Hani, insanın “saplanacak yer aradığı” günler vardır ya, gökyüzünün tepenize bindiği, yeryüzünde bastığınız toprağın ayağınızın altından kaydığı, nereye basacağınızı bilmediğiniz ve nereye baksanız bütün ufkunuzu kara bulutların kapladığı günler… Şayet inançlı biriyseniz “ hatırladıkça göğsünüze karabasanların çöktüğü, nefes alamadığınız, Allah bu günleri bir daha göstermesin” diye iç geçirdiğiniz günler… Şayet bencileyin itikadınız kıt ise “vurun ulan vurun, ben kolay ölmem” dediğiniz “günlerdi.
Simit satsanız güvenlik soruşturmasına çarptığınız, ayakkabı boyacılığı yapsanız sabıka kaydınızın “münasip” olmadığı gerekçesiyle boya sandığınızın asfaltta parçalandığı, zemheri soğuklarında üşümeyi, ağustos sıcaklarında terlemeyi unuttuğunuz, devr-i iktidarın sizi dize getirmeye yeminli intikam tugaylarının burnu kokuyu sektirmez tazı gibi kokunuzu kilometrelerce öteden aldığı, nereye kaçsanız ağzını götü gibi kullanarak pis pis sırıtan hafiyelerle burun buruna geldiğiniz bu ülkede insan olarak doğmuş olmanın bedelini eksiksiz olarak ödeyeceğiniz zaten peşinen kabulünüzdür de tanrı, kara sıkız gibi üstünüze yapışan iktidar despotlarını bunu anlayacak kabiliyetten yoksun bırakmışsa elinizden ne gelir ki…
Ne demek elinizden ne gelir ki… Elinizde, okuduğunuz ve övünmek gibi olmasın hafiye kovalamacası sonucu on beş yılda bitirdiğiniz fakültenin Matematik bölümü diploması seyyar satıcılık yapmanıza mı engel olur?. Hatta bir turizm şirketinde paspas yapma, omzunuza bir kasa hamsi alıp yedi kilometre ötede satmanıza mı engel olur… Dur hele bir dakika… Olurlar, hem de bal gibi olurlar… Onların dişleri kanlı, senin dişlerin kenetliyken bal gibi olur… Oldu da… Her biri manda iriliğinde yedi sekiz kişi şöyle alayı vala ile bindikleri arabadan çakal sürüleri gibi inip, ahalinin şaşkın bakışları altında ellerini hamsi kasasına daldırdılar… Hamsilerin altında bomba taşıdığımdan o kadar emindiler ki gözlerimden ateşlerin saçıldığı okkalı bir tokat sonrası bombaları nereye sakladığımı merak etmişler… Yahu olan biten iki üç bomba… Bir kasa aç hamsinin iki bombayı on saniyede silip süpürdüğünü çocuklar bile bilir de, tanrı bu adamları enlerine büyütürken belki de yirmi dört ayar mandalıklarına zeval gelmesin diye kafataslarının içine beyin koymayı unuttuğundan olmalı ki bunlar bilmiyorlar… Ne küfür amacım var ne de hakaret kastım… Gördüğümü dosdoğru söylüyorum. Adamlar ciddi ciddi satmak için otobüs durağına getirdiğim hamsinin içinde bomba aradılar. Sınıf savaşının savaşların en korkuncu olduğunu hayat, tecrübeyle öğretiyor ya, bunlar sahiplerini de bir tutam tütüne satacak cinste zibidiler…
Hani şu paspas hikâyesi var ya… Şirketin yetkilisi diplomamla sabıka kaydımı istiyor. Yoo, sabıka kaydımı götürecek kadar aptal olamam ki… O sabıka kaydını gören bir işveren bana iş vermez ki… Şıvay, şıvay… İleride belki… Fakültenin Matematik bölümü diplomasının fotokopisini götürüyorum. Adam diplomayı eline almasıyla çığlığı basması bir oluyor. “Git kardeşim, dalganı başka yerde geç”.
Pardon diyorum, ne iş yapacağımı biliyorum, bu iş için geldim.
“Ama sen Üniversite mezunusun, hem de matematikçi, neden öğretmenlik yapmıyorsun”.
Sanki öğretmenliği buldum da yemedim, bu iktidar bana öğretmenlik verir mi hiç” diyecek kadar salak olamam ki… Üstelik adam klasik sağ bir partinin önde geleni…
Cevabı geciktirmiyorum, yapıştırıyorum hemen. “Ama ben öğretmenliği sevmiyorum ki”… Adam, “ deli midir nedir” der gibi yüzüme bakıyor. Elimden tutup, çekiştirerek cam bölmeli yazıhanesinden birçok kadının kızın çalıştığı salona çıkarıyor. “Bak diyor bu masaların altını paspas edip, üstünün tozunu alacaksın, çay servisi yapacaksın. Dışarıdaki otobüs, minibüs büyüklüğündeki sırlı arabaları gösteriyor, boş kaldığında bu arabaları yıkayacaksın…
“Tamam diyorum, işi biliyorum”.
Sesini yavaşlatıyor. Bak kardeşim diyor sen işi biliyorsun ama sen üniversite mezunusun, ben sana nasıl paspas yaptırayım, sen paspas yaparken ben senin elinden alıp kendim yaparım… Ben de paspas yapmayacağıma göre…
Cümlenin sonunu hadi kardeşim başka işe bak diye beklerken, İngilizce bilip bilmediğimi soruyor. “Derdimi anlatacak kadar” diyorum.
“Kızım kolejdi okuyor, madem İngilizce de biliyorsun, kızıma İngilizce Matematik dersi ver, yarın sabah saat onda gel başla”…Elbette üstüne atlayacağım bir teklif ama boğazıma bir şeyler düğümleniyor, yutkunamıyorum… Şöyle hiç kimselerin olmadığı, içim dışıma çıkıncaya kadar ağlayacağım bir köşe çok uzaklarda mıdır acaba, şöyle yakınlarda bir yer olmasını hiç istediğim kadar o an başka bir şey istemediğimi hatırlıyorum. İçimde endişe ve korku iki düşman güç gibi çarpışıyor… Lanet olası geçim derdi, çaresizlik… O an “ beyefendi, inceliğinize teşekkür ederim ama ben bir komünistim, elbette benden kızınıza ders aldırmayı istemezsiniz” ezikliğini yenemiyorum, endişeliyim. Diyelim ki sineye çektim, kızına ders vermeye başladım, peşimdeki gölge amcalar bu temiz niyetli adama hemen damlayıp “ aman ha, kızınıza ders verdirdiğiniz o adam var ya” diyeceklerinden o kadar eminim ki” … Bu temiz kalpli insanın güvenini kötüye kullanmış olacağım…
O gece uyku tutmadı… Gün ağarmadan kalktım, kaldığım yer gideceğim yere epeyce uzak, cebimde otobüs dolmuş param yok… Yürüyerek gideceğim. Erken gelmişim. Soğuk insanın burnunu düşürecek kadar sert. Nihayet adamın şirkete girdiğini gördüm.
“Günaydın”
“Günaydın, erken gelmişsin”.
Bir sorun var, izninizle söylemem gerekiyor.
“Söyle, söyle çekinme”.
Ben cezaevinden yeni çıktım. Siz bir partinin önde gelenisiniz. Ben sizin düzeninize karşı faaliyetlerden yargılandım. Şayet kızınıza benden ders aldırırsanız zor durumda kalabilirsiniz.
“Hoca, hoca diyor, sen benim kızıma Marksizm’i Leninizm’i öğretmeyeceksin ki, matematik öğreteceksin. Öğretinsen paranı alacaksın, bilmiyorsan sana ben zaten hoca bu işi bilmiyorsun, git başka iş yap derim” Korktuğum başıma geliyor, amcalar damlıyor… “ Kızınıza ders aldırdığın öğretmen var ya”…“Evet, ne olmuş”…
İşte o… “Devletimiz, Milletimiz…”
“Hadi kardeşim işinize gidin”…
“Gölge amcalarım” hızını alamadı, ellerinin altındaki paket suçlamalarla yeniden tutuklandığımda tutuklu kaldığım yaklaşık bir yıl içinde gerek benim gerekse ailemin maddi giderlerine destek olan o adamdı…
Cezaevi çıkışımda bir dershanede kaçak öğretmenlik buluyorum… Sigorta için evrak istiyorlar… Dershane müdürü güleç yüzlü bir adam… Hocam sigortanızı hemen başla satacağız diyor, bir kâğıda yazdığı evrakları kısa sürede getirmemi istiyor. “Sevgili müdürüm kamu haklarından yasaklıyım, ne evrakı, ne sigortası diyemem ki”… Tamam, müdürüm diyorum, en kısa zamanda… En kısa zaman ne zaman… Valla orasını Allah bilir… Durum iyi, gelen giden yok. Öğrencilerimle aram şeker gibi… O sabah erkenden müdür beni dershanenin girişinde karşılıyor, tedirgin… “ Kaç”… Yukarıda seni bekliyorlar… Bir süre kaçtıktan sonra zebanilere yakalanıyorum… Yeniden fasit daire… Emniyet, sorgu, yargılamalar filan… Nihayetinde cezaevinde mahkum ölüsü yok derler ya, doğrusu var da umut işte, kimse cezaevinde ölmek istemez ki…
Korsanlık insanın kanına işlemeye görsün, cezaevi çıkışı yeniden korsan öğretmenliğe başlıyorum. Bir öğrenci velisi çalıştığım dershaneye öğrencisini kayıt yaptırmak istiyor. Dershane idaresi kabul ediyor. “ Kızım sana emanet”…
Aradan yıllar geçti, ne o babayla ne de kızıyla bir daha karşılaşmadık… Ta ki o güne kadar…
Bir ülkenin kendini yeniden yaratmak için doğum sancısı çektiği gezi günleri… Bulunduğum şehirde gezi alanlarını boş bırakmamaya gayret ediyorum… Günlük koşuşturmanın bitmesiyle doğru gezi alanına…
Yanında genç bir kız ile orta yaşlarda bir kadın yanıma yaklaşıyor. Ellerinde pankart…
“Affedersiniz”
“Buyurun” demeye kalmıyor, boynuma sarılıyor… İsmimi söyleyerek “Hocam, ben filanca dershaneden öğrenciniz Ayşe”… Kucaklaşıyoruz. Yanındaki genç kızı gösteriyor, “ Kızım Selen”… Kızına, “Hani sana anlatmıştım ya, işte o öğretmenim”, diyor. Göz ucuyla ana kızın ortak taşıdığı pankarta ilişiyor gözüm. Anası, kızı ve pankart zekâ kıvılcımında yarışıyorlar. Pankart bezinin gözeneklerinden, harflerin arasından mizah pırıltıları uçuşuyor. Meydan siyah beyaz… Bir yanı mizah ve zekâ, bir yanı coplar ve panzerler…
Etrafa bakınıyorum, “ Ah, talihsiz ülkem diyorum… Zekâ pırıltılarının ışıltısıyla manda sürülerinin bönlüğünü aynı bağırda taşımaktan yorulmadın mı?”.
Bağırmak geçiyor içimden.
Meydanda bir gün
Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.