10 Aralık 2005 tarihli Cumhuriyet gazetesinin iç sayfasında “CIA skandalı Berlin’i sarstı” başlıklı haberi elbette bizim dışımızda pek çok insan okumuştur. Haber şöyle devam ediyor: “Irak’a saldırıya karşı çıkan Schröder yönetiminin bir çok konuda ABD ye destek verdiğinin ortaya çıkması şaşırtıyor.Alman hükümetinin bazı üyelerinin üzerindeki “CIA bulutları” giderek kararıyor. CIA’nin ,Irakın işgali ve terörle mücadele kapsamındaki yasadışı bir çok faaliyetinde , Almanya’nın en üst düzeyde temsilci bulundurmuş olabileceği savlarının artması, dehe da tedirgin edici boyutlar kazandı.CIA’nin sorgularına Alman ajanlarının katıldığı…” şeklinde haber sürüp gidiyor… Sözü edilen kişi , CIA’nin keçırarak beş ay sorguladığı kişi Lübnan kökenli Alman vatandaşı Halit el Masridir. Yine son bir ayın basına yansıyan-izin verildiği ölçüde yansıtılan- haberlerine göre, CIA , ABD aleyhtarı kişileri kaçırıp “ sorgulamak” için meşhur “CIA ye tahsis edilen” uçaklarını kullanmaktadır. Şu söylenebilir: CIA nin bu marifetleri zaten bilinen şeylerdi!.. elbette, CIA’nin bu marifetleri(!) herkesçe bilinen şeylerdir ve bizim amacımızda herkesin bildiği şeyi yeniden ezberletmeye kalkmak değildir. Değinmeye çalışacağımız şey, şu meşhur “Demokrasi ve insan hakları “ konusunda sözü kimseye bırakmayan AB nin ve bu konuda AB nin sözcülüğünü üstlenen “demokratların” acınası halleridir. Niçin? Yine tekelci basının tek yanlı ve yönlendirici haberlerinden sızdığı kadar, CIA’nin dünyanın her tarafından AB, ABD ve kapitalist sistem için tehlikeli gördüğü kişileri kaçırmakta “uzman” uçakların,” kaçırma” işinde AB ülkelerinin de –tabii ki bu arada AB ye girmek için can atan ülkemizin- hava alanlarını , AB ülkelerinin bilgi ve onayı ile kullandığı ve meşhur sorgulamalara AB ülkelerinin ilgili ve yetkililerinin de katıldığıdır. Mevcut koşullar içinde objektif haberciliği ile tanınan Le Mond CIA nin bu uçakları için “Guantanamo ekspresi” demekte ve AB ülkelerinin hava alanlarının kullanılmasının AB nin kabesi Brükselin bilgisi dahilinde olduğunu yazmaktadır. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım bu uçakların ülkemiz hava alanlarını kullanması konusunda – işkenceye sıfır tolerans hükümetinin bakanı-“Ne kadar isterlerse o kadar kullansınlar.Ne kadar kalırlarsa hava alanı o kadar para kazanır.Müşteriye en iyi hizmeti vermekle mükellefiz…” demektedir.Bu haberi –ve belki de daha fazlasını- AB yandaşı, ABnin varlık sebebini “demokrasi ve insan hakları ” olarak ilan eden , sözcülüğünü üstlenen “AB demokratlarının okumamış olması elbette düşünülemez…Kapitalizmin her saldırısına karşı verilmeye çalışılan cevap karşısında , böğürlerine iğne batmış gibi feryat eden “ AB demokratlarının” her nedense CIA nin işkenceli, adam kaçırmalı uçaklarının AB ülkelerinin hava alanlarını kullanmaları ve AB yetkililerinin de CIA “uzmanlarıyla(!)” bu sorgulamalara katılmalarının “ “demokrasi ve insan haklarını ihlal ettiğine ilişkin” bir tekinin sesinin çıktığına, protestosuna tanık olunmamıştır. Bize kalırsa konuşmayı çok seven ve konuştukça daha çok demokrat olduğuna inanan “AB demokratları” mutlaka bu fırsatı kaçırmaz, yazılı ve görsel basında “insan hakları ihlallerine, demokrasi ve fikir özgürlüğüne ilişkin” doyurucu şölenler düzenlerlerdi , ama bir şartla: Brükselin icazeti olmalı!… Gavurun ekmeğini yiyenin onun kılıcını çaldığına ilişkin yaşam tecrübesi şimdiye değin henüz yalanlanmadı çünkü!… Ya da şu olabilir: Bu uçaklar “ iade-i ziyarette” bulunmak için gittikleri “ demokrasi Cenneti” AB ülkelerinin , ya da bilmem Sorosun ya da AB nin hangi vakfının “ demokrasiyi geliştirme projeleri için” istişare ettikleri toplantılarda ceplerine girecek akçelerin hesabını yapmaktan fırsat bulamadıkları için semaya başlarını kaldırıp “ bu uçaklardan birinin CIA uçağı olabileceği”ni düşünmek vicdanlarını sızlattığı için görmek istememiş olabilirler!…. Okur, cahilliğimizi bağışlasın, belki de CIA nin uçaklarının kaçırdığı kişiler “ demokrasi ve insan hakları, fikir özgürlüğü konusundaki eksikliklerinin giderilmesi ve bilgilerinin geliştirilip, onun da “fikir özgürlüğü ordusu ” saflarına katılması için” AB ülkeleri uzmanlarının katıldığı” sorgularda “misafir” edilmiştir… Yeniden başa dönmeden önce, AB,ABD küresel kapitalizmin örgütleridir, varlıklarını tehdit eden herkese ve her güce karşı işkenceyi meşru gören 21. yüz yılın katilleridir. Küresel kapitalizmin demokratlarına da bu kadar riyakarlık çok görülmemelidir, yetenekleri , “ kandan vizyon yaratacak kadar” gelişmiştir ve “yutulduğu sürece” bu vitrini ağzı açık ayran budalası gibi izlemeye devam edeceğiz. Başa dönelim.
İŞKENCE : FAŞİZMİN “OLMAZSA OLMAZ”I:
Costa Gavrasın meşhur “Missing” ( Kayıp) film hatırlanacaktır. Ülkesinde “ halim selim” “ etliye sütlüye karışmayan” ve sistemle bir sorunu olmayan bürokrat bir babanın , ilerici vasfıyla tanınan kızı faşist cuntanın görevlilerince kaçırılır ve baba ( politik argümanlar yoktur, baba olmanın içgüdüsüyle ) kızını aramaya çıkar. Stadyumlarda toplu işkenceler, öldürmeler, canhıraş çığlıklar!… Sistemle bir sorunu olmayan bu halim selim adam, “ateşin düştüğü yeri yakmasıyla” kızını ararken faşizmle tanışır…
Matematiksel istatistiklerin okura can sıkıcı geldiğini bilmeme rağmen , birkaç istatistiki bilgiyi vermeden geçmeyeceğim:
a) İkinci paylaşım savaşı yılları: Alman faşizminin Almanya içindeki ve Alman yurttaşlarını hedef alan saldırısında dokuz milyon Alman ölmüştür. İlk yok edilmesi gereken güçler kapitalizm karşıtı komünistler ve sosyalistlerdir. Yetmez, Führere-faşizme- mırın kırın eden sosyal demokratlar, “ katliama sebep soran” –çünkü sorulmamalı- diğer insanlar!… Çingeneler, Yahudiler, sakatlar, eşcinseller… Almanya dışında yirmi milyon Sovyet insanı, Avrupanın diğer ülkelerinde faşizme direnen ilericiler, sosyalistler ve yurtseverler.İtalyan faşizminin Habeşistanı işgaliyle iki milyon insan. İtalyanın kendi içindeki katliama ilişkin rakamsal veri bulamadım.İspanyol falanşizminde insan kaybı bir buçuk milyon.
b) 1970 li yıllardan günümüze: Bir yandan “Sovyetleri çembere alan” yeşil kuşak projesiyle, Talibanların, El-Kaidelerin temeli atılırken, diğer yandan Latin Amerika halklarına karşı sistemli saldırılar. Şilide Allendeye karşı tertiplenen darbede yetmiş bin kişi ( nüfusu 8-9 milyon), Arjantınde Viola-Videla-Galtieri faşist cuntası döneminde otuz bun kuşu uçaklardan Atlas Okyanusuna atılarak köpek balıklarına yem edilmiştir.Yunanistanda Papadopulos askeri faşist cuntasının tüm kayıpları sayısal olarak belirlenemiyor. 12 Eylülün yaşamı cehenneme çevirdiği ve halen 12 Eylülün bir çok kurumunun sürdüğü bilinen gerçektir.
1990 lar sonrası: 1970-1990 yılları arası ekilen tohumlar meyvelerini vermeye başlayacaktır. Çok yönlü ve aralıksız süren karşı devrimci dalga Sosyalist sistemi yıkacaktır. Düğün bayram… Demir perde (!) yıkıldı, demokrasi geliyor savulun!… Orta-Doğu “silah eritme merkezi”..! Silah tekellerinin iştahını kabartan bir Pazar olmakla kalmıyor, enerji deposu ve dev petrol şirketleri işbaşında… Ne pahasına!.. Kan, kan, kan!… Görünenin arkasında tek bir güç var: Emperyalist-kapitalizm. Tek bir sebep var: Kapitalizmin hayat damarı: Sömürü.
Emperyalist kapitalizm artık kendisine açılmayan kapı, kendisine pazar olmayan ülke istemiyor.
Görülüyor ki, emperyalist kapitalizmin ne zaman kalbi “ teklemeye “ başlasa, işkence vazgeçilmez ve zorunlu yöntemi oluyor. En açık şekliyle dahi faşizmi tezgahladığı dönemlerde çeşitli adlar altında ,değişik dönemlerde değişik demagojilerle kendini savunduracak birilerini hep bulmuştur ve yeryüzündeki varlığı silinene kadar da “sözcülerini” bulmada zorluk çekmeyecektir.
Faşizm, tarihsel olarak tekelci kapitalizmin egemen sistem olmasıyla ortaya çıkmış ve işkence faşizmin en belli başlı, en vazgeçilmez yöntemi olagelmiştir. Bu nedenledir ki, değil ulus ötesi kapitalizmin örgütlü gücü AB den demokrasi, insan hakları, özgünlük beklemek, emperyalist kapitalizm günümüzde küresel kapitalizme- karşı çıkmadan, ona karşı tavır almadan demokrasiden, insan haklarından, özgürlüklerden söz etmek riyakarlıktır, yalandır.
Küresel kapitalizmin-ABD,AB,IMF,DTÖ v.b- yeryüzünü hızla faşizme sürüklediğinin ipuçlarını tartışırken, küresel kapitalizmin demokratlarının da iç yüzlerini sergilemeye çalışacağız.
Emperyalist-kapitalizmin en açık şekliyle faşizmi tezgahladığı dönemlerde bile , değişik adlar altında kendi sözcülerini yarattığını ve emperyalist kapitalizmin yeryüzünden varlığı silininceye kadar da “sözcülerini” bulmakta zorluk çekmeyeceğini vurgulamıştık. Tekelci kapitalizmin küresel kapitalizme evirilmesiyle , tarihi içinde kendi zıtlarının karşı koyuşları sonucu uğradığı yıkım,yitirdiği prestijden aldığı dersle , burjuva ideologlarının kitle pasifikasyonu ve bilinç yozlaşması konusunda aldığı yol dikkate değerdir ve işçi sınıfı ve diğer devrimci güçler açısından bu olgunu ihmali telafi edilemez sonuçlar doğurabilir. Karşı devrimci güçler bugün ,düne göre daha sinsi hareket etmekte , pasifikasyon araçları daha gelişmiş ve manevra alanları daha genişlemiş, kabiliyetleri artmıştır. Bu nedenle ,güncel olan , kitleler üzerindeki muazzam aldatıcı etkisi ortaya çıkarılmamış,gerçek yüzleri teşhir edilmemiş-edilememiş-, küresel kapitalizmin, insan hakları,demokrasi ve özgürlük sacayağında “aydın olma” adına sözcülüğünü üstlenenlerin gerçek yüzlerinin ortaya çıkarılması tarihsel bir zorunluluktur. Özellikle ülkemizde, 12 Mart ve 12 Eylül karşı devrimini, devrimci saflarda yaşayan, faşizmin saldırılarına maruz kalanların bu gün sitemi “aklamaya” soyunmaları, bunun da ötesinde sistemin sözcülüğüne üstlenmeleri, ancak bunu “ham-halat” çıplaklıkla değil,eğitilmiş,sinsice ve şeytana pabucu ters giydirir cinsten kurnazlıkla, geniş yığınların demokrasi, insan hakları ve fikir özgürlüğüne olan yakıcı ihtiyaçlarını araç olarak kullanmalarının, geniş kitleler üzerinde yarattığı etki göz önüne alındığında gerçek tehlikenin büyüklüğü de ortaya çıkmaktadır.Kurt,kuzu postuna girmiştir ya da cellat kurban rolü kesmektedir ki, her iki durumda da sürüleşmek iştah kabartmaktadır.Gerçek, bir çok kez kendisine göz kapayanların bağışlamaz celladı olmuştur. Kapitalizmin sözcülerinin “ aydın” olma adına üstlendikleri görevin aslında, iyi tasarlanmış ve her yönüyle iyi “dizayn” edilmiş, her türlü olanakların seferber edilerek sürdürüldüğü ve sistemin gerektiğinde kitlesel teröre başvurmaktan da çekinmeksizin hedeflediği , kitle pasifikasyonunun engellenmesi,devrimcilerin,güncel, ertelenemez ve acil görevidir. Bu aydın tiplemesinin bugün için revaçta olanı, görünen türü “AB” aydınlarıdır.Bunlardan hangisi ile görüşürseniz görüşün, konuşun, ya da medyadaki herzelerini izleyin, hepsinin koro halinde şu üç kavramdan söz ettiğini duyacaksınız:”Demokrasi,fikir özgürlüğü,insan hakları”!… Yine vicdan sahibi herkes bilir ki, bu kavramlar , emperyalist kapitalizme karşı sosyalistlerin-komünistlerin hayatları pahasına savundukları kavramlardır. Şimdi şu ikilem açıklığa kavuşturulmalıdır:Ya yeryüzü işçi sınıfının egemenliğindedir ve iktidardaki işçi sınıfı, iktidarının geleceği açısından, burjuvazinin demokrasi, fikir özgürlüğü ve insan hakları istemlerini boğmakta ve dile getirmesini “zor” araçlarıyla engellemekte veya diğer kitle pasifikasyon araçlarıyla burjuvaziyi sosyalizme yedeklemektedir.Yani, demokrasi,insan hakları ve fikir özgürlüğünün önündeki engel, yeryüzünü egemenliğinde bulunduran işçi sınıfıdır ve insanlık bu engeli aşarsa, bu haklarına kavuşabilecek ve korkusuzca bu haklarını kullanabilecektir. Ya da, Yeryüzü,küresel kapitalizmin egemenliğindedir ve küresel kapitalizm ömrünü uzatmak için, kendi cephesinde delik açan demokrasi, insan hakları ve fikir özgürlüğü istemlerinin değil sözcüsü olmak, her türlü baskı ve zor araçlarını kullanarak bu istemleri sisteme müdahale görmekte, adını bile duymak istememektedir.Hangisi? Emperyalist-kapitalizmin tarihinde sisteme karşı birer mücadele aracı olan demokrasi ,insan hakları ve fikir özgürlüğünü kitlesel kıyımlarla, faşist terörle susturan burjuvazi midir, işçi sınıfı mıdır? Bu istemler, emperyalist kapitalizmin sistem olarak ortaya çıktığı tarihsel dönemden itibaren sınıfsal olarak burjuvazinin istemleri midir, yoksa işçi sınıfı ve yandaşlarının,”siyasal erkin” dışında kalan kitlelerin istemleri midir? Dünyanın her köşesinde, kapitalizmin yeryüzünü cehenneme çevirdiği faşizm dönemlerinde bile bu istemleri canları pahasına dile getiren , bu uğurda hayatlarını hiçe sayan burjuvazi mi, işçi sınıfı ve onun örgütlü güçleri midir? Hatta, çoğu zaman, sisteme karşı cephe almanın bilincinden uzakta bulunan, salt yaşamını idame ettirmek için ekonomik taleplerini dile getiren kitlelerin bu taleplerine kitlesel katliamlarla karşı koyan işçi sınıfı mıdır,emperyalist kapitalist burjuvazi midir? Şimdi, okur, bizim “dünyayı yeniden keşfettiğimiz” sanısına kapılırsa ben de okurun olduğunu düşüneceğim düşünmesine de, işte sözüm ona bu “ lejyoner aydınlarının” bu denli utanmazlığını ve pişkinliğini anlamakta zorlandığım için “alfabe” düzeyindeki hatırlatmaları sıralamaktan da kendimi alamadığımı itiraf etmeliyim.İnsanlığın, demokrasi,fikir özgürlüğü ve insan haklarının bu günkü kadarına bile ulaşmış olmasının kesintisiz,sürekli ve uzun dönemlerde işçi sınıfının mücadeleleri sonucu ve bedel ödeyerek elde edildiğini kim nasıl inkardan gelebilecektir? Tarih, insana bu kadar saf olmamayı da öğretiyor.Çünkü, bu denli uzun uğraşlar ve soylu direnişlerle elde edilen hakların sözcüleri bir de bakıyorsunuz ki emperyalist kapitalizm oluvermiş ve AB sözcüleri sözüm ona “ aydınlar” bu taleplerin sözcüsü kesilivermişler. İnsanlığın bu haklara kavuşması, ancak sistem olarak kapitalizmden kurtulmasına bağlıdır. Yine bu kavramlar, tarihin aşağı yukarı bütün dönemlerinde yönetilenlerin,yönetenlere karşı ileri sürdüğü taleplerdir. Şimdiye değin yeryüzü işçi sınıfı iktidarlarının egemenliğine tanık olmadığına göre, bu taleplerin ihtiyaç sahipleri de işçi sınıfı ve diğer sömürüye maruz kalan geniş kitlelerdir ve bu taleplerin sözcüleri de kapitalist sistemin doyurduğu AB sözcüsü sözüm ona “aydınlar” olmayıp devrimcilerdir. Sorun bu kadar açık ve yalındır. Ancak,bu denli açık ve yalın olan sorunu bu denli karmaşık ve anlaşılmaz kılmak da ancak “ maharet sahibi aydınların” işidir ki, işte AB atölyeleri, bu tür aydınların üretiminde ihtisas sahibi olduğunu kanıtlamıştır.
Şimdi sistemin sözcülerinin ne diyeceğini merakla beklediğimiz, AB nin bir karar tasarısına ilişkin günlük basından bir haber : Avrupa Konseyinin “ Totaliter Komünist rejimlerin insanlığa karşı işledikleri suçlar nedeniyle mahkum edilmesini” öngören karar tasarısını Parlamenterler meclisinin gündemine alması , Avrupa ve Türkiye solunda tepkiyle karşılandı” ( 04.01.2006 Cumhuriyet) ve tasarı sahipleri bu tasarıyla “ Avrupa Konseyi, tarihi değiştirme kararı almış” bulunuyorlarmış!… Avrupa Birliğinin gerçek yüzünü bu “tasarıdan” daha net gösterebilen ne olabilir ki…Lütfen tasarıyı yeniden okuyun: “Komünist rejimlerin insanlığa karşı işledikleri suçlar…..” . “Daha çok kar,daha çok sömürü” için ülkeleri işgal edip yağmalayanlar , ülkelerinin işgaline karşı direnenleri topluca katledenler de komünistlerse; Sermayeye yeni pazarlar açmak uğruna dünyayı kana bulayan alman Nazileri, İtalyan Faşistleri, İspanyol Falanjistleri komünist ise, Latin Amerikada halkın oylarıyla hükümet olan halkçı-yurtseverleri CIA darbeleriyle, kanla, alaşağı edenler, Arjantinli, Uruguaylı, Bolivyalı,Brezilyalı,Venezüellalı ,Şilili… devrimcileri kitleler halinde katledenler,binlerce devrimciyi uçaklardan Atlas Okyanusuna atarak köpek balıklarına yem edenler,Yoksul köylülerin toprak istemlerini, işsizlerin iş istemlerini kanla bastıranlar, çalışanların ekonomik-demokratik kazanımlarını bir çırpıda gasp edenler komünistlerse; Afrika halklarının ekmeğini gasp ederek,kıtasal açlığa mahkum eden sömürgeciler komünistlerse; Ortadoğuyu barut fıçısı yapanlar komünistlerse, geri bıraktırılmış ülkelerde yandaşlarından iktidar oluşturup faşizmi tezgahlayanlar komünistlerse; faili meçhul cinayetler için özel katiller yetiştirenler komünistlerse…. İnsanlığa karşı suç işlemişlerdir ve mahkum edilmelidirler… Yavuz hırsızın ev sahibini bastırması, bu maharet sahibi zibidilerin yanında çok masum kalıyor elbette.İşte yüzsüzlüğün böylesi,utanmazlığın bu denli dik alası tarihin hiçbir döneminde yaşanmamıştı.Suçlular,suçlarının telaşı içinde ve ne yapacağını şaşırmış durumdalar.Tarihin bu denli arsızca çarpıtılmasına dünya halklarının elbette vereceği anlamlı cevabı olacaktır.Kapitalist sistem çıldırma nöbetleri geçirirken sözcüleri son bir hamle, hastaya tedavi yöntemleri aramakla meşguller. Şimdi şu soruyu herkes, önce kendine, sonra da bu demokrasi insan hakları ve fikir özgürlüğü tapınıcısı “AB aydınlarına” sormalı: Sizin ağa babalarınız bunca yalanı bir nefeste ve yüzleri kızarmadan söylerken niçin tepkinizi dile getirmediniz? AB aleyhine söylenen en masum söz karşısında bile kafesindeki aslanlar gibi kükreyen sizler, bu utanmazca yalan karşısında niçin suskun kaldınız?… AB nin bu karar tasarısına duyulan bir tepki de var: Tepkiyi duyan kişi Mikis Teodorakis: Sanatçı yanını hepimizin bildiği, belki politik yanı hakkında bilgi sahibi olamayabileceğimiz Teodorakis: Yunanlı bir Komünist!… Tepkisini dile getiriş biçimi: utanın!… Evet, kendisini “komünist” olarak tanımlayan ve Yunan komünist hareketinin önde gelen ismi Teodorakis , tasarı sahiplerine “utanın” diye tepki göstermektedir. ( Bize öyle geliyor ki, bu utanmazların, utanmazlıklarından utanacağına ilişkin Teodrakis de pek ümitli değildir.)
Günlük ya da uzun vadeli, düşünce davranış ve eylemlerin kaynağının “sınıf mücadelesinin” bir yansıması olduğunu unutan kişiler ya da toplumlar, “dün”de kalmışlardır. Kişiler,doğanın bir ürünü olarak “kendiliğinden bir kişi” dirler zaten, ancak “kendisi için bir kişi” olamamışlardır. Sınıflar tarihin zorunlu duraklarında kendiliğinden ortaya çıkmışlar, ancak “ kendisi için sınıf” olamamışlardır. Egemenlerin, bilinçlerini iğdiş etmelerine ya ses çıkarmamışlardır, ya da sınıfsal tavırlarına karşı “ karşı sınıfsal tavırlarını”,bu tavırlarını hayata geçirecek örgütlülüklerini gerçekleştirmemişler, gerçekleştirememişlerdir. Bu nedenle “AB” aydınlarının AB ve diğer emperyalist kapitalistlerin varlığını meşru göstermeleri, bu konuda her türlü yalan ve riyayı varlıklarının bir parçası sayarak, kitleleri sisteme yedekleme girişimleri bunlar açısından anlaşılır bir davranıştır. Küresel kapitalizmin demokratları, kendilerine verilen görevi yerine getiriyorlar, kapitalizmi temize çıkarıyorlar. Ancak, aynı ölçüde işçi sınıfının ve diğer halk katmanlarının bu yalanı boşa çıkaracak bilinç uyanıklığına, ideolojik netliğe ve örgütlülüğe sahip olmalarıyladır ki, bu “maskeli “ karşı devrimci saldırı püskürtüle bilinsin.