Çapraz Esen Rüzgârlar

“Nerede, ne zaman okudum, ya da kim söylemişti hatırlamıyorum” dedi, “mükemmel fırtınaların yaratıcısının çapraz esen rüzgârlar olduğunu”…

Serin bir bahar havası vardı; açık gökyüzü, sakin deniz… Gökyüzünde tek bir bulut bile yok. Kaldırımlarda sere serpe yürüyen öbek öbek insanlar bahar havasının tadını çıkarıyorlardı… Kış mevsiminin soğuk, karanlık,  kasvetli iç karartıcı havasının, baharın canlı ruhuna ve rengine evirildiği böylesi bir günde “mükemmel fırtınadan” söz etmesi olsa olsa bir kâhinin kehaneti olabilirdi. Hem de dedi  “mükemmel fırtına” sadece şu gördüğün denizin, şehrin sokaklarının, caddelerinin, ovaların kimyasını bozmakla kalmayacak, insanların da vücut kimyasını değiştirecektir… Bu “imalat hatası” arkadaşımın söylediklerini ayıp olmasın diye dinliyorum, kendimi veremiyorum, kafam çakılıp kaldığım, içinden çıkamadığım bir açmazın gel-gitlerinde…

Amaçsız, hedefsiz yürüyoruz. Söylediklerini, can kulağı ile dinleyip dinlemediğimi test edercesine ikide bir yüzüme bakıyor, mimiklerimi kontrol ediyor, dalgın olduğumu hissediyor, göz ucuyla yüzüme bakıyor… Şehrin bitim noktasında, bir tepeciğin eteğine kurulmuş salaş görünümlü küçük bir kır kahvesi bizi çağırıyor sanki “gelin diyor, demli bir çay için”…Kahveye yöneliyoruz, Kahveci el yapımı, marangoz yüzü görmemiş eğri büğrü masalarla tahta sandalyelerini, etrafı yeşilliklerle çevrilmiş, baharın geldiğini müjdeleyen kuş cıvıltılarının birbirine karıştığı geniş bahçeye yerleştirmiş… Issız, sessiz bir yer…

Arkadaşım, “Fırtınalar” diyor, “çapraz rüzgârların meydana getirdiği mükemmel fırtınalar”… Yok, yok diyor dostluk, samimiyet makyajıyla makyajlanmış zehirli tırnakların kalbinizde açtığı yaraların beyninizde yarattığı, sizi darmadağın eden “mükemmel fırtınalardan”  söz ediyorum. Hiç beklemediğiniz bir yerden gelen sarsıcılığın fırtınalarından söz ediyorum.  Geçmişi öğrenmeyenlerin bugüne ilişkin öngörüleri olmaz. Asıl mesele geçmişten öğrendiğini sananların bugüne ilişkin öngörülerinde umarsız, tekinsiz olmalarıdır. Hani dostum, arkadaşım dersiniz ya, uzun tanışmışlığınızda ona duyduğunuz güven konusunda hiçbir önyargı, art niyet aklınızın ucundan bile geçmemiştir ya… Şimdi bekle biraz… Ansızın sırtınızda bir acı hissedersiniz,  nefes alamazsınız ya… Döner bakarsınız ki hançeri sırtınıza yerleştiren o, güvenilirliğine gölge düşürmediğiniz, en yakın arkadaşınız, dostunuzdur. Siz can çekişirken o arkanızda sizi vurmanın “pek makul” gerekçelerini sıralamaya başlar… Siz,  sırtınızı yarıp geçerken kalbinizi delen, beyninizi yerinden oynatan hançerin travmasıyla boğuşurken, inanın o zafer sarhoşluğu içinde olacaktır. O hançeri onun eline kim vermiştir sorusu öylesine anlamsızdır ki siz onun eline hançeri verenlerin alnınıza bir kurşun sıkacağını beklerken, onlar sizi çok güvendiğiniz arkadaşınıza, dostunuza vurdurmuştur… Arkadaşınız, dostunuz bundan pişman mıdır? Görünüşte evet, ama ya o makul mazeretleri… Kabahat kimin, onun mu sizin mi? Oysa siz değişik boyutlarda, değişik biçimlerde bunu kaçıncı kez yaşamanıza karşın yine de şaşmaktan kendinizi alamazsınız değil mi?. Yaşayarak öğrenilen o acı, çok acı tecrübeler, yaşayanların kulaklarına küpe olması gerekmez miydi? Geçmişten öğrenmek bu değil midir?. Öğrenmiş miyiz peki? Cevabı ortada… Bu fırtınalarda alt üst olanları tanırım. Geçmişten öğrendiği tecrübeleri umursamadan kurbağanın göle daldığı gibi gözü açık kendini koyuverirler. Suların dibi karanlıktır. Oysa o sadece yüzeye bakmıştır. Pırıl pırıl akan bir su… Oh, ne ala… Kapa gözlerini, bas bağrına, dal içine… Daldığın suyun parlaklığına aldanışın bedelini dipteki çeperlere takılıp kaldığında anlarsın ama bu çeperlerden aynı kolaylıkla kurtulamazsın…  Sanırsınız ki “bu mükemmel fırtınalar” yalnızca kişilerin bireysel yaşamında alt üst olmalarına sebep olur, sanki yalnızca onların iç dünyalarında hasar açar, ne gaflet… Asıl bu fırtınaların vücut bulduğu, yerleştiği yer bütün bir ülke, hatta dünya olabiliyor…  Çapraz esen rüzgârlar… Mükemmel fırtınanın öncüleri… Önce kendi yönlerinde eserler, soğuk getirirler, kar getirirler, tufan, bora getirirler… Tek yönlüdür ya, kırar, döker, haşat eder iz bırakarak eser geçerler… Kükremelerine, yıkıp dökmelerine karşı önlerine engelleyici bir güç çıkmayınca kendilerini her şeye muktedir sanan bu rüzgârların karşısına meydan okuyan, çapraz yönde esen üç yüz Spartalı inancında başka bir rüzgâr kükrer.   Yer fokurdar, denizler kükrer, hava kararır, bulutlar siyahlara bürünmüş felaket tellalları gibi insanın üstüne ağmaya başlarlar. Hayatı ve doğayı yakıp yıkmaya muktedir olduğunu sanan bu “güç bende” rüzgârlarının arka cephelerinde efendilerinin uşakları vardır, ulakları, habercileri vardır, uzmanlaşmış katilleri vardır. Tankları, topları, çelik kanatlı ölüm kuşları vardır.  Çaprazından esen üç yüz Spartalı rüzgârın teslim alınamayan irade ve inançlarından başka neyi vardır, hiçbir şeyi…   Üç yüz Spartalı inancıyla esen rüzgârlardaki serdengeçti irade ve inanç da olanlarda yoktur… Kapışma başlar, ahali safını seçer.  Ülkeler, şehirler, meydanlar ayrışır, renkleri ayrışır, kadınlar, erkekler ayrışır, sakal ve bıyık da ayrışır, don ve gömlek de ayrışır. Tarihin en acımasız çarpışmasının öncüleri, biledikleri kılıçlarıyla karşılaştıkları arenada son hesaplaşma için sahne alırlar… Kılıçların parlaklığında kükrer mükemmel fırtınalar. “Yıkılacaktır ve yeniden yapılacaktır. Spartalılar “ölüm ve özgürlük” kararını çoktan vermiştir, Ölünecektir, teslim olunmayacaktır…

Arkadaşımı bu kez ağzının içine bakarak dinliyorum.

Roma’da Spartaküs ve yoldaşları yenilmiştir, Spartaküs ve yoldaşlarına köleler ağıt yakmıştır. Bu güne insanın içini burkutan “köle ağıtları” kalmıştır,  Paris’te komünarlar de yenilmiştir. Blanki’nin çukur göz pınarlarından kırçıl sakalına damlayan yaşların hala kurumadığı söylenir. Şimdi şu kıt aklımla Spartaküs ve yoldaşlarının adlarını birer birer sayarım, Komüncülerin listesini çıkarırım. Peki ama Spartaküs ve yoldaşlarını, komüncüleri katleden katillerin esamisi okunur mu?  Kim hatırlar? Kime heyecan verirler?.. Ama haksızlık etmeyelim; hani şair diyor ya “Neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat” diye. Onlardan geriye kalan zulümleri ve çirkinlikleridir.

Yani diyor diyeceğim o ki, kişinin ruhsal yaşamında travmalar yaratan mükemmel fırtınaların yaratıcısı çapraz rüzgârlarla, yeryüzünü sarsan mükemmel fırtınaların yaratıcısı çapraz rüzgârlar aynı saflarda buluşurlar. İnsanların insanlık tarihi de insanın bu rüzgârların hangisinin safında yer aldığının tarihidir. Zalimin sofrasına meze olmak mı, insan olabilmenin taşınması güç onuruna sahip olmak mı?.  Herkes seçimini kendi yapar. Tarih, toplumları olduğu gibi kişileri de süzgecinden geçirerek eler.

Onu dinlerken mayışıp kaldığımı fark etti.  Kalkalım dedi, birazdan fırtına çıkacak. Rüzgârlar çapraz esmeye başladı.

Bunun adı sınıf mücadelesidir dedi, kişisel ihtiraslarının esiri olanlar, gönüllü teslimiyetlerine gerekçe arayanlar,  ruhunu beş paraya satmak için sıraya girenler bu mücadelede düşmanın en kolay kullanacağı malzemelerdir.

Çaylarımız bitti, kalkma vakti… Hayat bu dedi, sorun yaşarken yalansız yaşamaktır.  Denizden gelen bir uğultu kulaklarımızı sağır edecek. İşte dedi duyduğun uğultular çapraz rüzgârların yarattığı dip dalgaların kükremesidir.

Rüzgârlar çapraz esiyor… Ruhum, ayağa kalk…

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Yorumlar kapatıldı.