Haysiyet Cellâtları

Rüzgârlı bir ilkyaz ikindisi… Etrafı ısıtmaya çalışan yeni doğmuş bebek yüzlü güneşin sevimliliğine aldırmaksızın, rüzgâr iğne ucu gibi sivri dişlerini yüzüme batırırken, bir yandan uzun kış boyunca görüntüsünü özlediğim güneşin göz alıcı ışınlarını izlemek, diğer yandan bir an önce kuytu bir yere kendimi atıp yapışkan soğuğun sivri dişlerinden kurtarmak ikilemiyle açmaza düşüyorum… Güneşin yüzüme düşen ışınları altında kim bilir neyi,  neleri hayal ederek upuzun caddeyi yürüme isteğim, iliklerime işleyen soğuğun aman vermezliğine yenik düşüyor ve kendimi açık penceresinden sigara dumanlarının hücum ettiği bir mahalle kahvesinin köşesine atıyorum. Bıçkın,  onbeşlik, kıvırcık saçlı esmer garsonun özgün şivesiyle ve sözcükleri yayarak ” abeme bir demli çaaayyy”  sevimliliğine gülümseyerek kahvedeki bir masaya atıyorum kendimi. Göz atmaya zaman bulamadığım 23.03.2010 günlü Cumhuriyet Gazetesinin sayfalarını karıştırmaya başlıyorum… İç açıcı hiçbir şey yok… Bilinen teraneler sürüp gidiyor… “Eski solcu yeni liberal” cibilliyetsizlerin uşaklık yarışında “goygoyculuklarına”, birbirlerini tepelemelerine üzüleyim mi, bıyık altından güleyim mi bilemiyorum… Tekmili birden sistemin akıl hocalığına soyunuyor… Birisi diğerlerinden daha bir cevval, “ben hala marksistim” diyor… Diyor da ABD ye AB ye övgüler sıralıyor, sırnaşık, yapışkan bir edayla… Midemi bulandırıyor bu zebani kılıklı besleme…”Sen neymişsin be para, bravo diyorum, ipe dizer gibi dizdin ya bu şeytana ruhunu pazarlayanları”. Acaba diyorum Goethe yaşasaydı, bunları görünce Faustu yeniden yazar, Mephistoyu yeniden karakterize eder miydi, bilemiyorum. Canım sıkılıyor, gazeteyi katlayıp masanın üzerine bırakıyorum… Sıkıntıdan dörde katlanmış gazetenin en arka sayfasının köşesinde “matematikle” ilgili bir haber çarpıyor gözüme, matematikçi damarım kabarmış olmalı, dikkatlice okumaya başlıyorum. Matematikte çözümü bir asırdır bulunamayan ve tartışıla gelen ” Puancare” teoremi Rus matematikçi Grigory Perelman tarafından çözülüyor ve çözüm matematik dünyasında doğru bulunup kabul görüyor. ABD deki “Clay Mathematics Institute” problemin çözücüsüne bir milyon dolar ödül vermek istiyor. Dünyanın sayılı iletişim kurumları bu matematikçi ile görüşmek için yaşadığı Petersburga hücum ediyor. Matematikçimiz bu şehirde, bakımsız, karafatmaların istila ettiği küçük bir dairede yaşamaktadır. Gazeteciler bir milyon dolar ödül alacağı müjdesini veriyorlar. Şöyle ünlü televizyonların kameralarının karşısına geçmek, ünlü gazete dergilerin birinci sayfalarında sekiz sütuna manşet haber olmak, hatta Time dergisine kapak olmak varken ve tabi bunun sonucu gelsin Amerika gitsin Avrupa zevki sefası dururken bizim matematikçi dairesinin kapısını aralayarak medya mensuplarına ABD nin verdiği ödülü reddettiğini söyleyiveriyor ve kapısını kapatıyor… Haberi yeniden, yeniden bir kez daha okuyorum… O sinirli, burnundan kıl aldırmayan halim gidiyor, sisler dağılıyor, ortalık dupduru, aydınlık… Ne kaygı, ne gam, ne tasa… Empati kurmaya çalışıyorum onunla…  Acaba penceresinden bakıp, kapitalist dünyanın değer yargılarıyla beslenmiş olanların şaşkınlığına gülümsedi mi, bu şaşkınlığa bir anlam verebildi mi? Ya da “eski solcu” kimlikleriyle kapitalizmin akıl hocalığına soyunanlar bir milyon doların nasıl reddedileceğine ilişkin problemin çözümünü “puancare” teoreminden daha mı karmaşık ve zor buldular acaba… Ya da bunun kavrayacak kişiliğe, yeterli zihinsel yetiye, kişilik olgunluğuna sahip olmadıklarını kabul edip ” bu bizim kişiliğimizin harcı değil” dediler mi acaba… Yoksa gerçekten matematikçiyi çok mu aptal buldular da  “ah ulan şu fırsat bizim elimizde olsaydı” deyip hayıflandılar mı?.. Ya da ” yahu sosyalist kültürün yetiştirdiği insan türü bu işte, bir zamanlar “solculuğa” soyunmak bizim çapımızı aşar” dediler mi?…  Ya da ne bileyim, “sen bu gidişle bir Nobel bile alamazsın, bilmem hangi üniversiteler de sana kürsü bile vermezler, artık işin bilimiyle değil, filmiyle ilgilen, tavrın yalnızca bir milyon doları reddetmek gibi aptalca olmakla kalmayıp, aynı zamanda çok tehlikeli, ne güzel biz suyu yoluna koymuşken sen bağışlanmaz bir kötü örnek de oluyorsun” gibi “ağır abi” tavsiyesinde bulundular mı acaba? Bu matematikçi bizim ülkemizde, kör ve sağırlar cennetinde, seyircilerin alkışlamaktan avuçlarının patladığı bu şov dünyasında yaşasaydı,  arkasından teneke çalar mıydık? Ya da tenekeci toplamak için mahalle mahalle tellal bağırtıp, her tenekeciye bilmem kaç torba odun-kömür verileceğini, kaç kilogram makarna, kaç paket sana yağı dağıtacağımızı gerine gerine kasaba kurnazlığı ile ilan eder miydik? Ya da maazallah “halkı düzene karşı kin ve nefrete kışkırtıyor” diye… Yok, vallahi, gerisini söylemeye dilim varmıyor… Bakarsın “özgür dünyanın bir parçası olalı beri”  on beşlik kızlarını kaldırımlarda fahişeliğe sürükleyen “Özgür Rusya’nın” yeni kapitalistleri duyar, adamı ” Leninci-Stalinci ” diye deliğe tıkıverirler, adamın başını belaya sokarız… Dalıp gidiyorum bir süre… Lenin”in “yenilgi sonrası dönem insanın dostlarının ve düşmanlarının ayrıştığı bir dönemdir” sözü aklıma geliveriyor…  On iki Eylül sonrası yaşadığımız bu mudur acaba… “Demokratlık” kisvesi altında sosyalizme ve sosyalistlere saldırmalarının altında bu mu yatıyordu… Neyin nesiydi öyle her Allahın günü vırt zırt yeni yetme televizyon sunucularının vıcık vıcık hafifliğine kendini kaptırıp tekmil sosyalistlere edepsizce saldırmaları… Sosyalizmin iflas ettiğine ilişkin kendilerinin de inanmadıklarını düşündüğüm feveranları… Yeryüzünü, hayatı cehenneme çevirmekte geç kalmayan Küresel kapitalizme övgüleri… Yoksa bir şeylerden mi korkuyorlardı? Hani mezarlıktan geçen ödleğin ıslık çalması gibi… Bu gün ruhunuzu şeytana sattınız, Dolarlı-Euro’lu banka hesaplarınızı şişirdiniz… Afrikalı çocukların gıdasından, Asyalı işçinin alın terinden, Latin Amerikalı isyancıların kanından beslendiniz… Görevinizi layıkıyla yaptığınız teslim etmem gerek… Bu yeryüzünün ağababalarınızın doymak bilmeyen iştahasıyla köşe bucak cehenneme çevrilmeye ramak kaldı… ABD silah tekelerinin Yunanistan’ı iki bin dokuz yılında yetmiş milyar dolar borçlandırmasıyla iflas noktasına getiren küresel kapitalizmin borçlarını ödemesi için Yunanistan’a ne dediğini elbette bilirsiniz, değil mi? ” Borçlarınızı ödemek için adalarınızı satın”, yani ülkenizi satın… Bu ülkenin adım adım pazarlanarak bitirildiğinde, ağababalarınızın artık size ihtiyaçları kalmayıp kıçınıza tekmeyi yediğinizde, kaçacak yerinizin kalmayacağı bu kadar ayan beyanken, kuyruğunuz sıkışınca yine sığınacağınız sosyalizm ve sosyalistler olamasın… Ne dersiniz haysiyet cellâtları

 

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Yorumlar kapatıldı.