Epey zamandır olup bitenlerle ilişkisini kesmişti, bugününe, yarınına, biricik kızına ilişkin beklentilerini de tüketmişti ya da askıya almıştı… O TV kanalından bu TV kanalına bir umutla saatler boyu gezinir, kendine, kendi hayatına ilişkin şöyle içine su serpecek bir umut kırıntısı aramıştı… Adamların tuzu kuruydu, umurlarında mıydı onun gibilerin aşsız, işsiz kalmaları, Her gün aynı şey… Ona posta koymalar, buna efelenmeler, refahı şöyle uçurmalar, parayı böyle kanatlandırmalar…”Öff, yetti be dedi, siz paraya kanat taktıkça bizim cebimizdeki zeytin peynir parsı da kanatlanıp avenelerinizin cebine uçuşuyor”…
Kızının korkup göğsüne yaslanması bardağı taşıran son damla olmuştu…
“Bıkkınlıkla TV kumandasını aldı, gerçi umudunu çoktan kesmişti ama belki kendisini ilgilendiren bir şey duyardı… Ekrandaki adamın hiddeti neredeyse duvarları sarsacaktı, kızının gözbebekleri büyüdü, korkmuştu. “Anneee” dedi çocuk…
Ne oldu kızım, neden korktun”… Kızının bir korku filmi izlerken bağıran asık suratlı adamlardan korkarak göğsüne sığınmasını hatırladı. Hışımla ekrandaki adamın yüzüne baktı.
“Affedersin dedi kızına, ekranı kapattı, kızını göğsüne bastırıp kaldırıp attı kumandayı”…
Oysa daha birkaç gün öncesine kadar öyle miydi, işten çıkarılmıştı, yeni bir iş umuduyla sabahın köründen akşamın karanlığına kadar yalın yapıldak iş arar, her gün bir önceki günü aratır, hayal kırıklığı ile evin yolunu tutardı. Bir heyecanla TV’yi açar, spikerinin ağzından memleketi bolluğa boğan haberlerden kendi payına düşeni arardı… Bu gün yoktu, olsundu, kocaman ülkede bir kendisi değildi ya, bu gün değilse yarın, sıra kendisine elbette gelecekti, “özür dileriz hanım efendi, katlandığınız meşakkati telafi ediyoruz” diyeceklerdi ve kendisine çalışarak geçimini sağlayacağı münasip bir iş elbette vereceklerdi…
Nazik birisiydi, hoşgörülüydü, afra tafrası yoktu. Arkadaşlık, komşuluk ilişkilerinde kırıcı değildi, hatta yardımsever bile denilebilirdi. Oturduğu semtte selamlaştığı, kendine yakın bulup dertleştiği kadınların bir kısmı kendisiyle selamı sabahı keseli yıllar olmuştu… Komşularının bu davranışlarına bir anlam verememiş için için dertlenmişti. Lüks ciplerle iyi giyimli beyaz örtülü kadınlar gelmeye başlamıştı evine… Bunları evinde gören komşularından bir kaçı zaten o zaman yollarını değiştirmişlerdi. Sohbete geldiklerini, komşularını da çağırmasını istediler. Komşuları da elbette inançlı kadınlardı, ülkelerini severlerdi, komşularını severlerdi… Evinde sohbet toplantısı düzenleyen “bacılar”, işin cıcığını çıkarmaya başlamışlar, ellerindeki cehennem meşalesinin ateşini her gün biraz daha alazlayıp neredeyse önce komşu kadınları, sonra mahalleyi, sonra da… Maazallah tüm ülkeyi yakacak kadar gözü karaydılar. İçine bir kurt düşmüştü, komşuları iyi insanlardı, o nasıl laftı öyle yakmalar, yıkmalar, öldürmeler… İki arada bir derede kalmak denirdi buna… Bacıların günahkârlarıydı bu komşu kadınlar ve tanrının cehenneminde yanmalarına fırsat vermeden kendileri bu işi üstleneceklerdi. Ancak hatırı sayılır münasip bir bağışla günahlarından arınabilirler ve kendilerine Cennetten bir köşe tahsis edilebilirdi. Huzursuzluğu artmaya başlamıştı, bacılar gittikten sonra ertesi gün evine almayacaktı, “gidin başımdan” diyecekti. Ertesi gün geldiklerinde de yüzü tutmaz, yine kapıyı açardı. Bir de küçücük kızına takmaları yok mu? Çileden çıkardı… Takmışlardı kızına, azarlamaya, terslemeye başlamışlardı… Başını kapatmalıymış, yoksa kızıyla birlikte kendisi de cehennemden yanarmış… La havle çekmekle yetinmişti de arsızlıkları da gırtlağa dayanmıştı…”Şunlardaki yüzsüzlüğe bak, hem soframa oturuyorlar, hem azar işitiyorum”…
Bacılar filanca tarikattandı ve Şeyhleri keramet sahibi idi… Ölüleri canlandırır, dirilerin nefesini keserdi…
Yarım dosya kâğıdına fotokopisi çekilmiş bir nüfus cüzdanı fotokopisinin yirmi liraya satışının dayatılması ve evde bulunan herkesin almasının şart koşulması evde soğuk rüzgârlar estirdi…
O esnada evde bulunan, mahallede herkesin tanıdığı, kocası vefat etmiş, yaptığı el işleriyle çocuklarının geçimini sağlayan bir kadın yaptığı el işlerini gösteriyordu ki “bacıların bacısı” olduğu anlaşılan kadın, azarlar bir ses tonuyla kadına “ çabuk topla çıkınını, defol” dedi. Komşuların tepelerini attıran olay da buydu… Şimdiye değin nefes bile almadan “ bacıların” sohbetini huşu içinde dinleyen kadınlar aralarında homurdanmaya başladılar…
Komşu kadınlardan birisi, mahcubiyet içinde çıkınını toplayan kadını kolundan çekerek mutfağa götürdü “ gitme, bekle” dedi. Kadının çıkınındaki el örgülerinin hepsini toplayıp salona geldi, “ el örgülerinden rastgele eline ne gelirse birer birer tüm komşu kadınlara verdi “ eller cebe dedi, herkes yirmi lira versin”…Herkes yirmi lirayı verirken bıyık altından güldü komşu kadınlar.
Bir diğer komşu kadın kendisine uzatılan nüfus cüzdanı suretini görünce “ tövbe, haşa” çekti… “Allahtan da mı korkmuyorsunuz” dedi.
Annesinin burada olduğunu bilen genç kız tam tartışmanın üstüne gelmişti “ defolun, sahtekârlar, bir daha bu mahalleye uğramayacaksınız” dedi… Annesi genç kıza kızıp köpürdü, tanrı misafiriydiler, öyle davranması çok ayıptı. Genç kız hiç istifini bozmadan “ ne misafiri anne, sahtekâr bunlar, din taciri” dedi… Ev sahibesi kadın ne yapacağını şaşırdı, aşağı tükürse sakaldı, yukarı tükürse bıyık… Bacılar arkalarına bakmadan çıkıp gittiler.
Komşu kadınlar bir daha sohbet toplantısına gitmediler… Hatta karakola bacıları şikâyete gittiler ama neredeyse kendi başları derde giriyordu.
Genç kız ilişkisini kesmedi… Yolda belde karşılaştıkça selamlaşırlar, evlerine çaya, yemeğe çağırırdı. Giderek dostlukları arkadaşlıkları gelişip pekişti, varını yoğunu paylaşmaya başladı… Kızıyla ilgilendi, bazen kendi evlerinde bazen kadının evinde kızına ders çalıştırır, kızının ödevlerine yardım ederdi… Ders bitiminde kendi aralarında sohbete dalarlar, dereden tepeden, şuradan buradan sohbet ederlerdi. Kadın cinayetleri, tarikatlarda çocukların cinsel istismarı güncel sohbet konusuydu… Kadın, genç kızın bu şeyh denen cehennem combalarının sapıklıklarına ilişkin anlattıklarına inanmakla inanmamak arasında bocalıyordu, “olmaz diyordu, din büyükleri böyle şeyler yapar mı hiç”…Sosyal medyada taciz ve tecavüzlere ilişkin yüzlerce haber, fotoğraf vardı ama genç kız “incinir” diye bunları göstermemişti. Kadın, “ bunlar din büyükleri, böyle bir şey yaparlar mı hiç” dedi, sesini yükseltti. Genç kız, telefonundan sosyal medyadaki kepazelikleri teker teker gösterdi, “bu filanca tarikatın şeyhi idi, müritlerini, eşini, çocuklarını badelediğini itiraf ediyordu, “benim şeyhim de beni badeledi” dediği mahkeme kayıtlarına geçmişti. Kadın genç kızın anlatımlarından badelemenin ahlaksız bir davranış olabileceği varsayımını çıkarmış ama badeleme sözcüğünün anlamını sormaktan utanmıştı. Şu filanca tarikatın yurduydu, onlarca erkek çocuğu taciz etmişler, çocukların aileleri sus pus olmuş,ses çıkarmamışlardı, şu fotoğraf, sakallı takkeli koskoca birisinin torunu yaşındaki kız çocuğuna sırnaşmasıydı… Şu fotoğraf… Şu fotoğraf… Şu fotoğraf… Ürperten ahlaksızlık görüntülerinin sonu gelmiyordu… Kızının da o yaşta olduğu geldi aklına, ürperdi…
Devam ediyordu genç kız… “Hayatlarında alınları hiç terlememiş, ellerini soğuktan soğuğa vurmamışlar, hepsi zengin, holding sahibi… Bu paraları nereden buluyorlar? Sorduğu soruyu kendisi cevaplamıştı… İnsanlarımızın kutsal inançlarının ticaretini yapıyorlar… Siz de çoluk çocuğunuza harcamaya kıyamadığınız alın terinizi bu pisliklere veriyorsunuz”…Sizin sırtınızdan dünyaları kazanıp sonrada çocuklarınızın… Gerisini getirmedi… Bunların bütün dertleri bacaklarının arası… Bunların Allah adına, din adına rüşvet, hırsızlık, soygun günahtır, ahlaksızlıktır dediklerini duydun mu hiç?…
Neredeyse her gün uğrayan genç kız bir süre uğramadı, merak etti, evlerine gidip annesine kızını sordu… Annesi bir şey söylemeden kapıyı yüzüne kapadı…
O gün evden dışarı çıkmamıştı, can sıkıntısından TV yi açtı… Kadın cinayetlerini protesto mitinginde gözaltına alınmıştı, örgüt üyeliğinden aranıyormuş, tutuklananlar arsındaydı adı.
Sohbet bacıları geldiler, kapıyı açtı… Elinin tersiyle “ defolun dedi, bir daha gelmeyin”…Rahatlamıştı, “Oh be” dedi…
Genç kızın mahkemesine gitti, göz göze gelip selamlaştılar… Suçlamanın hiçbir kanıtı, değeri yoktu. Genç kız beraat etti…
Genç kız hapishaneden tahliye edilip evine geldiğinde onu gördü, kucaklaştılar, sarıldılar birbirlerine. Küçük kızı yanındaydı, “ablası gibi olacak” dedi…
“Geç vakit olmuştu, genç kız yorgundu, dinlenmeye ihtiyacı vardı, izin isteyip kalktı.
Gözleri gülüyordu. Yeniden sarıldı genç kıza…
“ışığımsın” dedi…