Birinci paylaşım savaşının galipleri yeni paylaşım bölgelerinin kendi aralarında taksimi ile uğraşırken, savaşın mağlupları kırılan “onurlarının” tamirleriyle meşguldüler. Kapitalist gelişmesini geç tamamlayan İtalya ve Almanya neredeyse dağılma noktasına gelecektir. Savaş sonrası hızlı sanayi hamleleriyle diğer kapitalist ülkeler seviyesine ulaşan bu ülkeler, yine ülke içinde şişen sermayenin “rahatlaması” için ihtiyaç duyulan pazarların elde edilmesi sorunuyla yüz yüze gelecektir. Ne var ki birinci paylaşım savaşına bu umutla giren İtalya ve Almanya değil yeni daha önce emperyalistlerce paylaşımı tamamlanan pazarlardan pay almak, elindeki mevcutları da kaybetmişlerdir. Emperyalizm adına bu işi kotaracak olan devlettir. Aynı işle görevlendirilen devlet yapılanması birinci paylaşım savaşını kaybetmiştir. Aynı yapılanmayla bu iş başarılamayacağına göre tekelci burjuvazi başka bir hal çaresi aramaya başlayacaktır. O halde ikinci paylaşım savaşının başarılması için devletin yeniden tahkim edilmesi, “savaş devleti” olarak yeniden örgütlenmesi, farklı ve yeni toplumsal güçlerin devreye girmesi gerekecektir. Birinci paylaşım savaşında toplumsal etkinliği olmayan, ikinci paylaşım savaşında savaşın karar verici aktörleri olarak sahneye çıkan bu “ farklı ve yeni toplumsal güçler” kitlesel taban olarak örgütlenmeleri devletçe sağlanan faşistler ve klasik burjuva iktidarlara alternatifi faşizm olacaktır. Faşizm, burjuva iktidarların devlet aygıtının kendilerine göre “ yumuşak” bölgeleri sayılan kısmi demokratik hak ve özgürlükleri, siyasi parti ve örgütleri de kazıyıp atarak devletin “ mutlak iktidarını” tesis edecektir. Bu ülkelerde tekelci kapitalizmin kendileri açısından tek çıkar yol olarak gördükleri faşizmdir.
Birinci paylaşım savaşı koşullarında henüz toplumsal bir güç oluşturmadan uzak, ancak bir gün kullanılacağı muhakkak olan faşizmin kitlesel tabanı derlenip toparlanmalı, faşizmi iktidara taşıyacak olan faşist partilerin önü açılmalıydı. Birinci paylaşım savaşının yenilgisi böylece telafi edilebilirdi. Savaşın sonucunu ağır biçimde yaşayan Alman ve İtalya savaş sonrası bu yola başvuracak, Almanya’da Hitler, İtalya’da Musolini burjuvazinin bu kesimi tarafından faşizmin iktidar yapılması için görevlendirilecek ve bu hususta ihtiyaç duyulan yetkilerle donatılacaktır. Gerçi savaşın galibi diğer emperyalist/ kapitalist ülkeler de dağınık durumda olan faşist güçlerin iktidar amaçlı önlerini açmasalar da el altında tutacaklardır. 20. Yüzyılın başlarında aç ve yoksul kitlelerin ekonomik taleplerine kulak tıkayan burjuvazi, kapitalist ülkelerde güçlenen ve kendi iktidarı için tehdit unsuru olan örgütlü işçi sınıfı etrafında kitleselleşen halk katmanlarının tepkilerini etkisizleştirmek ve sınıf hareketini zayıflatıp bölmek için savaş ganimetinin bir kısmını dağıtma olanağına sahip olan savaşın galibi emperyalist ülkeler, kitlelerin rızasını alma konusunda “sus payı verme” olanaklarına sahiptirler ve devleti klasik burjuva iktidarların meşruluğu ile yönetmeye devam edeceklerdir. İkinci paylaşım savaşının mağlupları Almanya ve İtalya için durum farklıdır. Savaş öncesi diğer merkez kapitalist ülkelerin geniş sömürü alanlarından zaten mahrumdurlar, savaştan da umduğu ganimeti almak bir yana, savaşla birlikte hezimete uğramışlardır ve bu iki ülkenin halk katmanlarına vereceği “ sus payı” vererek kitlelerin rızasını alarak klasik burjuva iktidarlarla yönetme olanağına sahip değildirler.
Öncelikle bu iki ülke burjuvazisi, dışarda uğradığı hezimetin, içerde iktidardan olma riskinin önüne geçmek için burjuva meşruiyeti içinde yönetme olanaklarını yitirmişlerdir. Bu ülkeler tekelci burjuvazisinin başvuracağı yönetme ve egemenlik arzusunu tatmin edeceği yönetim alternatifi faşizmdir. Savaş öncesi, ülkede burjuvazinin iktidarına ciddi alternatif olan işçi sınıfına karşı örgütlenmeye başlayan faşizm, hem dışarda diğer emperyalist /kapitalist ülkelerle yeniden hesaplaşmak, hem de ülke içinde iktidar tehdidi olan devrimci hareketin etkisizleştirilmesi için iktidara faşizmin davet edilmesinin koşulları oluşturulmuştur. Tekelci burjuvazi devleti, klasik burjuva yönetimi ile yönetmeyi terk ederek devlet, faşist yönetimin kurallarına göre yeniden örgütlenecektir. Burjuvazi, faşizmin kitlesel tabanını şimdiden örgütlemeye başlamıştır bile. İtalyan faşizmi kitle tabanı “Kara gömleklileri”, Alman faşizmi “S.A”ları örgütlediler. Kapitalizmin bu evresine kadar burjuvazinin kurallarıyla yönetilen devlet, muhalif hareketlere kendi resmi güçleri ile karşılık verirken, bu evre itibariyle devletin iç müdahale gücü olan resmi polis örgütüne gayri resmi faşist örgütlenmeler dâhil edilecektir. Tekelci Burjuvazinin iktidar alternatifi faşist partinin tabanı olan bu güçler, devletin yarı resmi yardımcı güçleri olacaktır. Faşist örgütlenmelerin ülke içinde kullanıldığı alanlar, kitlesel tepkiyi üzerine çekmek istemeyen devletin, ülke içinde sınıf mücadelelerinin bastırılmasında öncelikle kullanılan alanlardır. Grevlerin bastırılması, demokratik örgütlerin, işçi sendikalarının dağıtılması, kitlesel gösterilerin engellenmesi, demokrat aydınların öldürülmesi ve kitlelere gözdağı verilmesi gibi sınıf hareketinin vücut bulduğu alanlarda devlet adına korku salarak, fiziksel/ silahlı güç kullanarak kitlesel sindirme ve pasifikasyon aracı olarak kullanılması, devletin faşist örgütlenmelere verdiği görevdir. Burjuva iktidarları tehdit eden devrimci kitlesel eylemlerin bastırılmasında faşist güçlerin yetersiz kalması durumunda devletin resmi iç müdahale gücü polis devreye girmektedir. Ülkemiz pratiğinde yaşanan bu durum bir istisna teşkil etmez, bütün ülkelerde görülen durum budur. Bu nedenle faşizme karşı mücadele sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Devlet, faşist güçleri kullanış amacını kitlelerin gözünden saklamak için, devrimcilerin faşistlere karşı mücadelesini “ sağ-sol” çatışması olarak lanse edip algı yaratarak, faşistlerin, sınıf mücadelesinde devletin vurucu gücü olarak kullanıldığı gerçeğini ört bas etmeye çalışır.
Faşizmin bir ülkede iktidar olmasının ana sorunu, tekelci burjuvazinin faşist partiyi açıkça veya dolaylı yollardan iktidara çağırmasıdır. Faşist partinin iktidara geliş biçimi ise hep aynı yollarla gerçekleşmez. Faşizm, iktidara geleceği ülkenin koşullarına göre kimi zaman sivil darbelerle, kimi zaman askeri darbelerle, kimi zaman da seçimlerle iktidara gelebilir. Hangi yolla iktidara geldiği faşist partinin devlet düzeninin yeniden yapılandırılması, amaç ve hedefleri açısından bir farklılık oluşturmaz. İtalyan faşizmi 1922 yılında Musolinin, Napoli’den Roma’ya yürüyerek iktidar olurken, Musolini taklitçisi Hitler de 1923 yılında Bavyera eyaletinde “Birahane baskını” olarak adlandırılan darbeyle iktidarı ele geçirmeye çalışmış ise de başarılı olamamıştır. Naziler, İktidar olmak on yıl beklemek zorunda kalmışlardır. 1933 yılında seçimler yoluyla iktidara gelmişlerdir. Daha sonraki yıllarda ise geri bıraktırılmış ülkelerde faşizm, iktidar aracı olarak orduyu kullanmış, askeri darbelerle iktidar olmuştur.
Kapitalizmin, farklı işleyiş biçimlerine yöneldiği ikinci Pazar paylaşım savaşına Almanya ve İtalya faşist yönetimlerle girecektir. İktidarını pekiştirmek isteyen faşist yönetimler öncelikle ülke içinde işçi sınıfının devrimci hareketini etkisizleştirecektir. İşçi önderleri, ilerici dernek ve sendika yöneticileri, sosyalist ve komünistler kanlı kıyımlardan geçirilecektir. Hitler, kanlı kıyımının gerekçesi olarak “ saf Alman ırkının” dünyaya hâkimiyeti için engel olarak gördüğü Yahudileri, çingeneleri, eşcinselleri, aydınları, devrimcileri, diğer muhalifleri ya tek tek suikastlarla ya da türlü çeşitli yöntemlerle topluca katletmekle işe başlayacak, devamını da aynı şekilde getirecektir. Din, örf, adet, gelenekler gibi diğer ilkel ideolojilerin de kullanılmasını ihmal etmeden ırkçılık en önemli propaganda aracı olacaktır. Musolini ise İtalyan halkının desteğini almak için bol bol Hristiyanlığı kullanacaktır. Siyasal tarihe Hitler ve Musolini’nin iktidar olmasıyla geçen faşizm, özellikle ikinci paylaşım savaşı sonrasında kapitalist sistemin dümenine geçen ABD nin pentagonda yetiştirip geri bıraktırılmış ülkelere ihraç ettiği bol miktarda Musolini ve Hitler taslakları, faşizmi askeri darbeler yoluyla gerçekleştirecektir. Konunun ileriki bölümde irdelenmesine devem edilecektir.
Bir hususun daha belirtilmesi gereklidir. Faşizmin, gerici ideolojilerden beslenmesi, kitlelerin ilkel dürtülerini okşaması ile kitle tabanı kazanması, bağnaz ve tutucu kitlelerin, gelenek, töre, ahlak anlayışı gibi dürtülerle toplumsal/kişisel tavır göstermeleri aynı şey değildir. Elbette toplumun bu kesimi faşist örgütlenmelerin kitlesel tabanına en yakın kesimlerdir, ancak faşist örgütlenmeler içinde fiilen yer almadıkça toplumun bu kesiminin faşist olarak lanse edilmesini doğru bulmuyoruz. Bu kesimler devrimci örgütlenmelerin doğru bir kitle çalışması anlayışı ile faşist örgütlenmelerden izole edilebilir, faşist hareketlerden koparılabilir. Her faşist, gericidir, ancak her gericinin faşist olduğu söylenemez.
Kapitalizm, ikinci paylaşım savaşlarına yukarıda özetlenen koşullarda girilmiştir. Faşizmin ne olduğunu da dünya halkları acı tecrübeleriyle öğrenmiştir. Tekrar belirtelim ki “Faşizme karşı mücadele insanlık görevidir”.