Hançerinde Fesleğen Büyüten Bedevi (Yeniden)

(Yazı 2002 yılında yazıldı. Ekin/Sanat dergisinin muhtelif sayısında yayımlandı. Paris, Londra, Roma, Fransa, İngiltere, İtalya… Ama bir de Türkiye vardı. 2013 yılının Haziranında sıra Türkiye’nin “çapulcularındaydı ve bu bir nöbetti. Selam olsun size ülkemin “çapulcuları”… Bir ülkeyi dirilttiniz, ölüydüm… Beni de dirilttiniz…Yazıyı olduğu gibi yeniden yayımlıyoruz.)

Aynı fotoğrafın karesindesiniz, aynı çizginin izdüşümünde. Rüzgar Paris’in banliyölerinden İstanbul’a mı esiyor, İstanbul’un gecekondularını çapraz yalayıp geçen ay, Paris’in işçi mahallelerine mi düşüyor? Fotoğraflar ne çok karışıyor birbirine,  İstanbul neresi, Paris hangisi… Haber bültenlerinde, siz Paris’te yaşayan yetmiş iki millete uygun bulunan sıfatlar, bizim buralarda yaşayan yetmiş iki millete layık görülen sıfatlarla nasıl da birebir çakışıyor. Size uygun görülen bütün sıfatlar bizi tanımlıyor, bize layık görülenler çokça sizsiniz. İyi yetişmiş, iyi eğitilmiş –yani dalkavuklukta- avcılar hedefi tam on ikiden vuruyorlar.. Kalemleri sivri, kılıçları keskin… Paris’te, küllenmiş ateşinizin üstündeki külü silkelemeye başlamanızla birlikte, takım taklavat hücum borularını çalmaya başladı… Çapulcular!… Evet, çapulcuydunuz, baldırı çıplaktınız ve bir avuç serseriydiniz…

Hakkınızda söylenecek çok şey vardı, kullanılacak çok malzeme. İstanbul’daki adlarınız Mehmet’ti, Paris’te Fransuva, Roma’da Fred… Çok satışla gazetelerin birinci sayfasındaydı Mehmetler, TV’lerde birinci haber… Bir Mayıs günü, İstanbul’un Taksim alanında başlattıkları gösteri, banka camlarının kırılması, otomobillerin ateşe verilmesi, işyerlerinin tahrip edilmesiyle sonuçlanmıştı… İşin kötüsü bakımlı parkların çimlerine basmışlar, çiçeklerini koparmışlardı… Baldırı çıplaktılar ve serseriydiler… Onlar için en uygun sıfat buydu… Roma, Prag, Brüksel, Londra, İstanbul, Arjantin, Brezilya, Orta-Doğu, Latin Amerika, Asya… Her yerdeydiniz ve hep sıfatlarınız aynıydı… Parıltılı dünyada yaşayanların bankalarının camlarını kırıyor, otomobillerini ateşe veriyor, işyerlerini tahrip ediyordunuz… Ve bakımlı parkların, giremediğiniz, girmenize izin verilmeyen, hani kolunuzdan tutulup dışarı atılmasanız bile, aşağılanarak, horlanarak bakıldığınız “size ait olmadığını” birilerinin ince bir ironiyle pek ustaca anlattığı parkların çimlerine basıp çiçeklerini koparıyordunuz…“Ya biz de varız, ya siz de olmayacaksınız” dercesine… Ne yani, bu ülke hepimizin değil miydi, ve de imtiyazsız , sınıfsız kaynaşmış bir kitle değil miydik?… Rahat yaşamların kara basanı, çapulcu ve serseriydiniz… Üzerinizdeki ölü toprağını atıp ayağa mı kalkmıştınız, gerçek miydiniz, bir düş mü yoksa? Bu arada bir kaçınızın ölmesi gerekebilirdi ve zaten siz ölüme bitişiktiniz… Ve kimse sizin öykünüzü anlatmayacak, şiirinizi de yazmayacaktı… Rengârenk basının birinci sayfalarında ve TV’lerin ilk haber bültenlerinde serseriler ve çapulcular diye anılacaktınız, dumanlı silüetlerinizin alt yazılarında… Hakkınızda yorumlar yapılıyor, makaleler yazılıyor, uzmanlar konuşuyordu… Sosyologlar, psikologlar, ekonomistler… Ve de politikacılar…. Baldırı çıplak, çapulcu ve serseriydiniz…. İşte o an, yani Paris’i ateşe verdiğinizin haberleri gazetelerden ve TV’lerden akmaya başladığı anın gecesi, sirenler çalıyor, Paris polisi teyakkuza geçiyor, “olayların faili “ olarak teyit ettiğiniz kimliğinizle artık bir “dünyalı” idiniz!… Bütün yeryüzü medyasındaydınız, dev ekran TV’lerde izleniyordunuz… Size dair makaleler yazılıyor, yorumlar yapılıyor,açık oturumlar düzenleniyordu. Paris’in resmi polis teşkilatı “acz”ini itiraf ediyordu… Ordu teyakkuza geçirildi, meydanlardaki tank ve panzer gösterilerinden hiç kimse rahatsız olmadı… Kim olduğunuzu bilen yoktu ama kimliğiniz açıktı… esmerdiniz, sarışın ve kumral… Çocuktunuz, yetişkin ve yaşlı… Kadın ve erkektiniz… Asyalıydınız, Avrupalıydınız, Latin ve Cezayirliydiniz… Adınız meçhuldü, ikametiniz gökyüzünün altı… Yıldızlarla arkadaş, galaksilerle dost… Bir de hakkınızda bilinen Paris varoşlarındandınız… Dünyalıydınız… Fakat kimdiniz?…Paris polisinde kayıtlarınız, interpolde fişleriniz de yoktu . Hangi yönün rüzgarıydınız, hangi mevsimlerin yıkıp geçen seli.. Bu sel durdurulacaktı, durdurulmalıydı. Etrafınız sarıldı, çembere alındınız -ne çok benziyorsunuz bize-… Yoktunuz ortalıklarda, bir tekiniz bile yoktu. Çoğaldığınız çabuklukta dağılmıştınız akşam ajansları haberi geçerken. Size dair haberleri veriyor gece ajansları.

 

“Seine” nehri çıldırdı diyor spiker

Sığmıyor yatağına

Kıyamet kopuyor şehirde

Kartal pençesini gösteriyor uysal güvercin

Akıtarak perçeminden mavilikleri

Sanki-diyor- hiç yaşamamıştı Bastille günlerini

Unutmuştu Komünden beri

Dehşetli güzelliklerini

Şimdi öfkesi gülümsüyor hırçın dalgaların

Rüzgara bırakmış kısrak gibi altın yelelerini

Göklere savuruyor, yıkıyor birer birer

Ne varsa eskiye dair, ne varsa hayata engel

Alarma geçirildi ordu

Pentagon teyakkuzda

Fransız polisi asileri arıyor

Nehrin köpüklü sularında

“Kuşatması altındadır nehir

Fransız generallerin

Birleşmiş Milletlerce açıklanacakmış kimliği asilerin

Giriş çıkışlarına tanklar yerleştirildiğinden kentin

Aysız bir gecede

Samanyoluna karıştığı söyleniyor Parisli asilerin

Şu anda diyor spiker

Yani dünden beri

Bahar şenlikleri yaşıyor Paris

—İsyanın adıdır Paris’te şenlik- “diye okuyacaktı size dair haberleri spiker.

Yakalanmalıydınız, yeryüzü ve gökyüzü kuşatmaya alındı. Sizi kanatları altına alan bütün “uygar dünyayı” ürkütmüştünüz ve bütün uygar dünya için “Avrupa’nın üzerinde dolaşan hayalet”tiniz, baldırı çıplak ve ayaktakımı kimliğinizle… Esmer, sarışın, kumraldınız, Asyalıydınız, Avrupalıydınız Latin ve Cezayirliydiniz… Yüzyıllar öncesinden gelen bir sesin adı, bir mirasın ardılıydınız. Sizin bunun farkında olup olmamanız pek bir şeyi değiştirmeyecekti… Ataklığınız, mirasını devraldığınız Blankiyi nefes nefese bırakmıştı, örgütsüzlüğünüz ve “neyi , nasıl yapacağınızı bilmeyişiniz” den  endişeliydi  koca sakallı Marks.

Öfkeniz, sizi kanatlarında saklayan “Seine” nehrinin köpükleri gibi dalga dalga yayıldı, ışığınız sıra sıra dağları aştı, ülkelere, şehirlere, kıtalara yayıldı. Anneler çocuklarına sizin adlarınızı vermeye başlamıştır mutlak. Hani demiştim ya, “kimse sizin öykünüzü anlatmayacak, şiirinizi yazmayacak” diye, inanmayın bana. Bir kıskançlık krizinde söylenmiştir bu laf, kıskandım sizi, anlıyor musunuz?.. “Tutunamayanlardan” bir yazar, “bizimkilerden” bir şair şimdiden kaleminin ucunu sivriltmiştir bile. Dehşetli bekliyorum yanardağ gibi patlayacak sesinizi, size dair öyküleri şiirleri… Teşekkürler Parisliler, teşekkürler iç sıkıntılarıma yıldız uçuran ateş böcekleri, Asyalılar, Avrupalılar, Latinler… Adımları yağmur, sesleri ışık taşıyan baldırı çıplaklar…  İsyandaki insanın, insandaki isyanın inceliğini bana yeniden hatırlatanlar, teşekkürler size… Teşekkürler “asa’na dayan ve ayağa kalk” diyen, hançerinde fesleğen büyüten Bedevi.

Ayağa kalkıyorum, geceye yüzümü dönüp, başımı yukarı kaldırıyorum. Gecenin derinliğindeki bir resimde seyre dalıyorum onları. Gökyüzü inadına mavi, inadına berrak…

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.