“Buzlu camın arkasından seyrediyorsun dünyayı” demiştin, “bedenine ait olan gözlerin sana ait değil, olanı değil olması gerekeni görüyorsun, kaç yıl geçti, dünya değişti, insanlar değişti, realite değişti, niçin bu kadar katı olduğunu anlamıyorum, sen yaşama yön veremezsin, bunu kabullenmedin. Düşlerin bile bir gerçekliği vardır, senin yok, olmadı, hiç gerçekliğin olmadı”… Eylüldü… Akşam rüzgârında hışırdayan yaprakların “düşsem-düşmesem” ikileminde bırakıp gitmiştin. Öylece kala kalmıştım, o ana dek saydığım yıldızların sayısını da karıştırdım, oysa gökyüzündeki bütün yıldızları sayacaktım o gece. “Hintli gezginler” değildik ama ahdimiz vardı feleğe, kamburumuz çıkıncaya dek bu yolun yolcusuyduk. Bırakıp gidişinden beri bir daha hiç haber alamadım senden, arayıp sormadın da. Doğrusu bunu beklediğim de yoktu. Kaç yıl geçti, bilmiyorum. Yine Eylüldü. Alıştığımız melun Eylüllerden farklı bir Eylül. “Sans culots” suzların ( baldırı çıplaklar) hiç kimsenin hiçbir yerde ayağa kalkmasına olasılık tanımadığı bir Eylül. Hırçın ve masum, uysal ve isyankâr bir Eylül.
Ellisine yakın, yine “ gerçeği olmayan” ben, güz akşamlarında rüzgârlarının hışırtılarla doldurduğu o ağaçlıklı yoldan geçerken, kendi kendime seninle konuşmaya başladım. Dilim sürçmedi, bir kitabın sayfalarını özenle çevirerek, bazen gülerek kendi kendime, bazen sitem ederek sana. Laf aramızda, bazen değil sıkça, dilime yerleşen küfürleri sansürsüzce savurarak. İşte düşlerimin gerçeği diyorum, gözüne bakıyorum, bir suçlu gibi susuyorsun. Başlıyorum anlatmaya!…
“2002 yılının başlarında ( Şubat ayında ),adına “ Dünya ekonomik forumu “ denilen, küresel sermayenin temsilcileri New York’ta toplanırken, kürselleşme karşıtları da Brezilyanın Porto Alegre kentinde karşıt gösteriler için bir araya geldiler. Ya sermaye küreselleşecek insan ve emek hiçleşecek, ya da kapitalizmin egemenliği bitirilecek, insan ve emek özgülüğünü kazanmış olacak. Yerküre, kapitalist-emperyalizmle, emeğin, amansız ve bütün cephelerde aynı ayna anda patlak verecek uzlaşmaz kavgasına hazırlıyor kendini. Kim kazanacak? Emperyalist kapitalizm donanımlı ve örgütlü, hiç olmazsa şimdiki durumun görüntüsü bu. Emek güçleri, tarihin bu evresine kadar edindiği birikim ve deneyle, karşı cephede gedik açabilecek güçte vuruşu kotarabilecek mi? ( “Emin değilsin” diyorsun…)
Sakın Avrupa’nın üzerinde hayaletler kol geziyor olmasın!… ( Bu senin istediğin, senin düşün diyorsun, gerçek bu değil, Avrupa azrailini yendi!…)
20. yüzyılın başlarında kapitalist sistemin çatlağından fışkıran “baldırı çıplakların iktidarı” Avrupa’nın üzerinde elbette bir hayaletti, bir sarsış ve şaşkınlıktı… Burjuvazinin o güne kadar “tatlı bir latife “ olarak adlandırdığı ve sohbetlerine meze yaptığı sosyalizm, ete kemiğe bürünmüş bir gerçeklik olarak yer yuvarlağında olabilirlik kazanmış,” imkânsız” gerçekleşmiştir. Sömürge-yarı sömürge ülkelerdeki Ulusal Kurtuluş savaşlarıyla, Kapitalist metropollerde işçi sınıfının anti-kapitalist mücadelesi ve emeğin iktidarınca sıkıştırılan “yerküre egemenlerinin sistemi” hırpalanmış, ancak henüz postu da üzerinde bir çakaldır artık. Yeşeren çimen, patlayan tomurcuk güneş sistemine bağlı mevsimleri beklemiyordu. Emeğin özgürleşmesi insanın özgürleşmesi idi. İnsan kendi baharını yaratmasını öğrenmişti. Asya, Doğu Avrupa, Latin Amerika “imkânsızı” istiyordu. Sistem kuşatmadaydı. Çakallar kendi aralarındaki leş kapma kavgasının bedelini ağır ödemişlerdi, hem birbirlerine hırıldıyorlar hem de öldürücü darbelerin etkisini savuşturmak ve önlemler almak için yuvarlak masa başına geçiyorlardı. Av alanları güç oranlarına göre yeniden paylaşılacaktı. Kendi aralarında birbirlerini yok etme yerine işbirliğine yönelecekler, eski “kölelerin” isyanlarına ve “baldırı çıplakların” iktidarına karşı AB, İMF, OECD, Dünya Bankası, DTÖ v.b gibi köleleştirici kurumlarını oluşturacaklardı. Mevcutlarını koruyacaklar, kaybettiklerini geri alacaklar ve daha çok açlık, daha çok savaş ve daha çok kar edeceklerdi. Ve asla bir şeyi ihmal etmeyeceklerdi: Demokrasi yalanını… Egemenlik alanlarındaki ülkelerde işbirlikçilerinin iktidarlarını “our boys” (bizim oğlanlar) aracılığıyla sağlama alacaklar,“arka bahçeleri ve muz Cumhuriyeti” olmayan hiçbir yönetime tahammül bile edemeyeceklerdi… Ve yine tabii ki “istikrar” adına ülkeleri cehenneme çevirecekler, yeraltı ve üstü zenginlikleri bu iktidarlar vasıtasıyla ve yine tabi yasal yollardan (!) talan edilecekti. Bunu yaparken ordular besleyip ülkeler fethetmelerine de gerek kalmayacaktı.” Our boys” ları ne güne duruyordu ki… Ve sonra çekirge sürüleri gibi her şeyi talan edeceklerdi ve yalan makineleri durmadan yalan üretecekti. Bütün değerler ateşe verilecekti, yani tabi ki “ demokratik” yollardan… Demokratik yollardan uyuşturucu, kumar, fuhuş, emeksiz para kazanma “yükselen değerler”den sayılacak,”tükettiği kadar insan olunabileceğine” beyin taşıdığı iddiasında bulunanlar bile teslim olacaktı. Emeğin ve insanın direnişinin yok edilmesi için bütün zor araçlarının kullanımı meşrulaştırılacaktı. Hitler’le Almanya’da başlatılan deneme oldukça başarılı olmalı ki arkası gelecekti. Faşist güçler sistemin sivil görünümlü vurucu gücü olarak meşrulaştırılacak, irticacılar solun yükselişinin durdurulması için yedeklenecek, etnikçilik baş tacı edilecek, mesafesini en uzak tuttuğuna inanılanlar liberalizm borusunu öttürmekte birbirleriyle yarışacaklardı. Sosyalizm adına sosyalizmi tanınmaz hale getiren SSCB ve Doğu Avrupa’daki siyasal rejimlerin çöküşünü “ sosyalizmin çöküşü” olarak kutsayacaklar ve “tarihin sonu”nu ilan edeceklerdi.
Yaşasın Post modernizm… Yerküre, yeniden yuvarlak bir sini gibi yağmaya hazır ve iştahları kabartmaktadır. Adına ister yenidünya düzeni, ister liberalizm, ya da Küreselleşme deyin, ABD-AB nin başını çektiği Emperyalist kapitalist sitemin ürünleri, geçmişini aratacak türden ardı arkası kesilmeyen savaşlar, kıtasallaşan açlık, kitle imha silahlarıdır. Kuşkunuz olmasın demokratik yollardan ve demokrasi için… Buyurmaz mıydınız? ABD ve AB dünya gericiliğinin merkezleridir. İMF, Dünya Bankası, GATT/DTÖ v.b gericiliğin kurumlarıdır.( Yoksa siz “ İlerici Asya, gerici Avrupa “ diyenlerden misiniz?).New York, Seattle, Gotebourg, Cenova, da gövde gösterisi yapan Dünya kapitalizmine karşı, ilk kez Porto Alegre’de sistemin çevre ülkelerinin temsilcilerinden resmi karşı koyuş niyetleri seslendirilmiştir. Gerçi bu karşı koyuş istemleri, protestolar 2000 yılının başında başlamıştı ( Cenovadaki vahşetin fotoğrafları henüz yeni ),ancak Porto Alegre’ye kadar bu protestolar genellikle kendiliğinden eylemler şeklinde vücut bulurken, Porto Alegre şimdiye dek olanlarından, örgütlü ve ülkeler bazında olması yönünden ayrılmaktadır. Kapitalizmin temsilcilerinin Davos toplantısı olarak bilinen, bu yıl ( 11 Eylül nedeniyle) New York’da toplanan küresel kapitalizme karşı dünya halklarının kitlesel tepkilerinin 2000 yılının başında ortaya çıkışının nedeni kapitalizmin ekonomik, toplumsal ve siyasal tahribatının saklanamayacak kadar açık ve kitlelerin günlük yaşamında hissedilir oluşudur. Soğuk savaş sonrası aldatıcı söylemlerle ve devasa propaganda araçlarıyla içeriğini ve yüzünü gizlemede başarılı olmasına karşın gelinen noktada dehşet verici korkunçluğu dünya halklarının kitlesel tepkiselliğiyle karşılaşmış ve iki yıldır kendiliğinden tepkiler olarak New York, Seattle, Gotebourg, Cenova’da ortaya çıkmıştır. Porto Alegre’deki karşı koyuşun farklılığı tahribatın nasıl önlenebileceğine ilişkin olup, kapitalizme karşı ortak hareket plan ve ilkelerinin tartışılır olmasıdır. Küresel kapitalizme, dünya halklarının küresel karşı koyuşunun ilk işareti saymak abartı olmayacaktır. Sermayenin çıkar alanlarını daraltan her karşı duruşun adı, kapitalizmin sözcülerince “terör” olarak adlandırılmaktadır. Bu nedenle meşruluğunu sistemin yok edici karakterinden alan bütün kaşı duruş hareketleri terörizm olarak adlandırılmaktadır. Örneğin Cenovadaki kitlesel gösteriler terör eylemi, bu gösterilerde öldürülen Carlo Guliani de bir teröristti. Ne riyakârlıkları ilkti, ne de maharetleri. Yüzlerindeki cüzzamı “Uygarlık” ambalajıyla kapatmada da oldukça becerikliydiler.
Küresel sermayenin gerek Seattle, Cenova v.b kentlerdeki gibi kendiliğinden protestolarda olsun, Porto Alegre’deki gibi bağımlı ülkelerce seslendirilen örgütlü karşı koyuş çabalarında olsun, bu gösteri ve protestolarda en önde yer alması gereken işçi sınıfı bir güç olarak gözükmemektedir. Ne ekonomik örgütlülük olarak, ne de politik örgütlülük olarak. İster istemez “ kapitalizmin gelinen noktada tahribatının etkileri, sınıf mücadelesinin örgütlü güçlerini, kendine özgü tarz ve yöntemlerini yozlaştırma şeklinde mi ortaya çıkmaktadır “ sorusunun yanıtı sanırız aynı ölçüde düşündürücüdür. Öyle de olsa küresel kapitalizme, kendi merkezlerinde veya bağımlı ülkelerde küresel karşı koyuş hazırlıkları önemsenmelidir. Ancak… Sermayenin küreselleşmesine ve örgütlülüğüne karşı gerek tek tek ülkelerde, gerekse evrensel polatlı escort ölçekte, işçi sınıfı diğer bütün emek yandaşlarını peşine takacak ve nihai sözü söyleyecek bir örgütlülük yaratamadığı sürece, bu tepkiler gök kubbede hoş bir seda olarak kalmaya mahkûm mu olacak? Can sıkıcı bir soru, biliyorum. Bu tepkilerin İşçi sınıfının yerküre ölçeğinde örgütlü mücadelesine taşındığını düşünmek nasıl ödemiş escort da heyecanlandırıcı.
Kabalığın ifadesi olan küfür, bazen küfür edenin ağzında ve küfür edilen mekânlarda inceleşir, güzelleşir. New York, Seattle, Gotebourg, Cenova, Porto Alegre küfürün inceleştiği ve güzelleştiği kentler olarak gülümsüyor. Dünyanın köşe bucağında küfürü güzelleştiren kentler kurmak ve çatalca escort bu kentlerin şiirini yazmak isterdim.”
Başını öne eğiyorsun…. Uzun uzun yüzüme bakıp, gözlerini kaçırıyorsun. “ Utanç nedir” diyorsun, bulunduğun yerin farkında bile olmamanın şaşkınlığı ile…