeşildi oysa,karabasanlar olmasa Sen kumraldın,güvercin sürüsüydü saçların Senin dağlarında güzeldi eşkıya olmak Gazel okumak bir taşa,çiy damlasında demlenmek

Buluta Çizilen Resim

Ay olurum gecelere Tütün dalına düşerim Gün olurum zemheride Gülün al’ına düşerim Gül dalında güzeldir Gün ufuklarda Can teninde güzeldir Bıçak kınında Gül dalında vurulur Dile gelir dağ-taş Feryat figanda börtü böcek Can teninde vurulur Kınında çıldırır bıçak Nasıl da dağlar içimi Nasırlaşan yüreklerde ölüm sessizliği Oysa neler düşlemiştik Nelere hasrettik gülüm Nelere hasretti dünya Turnalar inecekti su başlarına Bir ikindi üstü Gökyüzü konacaktı avuçlarımıza Mavi ve berrak Ay saracaktı ovayı Akasyalar ortasından Bu bahar patlar demiştik tomurcuk Dal’la yaprak arasından Rüzgârda dağıldı düşlerimiz Ortasında kaldık o puşt ölümün Yine tan kızıltısında çakal sesleri Güvercin kanadında kurşun yarası Uzayan yollar… Devamı

Esintiler

Martı seslerinin bittiği yerde başlıyor geceYana yıkık duruyor çiçekler                                          belli ki sarhoş     Gecenin mührü bozuluyor derin sulardaDalıp gidiyorum gülüşlerineYasak mülkler mi çiğnedin   Her masalın şahmaranıSen ermiş çingene,ey güzel çocuk.

Armoni

Kendime uzaklığım kadar hayata yakınlığımNe bir geçit yol verir bulutlar üzerindenNe bir ses var etrafımda, dönüp bakmama sebepHep kendine doğuyor ayYağmur kendini ıslatıyor durmadanBir çılgınlık nöbetindeyim , her dokunuşum tedirginBöylesine gamsız akşam üstleri

Gönül Kalk Gidelim Sılaya Doğru

Ansızın, yaşayıp geçtiğiniz, geride bıraktığınız ve artık yolunuzun üzerinde de olmayan yaşamın belli belirsiz bir an’ına tökezleyiverirsiniz… Belki o güne kadar belleğinizin hiçbir yerinde izi olmayan yaşamınızın o kesitine ilişkin hiçbir renk, hiçbir ürpertici ya da gülümsetici betimleme de hatırlamıyorsunuzdur… Siz o “an”ı çoktan geride bırakmışsınızdır, ya da o “an” size hiç ilişmemiştir bile… Dalgın bir anınızda kim bilir neleri veya kimleri hayal ederek sarsak sarsak yürürken ve hatta zaman zaman kendinizle konuştuğunuzun farkına varıp,  “acaba biri görüp de delinin biri” mi diyecek diye utangaç bir edayla kendinizi toparlamaya çalıştığınız bir anda, belleğinizin kapısı çalınıverir… Gelip karşınızda durur… Hatları öylesine… Devamı

Bir Aşk(sızlık) Öyküsü Ya da Pazarın Kutsallığı

Her şey pazar için. Duygularınız, aşkınız, kişiliğiniz.. Düşündüğünüz, düşünemediğiniz her şey. MIDAS kapitalizmin harika çocuğu. Elinin değdiği her şey dolar oluveriyor. Konu, Tülin Akyıldızın “www. Sanal alemde bir aşk öyküsü” adlı kitabına, çağımızın-günümüzün değil- imrendirici aşk öyküsünün methiyesidir. Çernişevski, bilinen romanı ‘Nasıl Yapılmalı” ya girerken okura “aptal okur” diye seslenir. Tülin Akyıldız öyküsünde okura aptal diye seslenmiyor, aptal mı? yoksa biraz zeka kırıntısı taşıyor mu diye yoklama yapıyor, okuru gözlüyor. Öyküsünde, kahramanlarına insana özgü, insanı insan yapan en “olmazsa olmaz”ı, aşkı aratıyor. Her şeyin metalaştırıldığı yaşamımızda sadece kendimize ait olması gereken -artık sadece kendimize ait olan diyemiyorum-birlikte üreterek ve paylaşarak… Devamı

Hacı Yatmazlar

Bir kişilik karakteri tanımlamasının “oyuncak” olarak üretildiğini yeni duydum. Küçüklüğümden beri “her devrin adamlarına” ekmediği yerden biçen” sözüm ona uyanıklara, insan suretinde görünmesine karşın bazen başını kıç, çoğunlukla da kıçını “baş” olarak kullananlara bu isimle hitabedilirdi. “Siktir pezevengi, hacıyatmazın biridir…” Yetiştiğim köyün birkaç kişilik konu komşu meclisinde adam yerine konmazdı… Bazı açık sözlü büyüklerin “ ulan fırıldak, yine ananı boyayıp babana  mı satacaksın” diye aşağılamalarına karşın, söyleneni duymaz, pişkin pişkin sırıtırdı… Her köyün “delilerinden” bizim köyde de vardı tabi, bunlar açık sözlü, mert, özü sözü bir insanlardır. Söyleyecekleri sözü eğip bükmeden, evirip çevirmeden “şak” diye söyleyiverirlerdi. Bu yüzden “deli” lakabıyla… Devamı

Bir Çiçeğe Bakıp Bakıp

Bahar akşamlarının en güzel saatlerinin kilit altına alındığı ikindinin beşinde başlardı spikerimizin anonsu. “ Burası patagonya radyosu, kısa dalga Fm. Sevgili dinleyiciler, kısa dalgalarımızı geçmeye başlıyoruz…” İlk haberimiz cezaevi idaresinden… “ Bugün toplu dayak sayısının ikiye inmesi, uzmanlarca “yumuşama” belirtileri olarak yorumlandı. Olayla ilgili muhabirimizin sorusunu “toplu dayak” uzmanları “konuşma lan, konuşma”  diye yanıtladı. İkinci haberimiz meclisten. “Yavruya Bak Yavruya” partisinin bir grup milletvekili meclise af önerisi sundu. Şimdi af önerisi sunan bu milletvekilleriyle birlikteyiz. “Sayın milletvekilleri, altıyüz elli bin kişiyi cezaevlerine tıkana kadar ne fedakârlıklara katlanıldı. Sizin meclise bir af önergesi verdiğiniz söyleniyor. Konuyla ilgili bir açıklama yapar mısınız?”… Devamı

Bin Dokuz Yüz Yetmiş Yedi

“Üzerime karanlık çökse bu kadar korkmazdım” dedi, o yıllardan korktuğum kadar. Korkmazdı bana göre, iyi tanıdığım, yaşamının ateşle sınavına yakından tanıklık ettiğim, eğilmez, bükülmez,  gözünü budaktan esirgemez bu yakın arkadaşımın sözü nereye getirmek istediğini kestiremedim. “ Nereden çıktı şimdi bu dedim, şu güzel Antalya akşamının tadını çıkarmak varken, hangi yıllardan bahsettiğini de anlamadım dedim”. “Her birimizin birer kahraman olduğu yıllardan söz ediyorum dedi, bıyığımız terlemeden daha gökyüzünü fethetmeye çalıştığımız yıllardan”. Elimle omzundan ittim, “takıldın kaldın yine dedim, otuz küsur yıl geçmiş üzerinden, beri gel, bugüne gel”. Çaktırmadan yüzüne baktım, saçları ağarmıştı, yüzünde yorgunluk. Ateş gibiydi gözleri. Bedeninin her tarafı hareket… Devamı

Amerikalı!…

Onunla Ankara merkez kapalı cezaevinde tanıştık… Gardiyanınından tutuklusuna herkesin ağzında bir Amerikalı…. Sesleri uzaktan duyuyoruz, yanımıza yanaşıp konuşan yok… Cezaevinde bir Amerikalı olduğu kanısına varıyoruz.. Amerikalı aşağı, Amerikalı yukarı… Tutuklandığımız arkadaşlarla tecrit koğuşunda kalıyoruz, ya da biz öyle diyoruz kaldığımız koğuşa… Cezaevine getirildiğimizde normal koğuşa vermediler bizi… Siyasi tutukluların kaldığı 8. koğuştaki arkadaşların olanca ısrarına rağmen cezaevi idaresi bizi koğuşa vermemeye kararlı… Nedenini bilmiyoruz, şaşırıyoruz bu tecrit edilmişliğe… Bir iki gün sonra, biz emniyette iken takip etme olanağı bulamadığımız gazeteleri bize gönderiyorlar 8. koğuştaki arkadaşlar. Sis perdesi yavaş yavaş aralanıyor… Yakalanmamıza ilişkin emniyet kaynaklı haberler birkaç gün üst üste sekiz… Devamı

Ali Butto

Bazen gerçekleşmesine olasılık bile tanımadığınız bir haberle karşılaşırsınız ansızın. Boş bir noktaya dikersiniz gözlerinizi, anlamsız anlamsız bakarsınız bir süre. Ay mı geçmiştir, yıl mı, yoksa gerçekten bir “an” mıdır, işte bu zaman dilimini adlandıramazsınız, ya da bildiğiniz zaman ölçülerinde bir adı yoktur bu anlamsızca boşluğa bakışların. Zihniniz haberin içeriğini kabullenmez bir türlü ama içinize de bir kurt düşmüştür.  Giderek, soğuk soğuk terlediğinizi hissedersiniz, her yanınızı ateş basar. Sanki haberin içerdiği gerçekliği geriye döndürmeniz olasıymış gibi aniden nereye ve kime olduğunu bilmediğiniz bir hamle yapar, çevikliğine kendinizin de şaştığı bir atakla fırlarsınız yerinizden. Bir eylemsizlik, bir çaresizlik an’ıdır bu. O an,… Devamı

Erasmusun Delileri

Sadece bedeninizin değil, artık beyninizin de kaldıramayacağı günün yorgunluğunun ardından ve tedirginliğinizi hane halkına hissettirmemek için sahne oyuncularını gıpta ettirecek ustalıkla sergilediğiniz rolünüzle “ gönül rahatlığı içinde” uzanırsınız yatağınıza… Beyninizde bin bir mülahaza… Evirirsiniz, çevirirsiniz olmaz. O yana döndürürsünüz, bu yana döndürürsünüz olmaz… Doluya koyarsınız almaz, boşa koyarsınız dolmaz… Sanki kafatasınızda kırk tilki dolaştırıyorsunuz da kırkının da kuyruğunu birbirine değdirmemek için kırk takla atıyorsunuzdur… Olasılıklar, endişeler, tedirginlikler korkuyla birlikte med-cezir yaşatırlar, bir gelir, bir daha gitmezler… Gerilirsiniz, kaskatı kesildiğinizi hissedersiniz, sanki damarlarınızdaki kan çekilmiştir. Bunca kalabalık içinde kapıldığınız yalnızlık hissiyle ürperirsiniz… Bir çılgınlık nöbeti, bir melankoli hali diye düşünürsünüz… Bu… Devamı

Cambaza Bak

Ekin Sanat’ın bu sayısına göndereceğim yazıyı üç kez yazıp sildim. İlk yazıyı yazdığımda ortalık ağarmıştı, noktayı koydum yattım, mesai sonrası düzeltmelerini yapıp gönderecektim. Nasıl da yorgunum, sabaha erken kalkmam gerekli, bir yığın ve yoğun mesleki iş beni bekliyor. Yattım yatmasına da, yatak diken oldu sırtıma batmaya başladı. Yazının bütün satırları, bütün sözcükleri film şeridi gibi gözümün önünden akıp geçiyor, ya da satırlar sözcükler akıp gittiklerini sanıyorlar, ama aldanıyorlar, geçmiyorlar tıkanıp kalıyorlar, üst üste biniyorlar, birbirlerinin üzerine yığılıyorlar. Zihnimden birkaç satırı, birkaç sözcüğü atlatmaya çalışıyorum, çaktırmadan. Dikkatlerini başka yöne çekmeye uğraşıyorum. Yerlerini bulmuşlar ya aldırmıyorlar bile, beni umursamıyorlar. Bu kadar rahat… Devamı

1 Mayıs 2008: Korkunun Şiddeti

İşaret, 1 Mayıs arifesi günlerinde verilmedi. Geriye gidin, yüz yıl, iki yüz yıl öncesine. 1848 Haziran ayaklanmasına, Komün günlerine kadar uzanın. Feodaliteye karşı iktidar egemenliğini emekçi yığınları peşine takarak ve onlara “özgürlük” vaat ederek sağlayan Burjuvazi, bir yandan dudaklarına yerleştirdiği sahte gülümsemelerle ortalıkta seyran edip hayranlık uyandırırken, diğer taraftan “despotizmine” karşı yığınları seferber ettiği feodal artıkların bile “ bu kadarı da olmaz” diye dudaklarını uçuklatan despot uygulamalarıyla eş zamanlı olarak tarih sahnesine çıkmıştır. “Çocuk”, ikiyüzlülüğü, riyakârlığı, iktidarını “zor” üzerine inşa etmesini “büyüdükten sonra” öğrenmemiştir, onun “zor”u iktidarını sürdürmenin biricik aracı olarak kullanmaya başlaması doğuştandır ve bu durum eşyanın tabiatına da uygundur…. Devamı

“Eğlenceliiik… Yimbeeşşş…”

Çocukluğumun geçtiği köyle kıyaslardım ortaokulu okumak için geldiğim kasabayı. Bizim köyün yanında devasa bir kütle, bir azamet heykeliydi sanki. En az beş yüz metre uzunluğundaki upuzun caddesinin tam orta yerine “çarşı” diyorlardı. Bu sözcük bana yabancıydı ve ezberlemek için kaç kez tekrar ettiğimi bilmiyorum. Çarşının tam orta yerinde hükümet konağını soluna, topal Selahattin’in dükkânını sağına alan meydandaki Atatürk heykelini, kasabanın tenha günlerinde sanki gülümser, kasaba pazarının olduğu Perşembe günleri, babamı aramak için aralarında “kaybolma” korkusuyla koşuşturduğum, acele acele birbirini tepeleyerek yürüyen kalabalığın arasından başımı kaldırıp baktığımda kaşlarını biraz çatık görürdüm. Kasabamızın bende bıraktığı ilk izlenim “ne kadar da büyük” olduğu… Devamı

Eylül… Eylül

“Buzlu camın arkasından seyrediyorsun dünyayı” demiştin, “bedenine ait olan gözlerin sana ait değil, olanı değil olması gerekeni görüyorsun, kaç yıl geçti, dünya değişti, insanlar değişti, realite değişti, niçin bu kadar katı olduğunu anlamıyorum, sen yaşama yön veremezsin, bunu kabullenmedin. Düşlerin bile bir gerçekliği vardır, senin yok, olmadı, hiç gerçekliğin olmadı”… Eylüldü… Akşam rüzgârında hışırdayan yaprakların “düşsem-düşmesem” ikileminde bırakıp gitmiştin. Öylece kala kalmıştım, o ana dek saydığım yıldızların sayısını da karıştırdım, oysa gökyüzündeki bütün yıldızları sayacaktım o gece. “Hintli gezginler” değildik ama ahdimiz vardı feleğe, kamburumuz çıkıncaya dek bu yolun yolcusuyduk. Bırakıp gidişinden beri bir daha hiç haber alamadım senden, arayıp… Devamı

Geceye Ayna Tutmak

Akşam bastırıveriyor ansızın. Gökyüzünde bir telaş, bir telaş… Ağaçların arasından bir görünüp hemen kaybolan ay, telaşa gümüş bir tüy dikerken sarı benizli Asyalı yüzüyle çocukluğumun kasabasının çıngıraklı faytoncuları düşer aklıma. Bu iyi derim. Düşüncelerimin dağılıp rahatladığımı düşündüğüm an, gözlerine yakalanırım, eşikte kala kalırım öylece. Gideceksin… Akşam esintileriyle hışırdayan dalların arasından geçip gideceksin, saçlarını dağıtan rüzgârın farkında olmadan. Sokakları hızlı adımlarla geçerken, ayaklarının altında oynaşan akasya yapraklarının da farkında olmayacaksın. Yüzünde Avrupai bir hüzünle ve bir an önce varacağın yere yetişme gayretiyle kestirme sokaklardan yürümeyi deneyeceksin. Bir anlam veremeyeceksin belki, seninle birlikte yürüyen tutkuma. “Kurtul diyeceksin gözlerimin hapishanesinden, bakışlarımın esrarından kurtul,… Devamı

San At Giz mi?

Bir belgeyi araştırırken 7. Nisan.1998 tarihli Cumhuriyet Gazetesi ve bu gazetenin aşağıda anacağım makalesinin üzerine çalakalem yazdığım notlar gözüme ilişiverdi. Adını ettiğim makale Cüneyt Akalın’ın “68,zafer mi? Yenilgi mi?” başlıklı bir irdelemesi. Okumaya başlarken, doğrusu düşüncelerimin beni böylesine derinden sarsacağına olasılık vermiyorum. Övgü-yergi türünden bir şeyler bekliyorum. Benim 68’lere ilişkin bilgim “yaşamışlığımdan” gelmiyor. Her ne kadar adı anılmasa da biz 78 kuşağındanız. Yani 68’lerde henüz çocuğuz. 68 olgusunu kâh kitap ve dergilerden okuyarak, kâh 68’li dostlardan dinleyerek öğrenmeye çalışıyorum. İşin özeti 20. yüzyıl yakın tarihimizde ülkemiz orijinalitesinin belleklere kazınmış –belleği olanlar için tabi- onur tarihi. Adını ettiğim irdelemeyi okudukça beynim… Devamı

Küresel İmparatorluğun Kraliçesi Bayan Rice’a Açık Mektup

Bayan Rice; Size, “açık mektup” yazma düşüncem, “Irak’a demokrasi getirme” düşüncenizin dünya kamuoyuna açıklandığı günlere dayanmasına karşın, iddia ve mesajlarınızı “aba altından sopa gösterme” olarak düşündüğümden, açıkçası “arenanın” bu denli kanlı olacağını kestirip, bu seyirlik oyundan vazgeçeceğinizi, kan ve kemik yığınlarından ibaret bir dekorda sahnelenen oyunun siz dâhil kimseye mutluluk getirmeyeceğini bildiğinizi umduğumdan, mektup yazma isteğimi bugüne değin erteledim. Bayan Rice; mektup yazarının bir Türk komünisti olması, tepkiyi, “ küresel imparatorluğun kraliçesine karşı duyulan hazımsızlık” olarak geçiştirmenizi belki kolaylaştıracaktır. Şimdiye değin “ateşle oynadığınıza ilişkin” komünist olmayanların bile uyarılarına sırt çevirdiğinize göre, bizim uyarılırımızı da görmezlikten, duymazlıktan geleceğinizi, hatta gülüp geçeceğinizi… Devamı

“Quo Vadis” ÖDP?

Ekonomik krizin derinleştiği, toplumun istikrarsızlaştığı dönemlerde, sistem yedek stepnelerini devreye sokarak arabanın düze çıkmasının çarelerini arar. Kimi zaman en ırkçı, şoven ve militarist siyasi oluşumlara verilen bu görev, kimi zaman liberallere, sosyal demokratlara, kimi zaman da sözüm ona “ sosyalistlere” verilmiştir. Zaman zaman da bu görevi üstlenmek için egemen güçlerin “kim daha iyisini yapar” kampanyaları düzenlediği bilinir. Ülkemizde egemen sınıflar, belki de var oluşlarının hiçbir döneminde böylesi açmaza düşmemişken ÖDP’nin “bir arada yaşamı savunalım” kampanyası ne anlama gelmektedir, bir arada yaşayacak olanlar kimlerdir, bir arada yaşayacaklar hangi ekonomik, politik ve siyasal zeminde bir araya geleceklerdir? Aslında, bu soruların yanıtlarını almak… Devamı

Melankoli ve İntiharın Şairi: GERARD DE NERVAL

yüzyıla gelinceye kadar, toplumsal değişim nispeten yavaş ve sancısızdır. Toplumsal değer yargıları yerine oturmuş, kişilere önceden dağıtılan roller “ içselleştirilmiş” ve toplumun her kesiminde genel kabul görmüştür. Aşağı yukarı herkes, kimlerin nasıl davranacağını bilmekte ve bu “ bilinebilirlik” içinde marjinal, şaşırtıcı davranış biçimlerine genel olarak rastlanılmamaktadır.18. yüzyıla kadar olan edebiyat ve sanat eserleri ile,, eserlerin yaratıcıları ve kahramanlarının davranışları da bu “ genel kabul görmüşlük” çerçevesinde cereyan etmektedir. Sanatçıların yaşam tarzlarında ve sanat eserlerinde şaşırtıcılığa pek rastlanılmamasının nedeni budur. ( Bu genellememiz elbette, başat ve baskın sanat akımları ve sanatçıları için geçerlidir. Bu tanımlama içine girmeyen, bu dönemde “ruşeym” halinde… Devamı

Uygarlık Çatışması mı Sınıf Mücadelesi mi?

20. yüzyıl biterken,  gerisinde biriktirdiği karşı devrimci potansiyel, süreci adeta “ sil baştan” dedirtircesine geri çevirdi. 1990 larda Sosyalist bloğun yıkılmasıyla, kapitalizm, yaşam damarını tıkayan, adeta sistemin boğazını sıkan tarihi bir engelden kurtulmakla her şeyi yeniden ve “ kendisine göre”  düzenleme savaşını başlattı. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupaki Sosyalizm, Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki devrimci mücadeleler sonucu varlığını korumaktan bile acze düşen kapitalist sistem, yerküre ölçeğinde her şeyi sisteme göre ve sistem için düzenlemenin fırsatını da yakalamış oldu. Karşı devrimci saldırı, iç içe geçmiş ve karmaşık, çok yönlü bütün saldırı araçlarını birlikte, eş zamanlı, art arda ve kesintisiz kullanmanın maddi,… Devamı

“İnsandan Sanata” Bir Edebiyatçı: MAKSİM GORKİ

“İnsanı ,yeryüzünün en güzel surette yaratılmış ve hizmete layık bir yaratığı olarak görmeye alışmadıkça, hayatımızın sahteliğini, ikiyüzlülüğünü ve alçaklığını üstümüzden atamayacağız”  Maksim GORKİ Edebiyat tarihinde onun kadar tartışılan, yerilen ya da yüceltilen bir başkası yok gibidir. Kimilerince edebiyatta bir dev, kimilerince okunması bile “zul” sayılması, yargıya ve yargıcına göre değişin Maksim GORKİ,1868 yılında Novograd’da marangoz bir babanın ve ev kadını bir ananın çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Asıl adı Aleksey Maksimoviç Peşkov’dur. Babasının erken yaşta ölümü ile annesi ile birlikte dayısının yanına yerleşen Gorki,11 yaşında geçim derdine düşer ve ekmeğini kazanmanın yollarını arar. Okuma yazmayı gemi aşçısından öğrenen Gorki’nin düzenli bir… Devamı