Yazarını Vurduran Yazılar

Babeuf’u tanır mısınız?. Gracchus Babeuf… Hani şu Fransız burjuva ihtilali günlerinde, burjuvazinin kendi iktidarını sağlama almaya çalıştığı fırtınalı günlerde ortaya çıkan, burjuvaziden yana esen rüzgâra karşı işeyen adamı… Biliyor musunuz, Babeuf önceleri burjuva iktidarının saldırganlığını örtbas etmede bir hayli deney ve tecrübe sahibi, burjuva iktidarın eşitlik, özgürlük ve kardeşlik üzerine kurulacağı yalanına kitleleri de inandıran, Jirondenlerden daha saldırgan olan Jakobenlerin yanında yer alır. Jakobenlerin sözcüsü Robespiyere inanır ve bir süre onunla birlikte hareket eder… Burjuva iktidarının geniş kitlelere, özellikle Fransanın en yoksul kesimini oluşturan sansculotts’lara -yoksulluklarının derecesini vurgulamak açısından kullanılan bir sıfat, çıplak ayaklılar, ya da donsuzlar anlamında kullanılıyor- eşitlik ve özgürlük getireceğine inanır, inandırılır…

Ancak, ihtilalle birlikte iktidar koltuğuna yerleşen burjuvaların çeşitli kesimleri arasında iktidar nimetinin yalnızca kendi çıkarlarına uygun olarak nasıl kullanılacağına ilişkin işbirliklerine tanıklık eder… Burjuvazi için aslolan iktidar nimetinin kendi aralarında nasıl paylaşılacağıdır. Fransanın aç-yoksul halkının bu paylaşımda esemesi bile okunmaz… Babeuf hayal kırıklığına uğramıştır, bu devrim kent zenginlerini iktidar yapmıştır… Hepsi o kadar… Bu sıralar iktidarı fiilen ele geçiren Fransız burjuvazisi kendi iktidarının anayasasını yapmakla meşguldür, meclisler kurulur, meclisler dağıtılır, anayasalar yapılır, anayasalar bozulur… Devrim çalkantısı içindeki Fransada yap-bozlar hep burjuvazinin farklı grupları arasındaki çıkar çatışmasının müsvette kâğıtlarıdır.

 

 Babeuf bir yandan arkadaşlarıyla Burjuva iktidarı yıkıp yerine yoksulların iktidarını kurmayı hedefleyen örgüt kurma çalışmalarına başlayacaktır. Bir yandan örgütlenme, ajitasyon ve propaganda işleri yürütülürken, diğer yandan hedeflenen devrimin anayasasını yapmakla meşgul olacaktır. Devrimci faaliyetleri nedeniyle tutuklanan Babeuf cezaevinde sosyalistlerle tanışacak, onlardan etkilenecek ve örgütsel faaliyeti sosyalist içerik kazanacaktır. Cezaevinden çıktıktan sonra daha bilinçli ve daha karlı olarak örgütsel faaliyeti yoğunlaştıracak ve tasarladığı anayasa da ete kemiğe bürünecektir. Gel gör ki Babeuf Burjuvazinin kendisini cezaevinden çıkarmasını bir türlü kendine yediremez ve hazmedemez. Tahliye edilmesinde devrimci düşüncesini yeterince savunamadığı hissine kapılacak, kendinde bir eksiklik olduğu ezikliğini yaşayacaktır. Burjuvaziye göre Babeuf artık akıllanmıştır ve “uslu çocuk” olmuştur. Babeuf, burjuvazinin kendisinden beklediği “ ıslah edildi” aşağılamasına “ Zorbalar, siz beni bağışladınız, sizin gözünüzde bir cani olmaya çalışmazsam eğer, size suç ortaklığı etmiş olurum” diye cevap verecektir. Bin yedi yüz doksan altı yılında Darthe, Buonarotti, Felix, Le Peletier, Sylvain Marechal adlı arkadaşlarıyla “ isyan” örgütlemek “iktidarı yıkmayı amaçlamak” suçlamasıyla yeniden tutuklanacaktır. O inanç ki, burjuvazinin kürsüsünden burjuvaziyi vuran bir silahtır ve yargılanan burjuvazi yargılayan sosyalistlerdir. Yargılama başlamadan karar verilmiştir zaten, Babeuf ve arkadaşları başları giyotinle vurularak öldürülür.

Bu belki de bütün okurların bildiği, dinlediği bir öyküdür. Beni “Babeuf” u yeniden yazmaya zorlayan sebep bilinen bir öykünün tekrarı değildir. Karşı devrimin zorbalığı karşısında bizim içinde yuvarlandığımız açmazdır, karşı devrimden yakınmalarımız ve “ ah, tüh” lerimizdir. Açık konuşalım, kimseyi açık olarak işaret etmiyoruz, kimse kişisel olarak da üstüne alınmasın… Ya da herkes üstüne alınabilir, bu okuyanın bileceği bir iştir. Öyküye devam edelim mi… Kafası giyotinle vurulan Babeuf artık ölmüştür ama burjuvazinin Babeufla işi bitmemiştir daha… Yukarıda sözüne ettiğimiz Babeufun hazırladığı ve öngördüğü bir sosyalist devrimin anayasası vardı ya, işte o anayasa Babeufun yüzülen derisine tek tek, madde madde işlenir. İnsanlığın ilk sosyalist anayasası, anayasayı yapan sosyalistin derisine işlenir… Babeufun yazdığı ilk sosyalist anayasanın derisine işlenen metninin Newyork Metropolitan müzesinde sergilendiği bilinmektedir… “Gözünüzde bir cani olmaya devam etmezsem size suç ortaklığı etmiş olurum”… Babeuf öldürülmüştür ama insan görünümlü burjuvazinin bir ölüden istediği nedir… Babeufun hazırladığı anayasa ayan beyandır ve sınıf mücadelesinin ve iktidar olacak işçi sınıfının iktidarını nasıl koruyacağının da yolunu göstermesidir. Basbeufün hazırladığı anayasaya göre burjuvazinin elinden tüm mülkleri zorla alınacak ve eski düzene ait hiçbir şey ayakta kalmayacaktır… Eski düzen dağıtılmazsa, çıkar sahipleri karşı devrimi yeniden hortlatabilir… Bu iktidarın da zor yoluyla ele geçirilmesidir ve zor yoluyla korunmasıdır… Bunun adı işçi sınıfı diktatörlüğüdür… Marksın “Gotha ve Erfurt Programında” “örgütlenmiş bir sınıf olarak proleteryanın iktidarından” söz etmesinde ve Leninin bu Marksist tezi açıklığa kavuşturan gerek “Proleterya ihtilali ve Dönek Kautsky” ve gerekse Devlet ve İhtilalinde, Babeufun etkilerinin gözlendiği kabul edilmektedir… İşte burjuvazinin Baeufu öldürmekle kalmayıp derisini yüzmesi ve üzerine yazdığı Anayasa maddelerini işlemesinin anlamı budur… Babeuf, Burjuvazinin iktidarını elinden kaçırmamak için başvurabileceği bütün dalaverelerin önünün nasıl kapatılacağını işçi sınıfına öğretmiş, ona “ nasıl iktidar olunacağının ve iktidarını nasıl koruyacağının” yolunu göstermiştir… Babeufun hazırladığı sosyalist devrimin anayasası, burjuvazinin tarih sahnesine ilk çıktığı ve yüzüne özgürlük maskesini geçirdiği daha ilk günlerinde işlediği bir cinayettir, yazarını vurduran yazıdır. El hak yani, başka ne bekleniyordu ki… Şimdi bu yazının bir can sıkıntısının ürünü, ya da bilinen bir öykünün tekrarı olmadığını açıkça konuşalım.

Sınıflar mücadelesi sadece iki karşıt sınıfın tarihsel ve toplumsal hesaplaşması olarak dar bir alanda sonuçlar yaratmaz, o aynı zamanda toplumun ve kişilerin yaşamında yeni ufuklar açar, kişiyi ve toplumu kültürel ve psikolojik olarak yeniden yoğurur, biçimlendirir ve yaratır. Mücadelenin karşı devrimcilerin yengisiyle sonuçlanması faşizmi kurumsallaştırır. Toplumsal kapışma ortamında devrimcilerin yanında yer alan küçük burjuvazinin “uyanık” cinleri olası bir yenilginin de bilânçosunu yaparak tahmini bir bütçe hazırlarlar…” Devrimci harekete katılmamızın bedeli ne olabilir?”… Aslında bu bedel hesaplaması da küçük burjuvazinin toplumsal yapısı gibi eğretidir ve hesapları da tutmaz. Yani Faşizm devrimci harekete katılan hiç kimsenin gözünün yaşına bakmayacağı için küçük burjuvazinin “ el altı” hesapları da tutmaz… Devrimci harekete katılmanın bedelini öderler ve “aman dilemenin” pek de bir işe yaramadığını yaşayarak öğrenirler… Küçük burjuva unsurların “tahmini bedeli” çoğu kez tahmin edilenin üzerinde çıkar. Tahmin edilen diyorum ya, aslında bu “tahmin” de küçük burjuva yetmezliğinin bir çeşit direnç ölçümüdür. Faşizmin kurumsallaşmasıyla birlikte, artık sistemin çeşitli kademelerine yuvalanmış ve sistem adına akıl hocalığı yapan bu unsurların yüksek perdeden seslendirdiği “derin değerlendirmeler” bir biri peşi sıra gelir… Mevcut iktidar seçimle gelmiştir ve demokrattır mesela… Bu iktidara karşı mücadele etmek “ demokratlık değildir” mesela… Bu örnekler elbette kendini açık etmekten çekinmeyen unsurlara ilişkindir… Oysa daha tehlikelisi kendine hala “ uygun pazarlarda yer bulabilen” sosyalist mücadelenin prestijini el çabukluğu ile çıkarlarına tahvil edebilen “ cin fikirlilerdir”… Bunlar ne yardan geçerler ne serden… Bir yandan bulundukları mahallerde devrimci hareket adına umutsuzluk tohumları ekerler, diğer yandan kitlelerin güvenini kazanmış devrimcileri karalama kampanyasında başrol oyunculuğuna soyunurlar… Maskelerini asla çıkarmazlar. Devrimci ortamlar “nafakalarını” temin, asalaklıklarını icra etmek için bulunmaz ortamlardır… Alınları terleyerek yaşamlarını kazanma gibi bir dertleri de yoktur. Bunlara göre piyasada söğüşlenecek bir yığın enayi varken yaşamlarını sürdürmek için emek vermek salaklığın ta kendisi olur. Oysa bunlar salak olmak bir yana, cin gibi uyanıktırlar… Kitleler içinde yaydıkları umutsuzluktan beslenirler ve perde arkasından ağababalarından da okkalı bahşişler alırlar… Yukarıda özetlediğim bu yaratıklarla yaşamlarının herhangi bir yerinde karşılaşmayan kaç kişi vardır ve kaçımız bunların maskelerini aşağı indirip aşağılık cüzamlı yüzlerini teşhir etmek için bir çaba göstermiştir… Sosyalizmin bu tür fırıldakların inayetine ihtiyacı mı vardır ki, bunlar hala devrimcilerin bulundukları ortamlarda barınabilme olanağına sahiptirler… Bu gün geniş kitlelerin devrimci harekete uzaktan bakmalarının birinci gerçeği karşı devrimin zoru ise, ikinci gerçeği bu tür unsurların kendilerini devrimci olarak tanımlamalarından duydukları tiksintidir…. Adam anasını boyayıp babasına satıyor, ayan beyan bunu bilen, yaşayarak öğrenen insanlar elbette şöyle diyorlar: “ Siz devrimcisiniz ha, aman bizden uzak durun”… Kitlelerin bu tür kişilik bozukluklarına tepkileri bu tür unsurların kişisel şahsiyetlerine karşı gösterdikleri bir tepki olmanın ötesine geçiyor ve güvensizlik tüm devrimciler nezdinde dalga dalga genişliyor. Şimdi söyler misiniz, burjuvazi bu Truva atlarını niçin yemlemesin… Sınıf mücadelesi şimdiye değin “ acıma ve yakınma” kavramına tanık olmadı, bundan böyle de tanık olmayacaktır. Peki ama ağaç, gövdesindeki bu çürük kurtları dışarı atmadığı sürece, kurtların koca gövdeyi kemirip bir kadavra gibi kaldırıp atmasına engel olabilir mi?

Son dört beş yıldır 12 Eylül faşizminin tahribatı üzerine söyleşiler, konferanslar, belgeseller hazırlanıyor ve süreci yaşayan arkadaşlarımız bu görüşmelere katılarak o günleri anlatıyorlar… Bu anlatıların birçoğunu izledim. Ortak değerlendirme 12 Eylül faşizminin cezaevlerindeki uygulamaları, dışarıda estirdiği karşı devrimci şiddet… Varılan sonuç: “12 Eylül bizi mağdur etti”… Benim anlayamadığım şu: Devrimci mücadele iktidar mücadelesidir ve sınıfların çok cepheli savaşıdır. Burjuvazi bu savaştan galip çıkmış… Peki, ama Faşizm nasıl bir şeydir de “ biraz merhametli” davranması beklenir… Bu yakınma niçin? Yoksa siz burjuvazinin iktidarının devrilmesi için bu sınıf savaşına gönüllü katılmadınız mı? Yaşadığınız bir gençlik macerası mıydı? Siz sistemin neresindeydiniz de “mağdur” edildiniz… Elbette her birimiz okullarımızın en çalışkan, en sorumlu öğrencileriydik, sistem içinde iyi bir gelecek elde edebilirdik… Burjuvazi bunu bizden esirgedi mi; esirger mi? Yeter ki sisteme eklemlen, sistemin ihtiyaçlarına cevap verir konumda ol… Sistemle sorunun olmasın, o makinenin bir vidası, bir kayışı ol… Düzeneğin çalışmasına katkıda bulun… O halde sorun nedir?… Sorun, galiba Babeuf olup olamamaktadır… “ Sizin gözünüzde bir cani olmaya devam etmezsem size suç ortalığı yapmış olurum” diyebilmektedir…

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.